Her yeri dolandırıcı kaynayan İstanbul’da kucağa oturtacak okkalı bir iş arayarak muzurluğunu dışa vuran ‘Ulan İstanbul’, güçlü kadrosu ve hoşa giden işlenişiyle gönlünde yer ettiği izleyicinin ilgisini diri tutmayı çok iyi bilen bir yapım özelliğinde.
Dolayısıyla konuk oyuncularla takviye edilen bölümler sayesinde gücüne güç katıp hınzırlıklarını yazdan yeni sezona aktaran dizinin uzunca bir süre ekranda kalması da, rakiplerinin gözünü korkutan kaçınılmaz bir gerçek.
Adamın bedeninden ruhunu habersizce çalma marifetindeki Doğan karakterini, Necep Memili’nin canlandırmasında konuk eden Kanal D’nin sevilen dizisi ‘Ulan İstanbul’un, kaslı dövmeli erkekler gösterip abdest bozan Maşuka’dan, ‘Bıyık hepimizin derdi’ diyen sevimli hırsızlarına türlü muzurluklarla karşımıza çıkmasıysa bu gerçeğin ekstra güzellikleri.
‘ÖDEŞMEYE HAZIR OL’ MANTIĞINDAKİ CESARET
2008’de yayına başlayıp beş sezon boyunca yoğun ilgi görmeyi başaran Amerikan dizisi ‘Leverage’in uyarlaması olarak ekranlarımızda yer bulan ‘Ulan İstanbul’, orijinalindeki karakterlerden bir fazlasıyla mağdurlara yardım misyonunu üstlenip toplumsal haksızlıklara göndermelerde bulunurken, ilk andan itibaren cesaret sergileyen bir yapım olduğunu ortaya koymuştu.
Gerçi kendisinden beklenmeyecek biçimde kadeh sansürleriyle bu cesur çizgiden bir parça sapmışlığı oldu ama… Yine de Amerikan versiyonunun ‘Ödeşmeye hazır ol’ sloganındaki mantık doğrultusunda hazırlanan içeriğinde eleştirel mesajlara bolca yer vermesi, günümüzde şiddetle ihtiyaç duyulan Robin Hood felsefesindeki adalet dengesini hissettirmesi dizilerimizde özlemi çekilen bir detaydı! İyi ki ‘Ulan İstanbul’ dendi de bu özlemimiz giderildi.
İlk bölümünden itibaren şövalye ruhuyla yol alan ‘Ulan İstanbul’un Robin Hood misyonundaki aksiyonunu sergilerken en göze batan farkı, icraat esnasında söylem ve eylem babında muzurlaşması…
Ateşi tepesine vurmanın ötesine geçmekle beraber sıfır icraatta bulunan Maşuka’nın Kandemir takıntısını bıyık-ses(laf aramızda Uğur Polat’ın sesi de ses hani) fetişliğinde işleyip, ‘Auvvv…’ dedirtecek rüyalarla damdaki azgın kedileri hatırlatan Alamancı hatuna ‘Ben seni geçireyim’ sözünden nem kaptıran… Yaren’e yürüme konusunda kendini hiç kasmayan Karlos’un seks çağrışımlı tavırları başta olmak üzere kadın-erkek ilişkisi konusunda da hayli cesur bir dile sahip olan… Ve bu çerçevede kimilerinin aksine, cinselliği inkâr etmeden karakterlerini işleyerek argoyu da durumun bir parçasına dönüştüren dizi, bu anlamda apayrı bir ödeşme yaşatmakta.
Nihayetinde ‘Muzur’ cesareti işte! Ama ekranlardaki onca hesapçı kitapçı mızmızlığa karşı biraz da böylesi lazım değil mi? Dayatılanın tersine izleyicinin bunlardan ne kadar hoşlandığı, zararsız muzurlaşmanın ne denli lazım olduğu rekabet ortamının kızıştığı ekranlardan alınan başarılı sonuçlarla ispatlanmakta zaten. Ötesi boş laf.
ULAN İSTANBUL’DAN, GÜNCEL SORUNLARA ÇOMAK
İsmiyle İstanbul’a hakaret etme suçlamasına maruz kalarak yola çıkan ‘Ulan İstanbul’un muzurluğu, sadece başka dizilere kıyasla cinsellik çağrışımını daha fazla öne çıkartmasında değil aslında. Zira Zihni Göktay’ın canlandırdığı Pencere kuşu Servet’in söyleminden, iyilik meleği dolandırıcılarımızın giriştikleri eylemlere… Dolandırıcılıkların her aşamasına serpiştirilmiş toplumu ilgilendiren mesajların akıl vericiliği de bazılarına muzur gelebilir.
Yabancı ilaç şirketlerinin kendi ülkelerinde yapamadıkları ilaç deneylerini istismara müsait toplumlara kaydırmaları sorununu ele alıp, Türkiye’deki çaresiz insanların parayla kandırılarak kobay olarak kullanılmaları konusuna değinerek ciddi bir muzurluk sergileyen ‘Ulan İstanbul’, çok karanlık işleri çomaklama merakını sürdürmekte.
