William Shakespeare’in Hamlet’le adeta özdeşleşen bir cümlesi vardır… Olmak ya da olmamak/To be or not to be… Yazıldığı 1601’den bu yana tüm dünyada sıkça kullanılan bu monolog bölümü, Hamlet’in teatral sınırlarını aşmış hemen her konuda kendine bir yer bulmuştur.
Ben de kapsama alanı geniş olan bu cümleyi, yurt dışında tutmuş yapımlara veya edebiyatımızda öne çıkan romanlara merak saran dizicilerimiz için ‘Uyarlamak ya da uyarlamamak… İşte bütün mesele bu’ şekline dönüştürme gereğini duydum. Zira son dönemlerde ekrana getirilen uyarlamaların yarattığı manzara içler acısı!
İzleyici de, uyarlamak için kolları sıvayanlar da ne yazık ki uyarlama olayını yeterince değerlendiremedi. Şimdi önümüzde yeni bir sezon var. Kesinlikle yeni uyarlamalar çıkartılacaktır ekrana. Dolayısıyla hatalar zincirinin tekrarına şahitlik etmeden önce kıssadan hisse babında geçen sezon yaşanan olumsuzlukları hatırlamak doğru olacaktır.
***
Meşhur Amerikan dizilerinden olan ‘The Sopranos’un başarısından etkilenip ‘Ateşdağlı’yı yaratanların düştüğü durum, geçtiğimiz dönemin baş uyarlama fiyaskosu olarak hafızalarda. İzleyiciye olduğu kadar, ‘Kolpaçino’ filmleriyle ve ‘Âlemin Kralı’ndaki Aslan Kral haliyle ilgi gören Şafak Sezer’e de büyük hayal kırıklığı yaşatan yapım, kısa sürede ekrandan kalkarak uyarlama tarihimize kara harflerle yazılmıştı. Gerçek şu ki, ‘Yazık’ diyememiştim.
‘Ateşdağlı’nın yetersizlikten dolayı karşılaştığı bu doğal hüsrana karşı bir de gerçekten ilgiyi hak ettiği halde yeterli izleyiciyi çekemeyip kısa sürede ekrana veda eden uyarlama hallerinin yaşanmışlığı vardı… Ki böylelerine ‘Yazık’ dememek imkânsızdı.
Kore’de ‘Bread, Love and Dreams’ olarak hayli ilgi görüp bizde de ‘Aşk Ekmek Hayaller’ şeklinde ekrana getirilen yapım, bu durumun örneklerindendi. Genel itibariyle çoğu diziden başarılı bir uyarlama olmakla birlikte ekran başındaki çoğunluğun zevkine hitap edememişti.
Yayınlandığı ülkelerde hayli ilgi gören ‘Revenge’ dizisinden uyarlanan Beren Saatli ‘İntikam’ gibi büyük iddialarda yaşanan olumsuzluklar ise uyarlamaların bizim izleyici nezdinde ne oranda değer taşıdığını görmek için ünlü bir kıstas olmuştu.
Nitekim Deniz Çakır ve Fikret Kuşkan gibi isimleri buluşturan ‘Yasak’ dizisi veya isimleri bir sinema filmi için yeniden birlikte anılan Fahriye Evcen ile Burak Özçivit’in yanı sıra sevilen oyuncularla yola çıkan ‘Çalıkuşu’ gibi roman uyarlamaları da ekranda tutunmak için nafile çaba sarf etmişti. Oysa her ikisi de çok beğenilen romanlardı.
***
Bu farklı uyarlamalarla kısaca örneklediğim konuda geçmişten günümüze pek çok hayal kırıklıklarının yaşandığı itiraz edilemeyecek bir gerçek.
Başarısız uyarlamaların baştan savmalıklarından dolayı beğenilmemiş olması yadırganacak bir durum değil. Neticede bunlar için oyunculuğun kıvamı tutmamış, senaryo uyarlanırken yoldan çıkartılmış türünden gerekçeler ileri sürülebilir. Köküne kadar isabetli de olunur.
Ancak yerli adaptasyonu nasıl olursa olsun uyarlamaların ekrana tutunamamasının nedenini bu kadar basite indirgemek de doğru değil. Zira ‘Hepsi de mi kötü’ diye sorarlar insana. Kaldı ki, yukarıda da işaret ettiğim üzere beğeniyi hak ettiği halde ömrü uzun olamayan uyarlama örnekleri de dolu ekranların geçmişinde!
Öyleyse izleyicimizin yıldızı neden uyarlamalarla bir türlü bağdaşamıyor? Birkaç istisna dışında yerli roman veya yabancı yapımların uyarlamaları niçin beğenilmiyor? Oyuncu kadroları ünlü isimlerden oluşturulsa bile bu tür diziler niye uzun ömürlü olamıyor?
