‘Günah, yasak olduğu için acı vermez, acı verici olduğu için yasaktır’ demiş Goethe… Nedir günah? Machiavelli’nin iddia ettiği gibi bedenen değil de iradeyle işlenen bir olgu mu? Tanrı’nın sınırlarını göz ardı etmek mi? Yoksa topluma ve dolayısıyla vicdanımıza ters düşecek eylemlerde bulunmak mı?
Tanımı her ne olursa olsun günah kavramı, çağlar boyu kişilerin yaşamlarında rol oynayan aşk ve çaresizlikle iç içe geçen bir olgu. Aşk, çeşitli kaygıların da yönlendirmesiyle yaşanan bir duygu. Çaresizlik ise insanları sevdiklerinden ayıran, mutsuzluğa iten ve tercihlerini yönlendiren en büyük etken.
Günahları 464 maddelik bir listede toplayıp ‘Bütün günahlarını itiraf etmezsen Tanrı gözünde iki misli suçlu olursun’ diyen ‘Tepelerin Ardında/ Dupa Dealuri/ Beyond the Hills’, tüm bu kavramlara, Voichita (Cosmina Stratan) ve Alina'nın (Cristina Flutur) arasındaki lezbiyen ilişkiye odaklı konusuyla, bir bakış açısı getirmekte.
Necip Fazıl’ın ‘Sana şahdamarından daha yakın Allah; Günah mı dedin, O'ndan uzağa düşmek günah’ mısralarıyla özetlediği inanç ve günah, Cristian Mungiu’nun yönetmenliğindeki ‘Tepelerin Ardında’ filminde Romanya’daki bir Ortodoks Manastırı’nda iki kadının sıra dışı ilişkisinden dolayı yaşananlarla irdeleniyor.
Mucizelere, şeytan çıkarma ayinine, büyülere inananların oluşturduğu toplumsal yapıda; yetimhaneden çıktıktan sonra gidecek yeri olmayanların, kocasından dayak yiyenlerin sığınağı, her ülkede farklı biçimde karşımıza çıkabilecek olan ‘Tepelerin Ardında’ki korunak... Ki, burada Manastır olarak yer almakta.
Alina’nın sevgi ve özlem duygularını mesafeli bir yakınlıkla karşılayan Voichita’nın buluşmasıyla açılışını yapan film, böylece hem yetiştirme yurdunda başlayan ilişkinin tek taraflı aşka dönüşmesinin hüznünü daha ilk andan itibaren hissettirmiş oluyor… Hem de Voichita’nın yaşatacağı çelişkili çaresizliğin haberciliğini yapıyor. Manastırdaki görevi su taşımak olan Voichita’nın toplumsal baskının etkisiyle kendisinden ayrılmasını kabullenemeyen Alina’nın, onu da beraberinde Almanya’ya götürme çabası, Voichita için elektriği olmayan Manastır’a elektrikli gece lambası hediye etmek kadar anlamsız!
Alina’nın arkadaşıyla yeniden eskiyi yakalamak için bulunduğu özverilerle gelişen öykü, ‘Ruhunda Tanrı olmayanlar hep yalnızdır’ bağlamında ilerleyip ‘Benim için dua edeceğinize cehenneme giderim daha iyi’ yaklaşımında noktalanıyor.
***
‘Gerçek inanalar için Ortodoks olmayan kiliseye girmek günahtır’ söylemindeki bağnazlığı, Batılı ülkelerin eşcinsel ilişki ve uyuşturucu serbestîsiyle yozlaşmış yaşam tarzlarını eleştirmek için kullanan ve oklarını Almanya’ya çeviren yapım ‘günahsız insanın huzur bulacağı’ tezini, tek umutları Tanrı’ya koşulsuz inanmak olan insanların bilinçsizliği üstünden gerçekleştiriyor.
Parasızlığın ve kimsesizliğin çaresizliğinden kurtulmak isteyenlerin girmek için can attıkları Manastır’da, ‘Gaz yoksa odunda yemek pişirin’ mantığıyla maddiyatı önemsemediğini gösteren ve ‘Para şeytanın gözüdür’ diyen Peder’in yaklaşımı, tüm karakterlerin içinde en mantıklı olanı. İnancını, kendi kurduğu dünyada yaşayıp insanlara günahın kötülüğünü anlatan Peder, Tanrı’ya inancın içten gelmesi gerektiğini vurgulayarak ve Alina’nın arkadaşını alıp gitmesinde ısrar ederek mantığını ortaya koymakta.
Onun direnmesine rağmen Rahibelerin teşvikiyle geliştirilen cehaletin nedeni, Alina’nın tutkulu aşkı ve Voichita’nın kendisiyle verdiği savaş! Duygularını, duyarsızlıkla bastırmaya çalışıp Tanrı sevgisinin ve günah kavramının arkasına saklanmayı tercih eden Voichita, bu anlamda hem melek hem şeytan kimliğiyle tüm yaşananların sebebi. Para sıkıntısı çeken ve dinin üst kademeleriyle sorun yaşayan Manastır’daki düzenin bozulmasında her ne kadar Alina sorumlu gibi dursa da asıl yükümlülük, bu ilişkinin Alina’nın ruhsal durumuna etkisini görmezden gelen Voichita’da!
Batı’ya çalışmaya gidenlerin başına her türlü iş gelebileceğini ince mesajlarla vurgulayarak ekonomik sıkıntıdaki ülke gerçeğine değinen yönetmen; parlak renkleri, günaha davet anlamında kullanmayıp mütevazılıği ve Tanrı’ya yakınlığı renksiz bir atmosferin varlığında yansıtarak alabildiğine gerçekçi bir görüntü yaratmış. Karakterlerin başarıyla yansıtıldığı yapımda diyaloglar da konunun özüne inmeyi sağlamakta. Bu ise 85. Akademi Ödülleri'nde ilk dokuza kalan yapımın Cannes Film Festivali’nde kazandığı ‘En İyi Senaryo’ ve ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödüllerinin boşa olmadığının kanıtı.
‘Böyle gelmiş böyle gider’ sözündeki umutsuzlukla, hastanelerdeki baştan savmacılığı, körü körüne inançla yaşanan olumsuzlukları, yetiştirme yurtlarının şartlarını ve düzendeki tüm çarpıklıkları özetleyen ‘Tepelerin Ardında’ için söylenecek son söz, sinema diline meraklı olanların kaçırmaması gereken güçlü bir yapım olduğu! Her ne kadar vizyona sokulması için geç kalınmış olsa da…
Anibal GÜLEROĞLU