Hep kendini haklı gören insanların hatalarıyla yüzleşip onları kabullenmeleri çok zordur. Ancak daha da zoru, milletlerin tarihleriyle yüzleşmeleridir. Hele ki o tarihte yer alan olumsuzluklarla… Oysa yanlışları düzeltmek ve tüm sorunların yükünden hafifleyerek ileriye koşabilmek için ne kadar da gereklidir geçmişle yüzleşmek!
Rıdvan Akar’ın Hülya Demir’le birlikte kaleme aldığı, yaklaşık 12 bin Rum’un tüm malvarlıklarını bırakıp ceplerinde 22 Dolarla sınır dışı edilmelerinin dramını anlatan ‘İstanbul’un Son Sürgünleri’ isimli kitabından uyarlanan ‘Sürgün’ bu zoru başaranlardan.
Selin Tunç’un senaryosuyla beyazperdeye çıkan Erler Film yapımı çalışma, 1964’te Türkiye ile Yunanistan arasında gerginliğe neden olan Kıbrıs sorununun Türkiye’deki acı yansımalarını gün ışığına çıkartmakta.
Geçmişin sayfalarında kalanları hatırlatmaya yönelik bu çalışmada izlenilenler o denli düşündürücü ki, finalde ‘1964 yılında yaşananlar siyasette en az bilinen olaylardan biri’ diyen ve geçmişle hesaplaşma umudu taşıyan Rıdvan Akar’ın Maslak TİM Show Center’da düzenlenen galadaki sözleriyle, verdiği röportajda ‘Hesaplaşılacak şeyler sadece ortaya atılıyor ama bir türlü sonu gelmiyor’ diyen Saadet Işıl Aksoy’un vurguladığı acı gerçek harmanlanıyor adeta.
2013’ün kendisi için maddi-manevi yönden çok verimli geçtiğini söyleyen ve çok uzun soluklu bir dizi olarak gördüğü ‘Lale Devri’nin artık bu sezon biteceğini, devamı durumunda projede yer almayı sürdüreceğini belirten Tolgahan Sayışman’a göre de ‘Sürgün’, farklı bir film; arka planında 60’lı yılların olaylarına ışık tutan bir melodram.
‘Türkiye’de gâvur, Yunanistan’da ‘Türk tohumu’
Büyükada’da gerçekleştirilen çekimleri sekiz hafta süren ‘Sürgün’, Bizans’tan-Osmanlı’dan miras kalan vatandaşlıklarıyla TC tabasına geçme ihtiyacı hissetmeyen(kendilerine bu yönde bir bildirim de yapılmamış) ve 16 Mart 1964 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla bir anda nesillerdir doğup büyüdükleri topraklarda düşman sayılıp kovulan insanların öyküsü!
Bu öyle bir öykü ki, içinde hem farklı dinlerden insanların sıcacık dostluğunu, hem gençlerin her şeye rağmen süren aşklarının zorluğunu, hem de ‘Türkiye’de gâvur, Yunanistan’da Türk tohumu’ olanların sürgün acısını barındırmakta.
Stavro Mensucat Fabrikası’ndaki verimli ve sıcacık çalışma ortamında Bay Stavro’nun babacan patronluğuyla açılışını yapan ‘Sürgün’, kamerasını kuklamu’suyla(bebeğiyle) buluşmaya koşan babadan, İstanbul Üniversitesi’nin bahçesindeki patron kızı Eleni ile faytoncu oğlu Sedat’ın masum aşkına çeviriyor.
Ada vapuruna yetişme telaşında ortam cıvıl cıvıl… İmam oğluyla, boynunda Haç taşıyan gençlerin arkadaşlığında her cümle umut ve dostluk dolu. Geleceğe dair planlar, göz süzmeler, çocuksu şakalaşmalar… Ancak tüm bu güzellikler kamera, ‘Kıbrıs’ta işler kızışıyor’ manşetli gazetelere odaklanınca bozuluveriyor.