Ekranlarda bolca reklamı yapılan ‘bal’ olayını ‘sahtecilik’ babında ele almanın yanı sıra ‘kentsel dönüşüm’ olayına da el atan ‘Ulan İstanbul’un böylesi muzurluk marifetleri saymakla bitecek gibi değil. Bunca bolluk arasında hangisini öne çıkartalım diye düşündüğümüzde büyük kitleleri ilgilendirdiğinden ‘kentsel dönüşüm’de karar kıldık haliyle.
Eski binalarını yenileyerek koruyan ve kent merkezindeki yoğunluğu azaltmayı hedefleyerek yeni binaları da farklı bölgelerde inşa edip hem tarihe saygı gösteren hem de şehir gelişimini gerçekleştiren Avrupa’nın kamu yararını gözetme zihniyetinin aksine, ‘kentsel dönüşüm’ü yağma Hasan’ın böreği olarak görenlere yönelik mesajcı muzurluk sergileyen ‘Ulan İstanbul’un bir bölümünde dünyanın gözde metropollerinden olan şehrimizin kültürel ve fiziksel çirkinleşme çılgınlığına ayna tutması bu açıdan en kayda değeri!
Belli kişilerin ceplerini doldurmanın ve halkın elindekini türlü katakullilerle kapmanın dışında ne şehir planlamacılığına uyan, ne çevre bilinci taşıyan, ne de mimaride esas olan ‘yaşanabilirlik’ şartını layıkıyla yerine getiren ‘kentsel dönüşüm’ mucitliğini, ‘Dolandırıcıları da dolandırırlar’ mantığıyla işleyen ‘Ulan İstanbul’un, kopyala yapıştır projelerle dikilen koca kütlelerin güzelim mahalle kültürünü nasıl kökten dinamitlediğini anlatmaya çalışmasını alkışlamamak olmazdı. Biz de geç de olsa bunu hatırlatmayı bir borç bildik. Dev binaların inşasında basit ihmallerin sorumsuzluğuyla yaşamlarını yitiren emekçilerin anılarına saygıyla...
Son kalan ormanlarının yavaş yavaş yok olduğu, kulelerle kentin siluetinin içine edildiği İstanbul’da gözler değerli alanları hacamat etmeye dikilmişken… Ucube şehirleşmenin bariz örneği haline getirilen İstanbul’un geçmişten kalan son güzelliklerinin nasıl ‘mort’ olacağına çok yakında tanıklık edecek bizlere, komedi diliyle akıl yolunu gösteren ‘Ulan İstanbul’, elindekini üste para vererek kaptıran ve bunu fark edemeyecek derecede saf olan vatandaşa ve dahi üç beş kuruş uğruna bedenini-canını ilaç vurguncularına teslim eden insanımıza ‘Ulan İstanbullu uyan artık’ diyor adeta! Bunu kulak ardı etmek mümkün mü?
Peki, inşaatçılık mazisi dahi olmayıp yerden mantar gibi biten sözüm ona iş adamlarının koca koca gökdelenleri ve AVM’leri dikecek sermayeye nasıl ulaştıklarını bir kez daha düşündürmesi bir yana… Mahalleleri ele geçirmek için öncelikle muhtarları kafaya alma gerekliliği ve ‘akıllı bina’ safsatasıyla ağızlara birer parmak bal çalmanın ardından açığa çıkan dönüşüm gerçeklerini çok güzel detaylandıran ‘Ulan İstanbul’, ilaç kobaylığıyla taçlandırdığı mesajcı muzurluğuyla vatandaşı bir parça uyandırabilir mi?
Yıllar önce Kemal Sunal ve Metin Akpınar-Zeki Alasya çiftinin yarattıkları, apartman kültürüne karşı ‘mahalle korumacı’ komedileri hatırlarsak… İlaveten apartmanlara yerleşildiği halde bir türlü şehir adabına ulaşılamadığı ve ülkemizde bir yerden bir yere göç olgusunun sıklığından dolayı ‘köklü mahalleli’ sayısının azlığı gerçeğini göz önüne alırsak… Dahası yıllardır bilinmesine rağmen ciddi tedbirlerle bir türlü önü kesilemeyen ‘gönüllü kobaylık’taki bilinçsizlik ve sömürünün insanlık rezaletine dönüşüm gerçeğindeki vahameti düşünürsek… ‘Ulan İstanbul’un mesajcı muzurluğunun önemi daha net çıkıyor ortaya
Sonuçta; İmam bildiğini okusa… At binenin, kılıç da kuşananın olsa dahi… Psikologların çevresindeki olumsuzluklara karşı duyarsızlaştığını vurguladığı insanımızın, ‘Ulan İstanbul’un eğlendirici bir dille aktardığı gerçeklerden nasiplenme ihtimali de her daim mevcut!
Baklava böreği, Antep fıstığı… Kayıkçının küreği, hop hop eder yüreği… Derken, eskinin ‘Aziz İstanbul’unu şimdinin ‘Ulan İstanbul’una çevirtenlerin muzur alaturkası damardan işleyecek hepimize.
Ah ‘Ulan İstanbul’, hırlınla hırsızınla daha neler yaşatacaksın bize?
Anibal GÜLEROĞLU