***
Cevaplar tek bir nedene dayanmamakta. Kısmen, uyarlamayı kaleme alanların orijinallerin duygusunu özümseyememiş, öykü mantığını çözememiş olmaları, bu kötü gidişatın sebebi.
Öte yandan her zaman altını çizdiğim bu önemli olgunun dışında iki ana etken daha var.
Bunlardan biri, yerli roman uyarlamaları için geçerli. İzleyicinin edebi eserlere karşı yakınlık hissetmemesi, edebiyat tarihimizde yeri olan romanları okuma alışkanlığının kazanılmamış olması ve bundan dolayı ağır tempolu klasik öykülerin sanatsal diline aşinalığın gelişmemesi totalde, uyarlamalar yerine birbirinin benzeri aşk üçgenlerinin basitliğinin tercih edilmesine yol açıyor.
Keza arada ‘Kurt Seyid ve Şura’ gibi yeni tarihli romanlardan dizileştirilenler olsa bile, onlar da tüm klaslarına karşın kavgasız gürültüsüz, ağır edebi sunumlarıyla yine bizim izleyicinin dizi tercihini tatminden uzak kalıyor. Yani uyarlama dizilerle izleyicinin kimyası tutmuyor!
Uyarlamaların başarısızlığındaki diğer sebep ise yabancı film ve dizilerden yapılan devşirmelerde kendini göstermekte… Kırk yıllık Yani olu mu Kâni misali… Bu söz tam tersi şekilde de kullanılabilir. Nihayetinde, nasılsa devşirmeliğin orijinalitesi hikâye.
***
Devşirme işlere filmlerin uyarlanmasından yaklaşacak olursak bu, zaten başlı başına bir sorun. Zira süresi kısıtlı bir film senaryosunu alıp her bölümü neredeyse bir film uzunluğundaki dizi haline getirmek istendiğinde, uydurmacılık ve yoldan sapma da kaçınılmaz oluyor. Misal, iyi başladığı halde ilerledikçe mantık ve cazibesini yitiren ‘20 Dakika’ dizisi…
Çeşitli ülkelerdeki uyarlamalarıyla uzun uzun ayakta kalan, bizdeyse kısa sürede postalanan yabancı dizi uyarlamalarına gelince… Burada baş gösteren asıl sorun, kültür uyumsuzluğu!
Orijinal senaryolar, çevrildikleri toplumun yaşam biçimlerine, ahlaki ve kültürel değerlerine göre yaratılmış olduklarından aynen çevrim halinde ülkemize fazlaca ters geleceklerdir. Adamlar her konuda gayet serbest hareket ediyor, bizde buna izin çıkar mı? Çıkmaz.
Zaten o duyguları yansıtabilecek oyuncu da yok ya… O da ayrı bir konu. Durum böyle olunca ister istemez orijinal içeriklere dönüşüm geçirtiliyor ve bizim usul uyarlanan senaryo da ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamayan bir şekle bürünüyor.
Hele bir de ‘İntikam’da olduğu gibi ana karakterin rolün ağırlığıyla uyuşamaması ve canlandırılan kişiyi izleyiciye aktarmakta yetersiz kalması söz konusuysa baştan merakla yaklaşan izleyici, orijinaliyle kıyaslama sonrasında yerli uyarlamayı hiç tutmuyor.
***
Sonuçta; ismi dışında hemen hiç benzerliği bulunmayıp kafasına göre takılan sözde uyarlamalar, izleyicinin pek düşkün olduğu aşk kavgalarıyla doldurulmaları sayesinde ayakta kalırken veya çok büyük özenle çekilen oyuncu odaklı işler ilgi görürken, anlatım diliyle orijinaline daha uygun bir iş çıkartmak isteyenler ya da durumu idare etmeye çalışanlar tepetaklak gidiyor. Gidene de dur denmeyeceğine göre… Kalan sağlar bizimdir.
Peki, bu gerçek meydandayken yeni sezon ve ilerisinde, olası uyarlamalar başarısızlık etkenlerini dikkate alıp adımlarını ona göre atarlar mı?
Bizimkisi de laf işte… Sanki ‘The Truman Show’ ve ‘Ghost’un dizi uyarlamaları için çalışmalar başlatan Paramount ciddiyeti var karşımızda. Bizim için geçerli yegâne soru; ‘Uyarlamak ya da uyarlamamak… İşte bütün mesele bu’!
Nasreddin Hoca fıkralarının alışkanlığıyla ‘Ya tutarsa’ mantığı çoğu alana hâkim olduğundan, bir de gelişen tembellik sonucu özgün işe girişmenin yaratma zorluğu hesaba katılacağından ‘Uyarlamak ya da uyarlamamak’ ikileminde ibre genellikle uyarlamaktan yana kayacaktır.
Dolayısıyla yeni sezonda, uyarlanamamış uyarlama avında bize de bol bol eleştirilecek malzeme çıkacaktır. Artık oltaya ne takılırsa… Nasip kısmet.
Anibal GÜLEROĞLU