Büyükada’daki vatandaş birliği muhabbetini, Hayriye Dadı’nın Yasin okumasından gelen sınav başarısıyla sürdüren barışçıl tablo, gerginliği artıran neşriyatın körüklemesi ve İstanbul Üniversitesi’ndeki ‘Kıbrıs Türk’tür, Türk Kalacak’ sloganlı gösterilerle zedelenirken asıl vurucu darbe, ‘EOKA azıttı’ haberlerinin ardından geliyor… Ve medyanın körüklediği kıvılcımla ortalık yangın yerine dönüyor.
Bir gün önce Vali ve Bakan huzurunda ‘vergi rekortmeni’ ödülü verilecek derecede Türkiyeli görülenlere, bir gün sonra Türkiye aleyhine faaliyette bulunduklarına dair yazı imzalatılıyor. Casus muamelesiyle boyunlarına numara takılıp suçlu gibi fişlenerek 48 saat içinde ülkeyi terke mecbur kılınan çoluk çocuk, genç yaşlı Türkiyeli Rumlardan, taarruza geçen Kıbrıslı Rumların öfkesi alınıyor adeta. Bu gasp edici kargaşa ortamında fırsatçılara da gün doğuyor tabii… Tek bir kıymetli eşyayı dahi götüremeyen Rumların mal varlıkları neredeyse bedavaya el değiştiriyor. Bunlar tarihi acıyı yaşayanların gerçekleri!
Bay Stavro öfke ve şaşkınlıkla isyan ediyor… ‘Suyunuz ısındı yakında gideceksiniz diyenler ne kadar buralıysa, Türkiye’de doğup büyüyen Rumlar da o kadar buralı’ diyor… Bu isyanı önemseyip dinleyen var mı?
Sayışman ‘rol sürgünü’nü kırıyor
Tolgahan Sayışman ve Saadet Işıl Aksoy’un yanı sıra Mahir Günşiray ve Ruhsar Öcal’ın başrolündeki yapımın en büyük özelliği, bazı gerçekleri cesurca dillendirebilmesi!
Bu topraklarda yaşanan yanlışları başka yapımlardaki gibi öyle ürkek sahneler, üstü kapalı cümlelerle ıkına sıkına vermek yerine dobra dobra getiriyor karşımıza. Tabii aşkla karışık biçimde…
Bu söylem farkının dışında ‘Sürgün’ün diğer ayrıntısı, Tolgahan Sayışman’ın ‘Lale Devri’nin bıktırıcı temposunda sürekli kendini tekrarlayan Çınar karakterindeki ‘rol sürgünü’nü kırması! ‘Elveda Rumeli’deki Karakalpaklı tiplemesini beğendiğim oyuncuyu nihayet farklı bir karakterle görmenin keyfini yaşadım doğrusu.
Yalnız Sayışman’la ilgili olarak dikkatimi çeken bir ayrıntıyı da vurgulamadan geçemeyeceğim. Çınar rolüyle o kadar çok bütünleşmiş ki, canlandırması farklı olsa bile filmdeki bazı sahnelerde tıpkı onun tonlamasıyla konuşuyor. Hani gözünüzü kapatsanız ‘Lale Devri’ izliyorum sanırsınız. Bu da rolün oyuncuların üstüne yapışma olumsuzluğuna işaret. Oysa kendisinde farklı karakterlere bürünme kapasitesi mevcut. Tek yapacağı sesini, mimiklerini değiştirerek kullanmayı ihmal etmemesi!
İçeriğinin özelliğini Mahir Günşiray’ın kendisine çok yakışan Stavro rolü ve abartısız karakterleriyle bütünleştiren Erol Özlevi yönetimindeki ‘Sürgün’de Erler Filmi de, geçmişin unutulan ve çoğumuz tarafından bilinmeyen acılarını bizlere sunan bir yapıma imza attığı için kutlamak gerek.
Muhakkak ki, kapsamlı bir konuya değinen filmin işlenişinde, yan rollerinde eksiği gediği mevcut. Ama böylesi bir acı gerçekte yaptığı önderlik, onları bertaraf ediyor.
İnsanlarla uğraşılmayan, ruhları dağlayan sürgünler yaratılmayan bir dünya temennisiyle iyi seyirler.
Anibal GÜLEROĞLU