Birkaç gündür Gülben Ergen magazin medyasının gündeminde. Nasıl olmasın ki? Denizden çıkarken selülitleriyle beraber görüntülenmiş! Bundan büyük suç düşünebiliyor musunuz? Geçen yıl Hülya Avşar malzeme olmuştu, yaz fırsatçılarının objektiflerine. Bu yıl da Avşar’ın selülitli ve göbekli fotoğraflarına ‘hamilelik’ yorumu getiren Ergen. İlle de selülit, ille de kilo, ille de kadınların orası burası…
Selülit ile zayıflık konusunu ağızlarına sakız yapıp sürekli gündeme getirenlere ‘Beyinlerinizde ne kadar selülit var’ diye sorasım geliyor. Başka işiniz mi yok sizin? Takmışsınız milletin etine, buduna; kırışığına, buruşuğuna. Sanat dünyasının, sosyetenin modası; birbirlerinin selüliti, estetiği üstünden hava atmak! Gülme komşuna gelir başına…
Kınama söylemlerine, kikirdeşmelere girişmeden, ‘Selülit nedir’ diye bir düşünün hele. Her mecrada sıkça bahsedilen, erkek sunucuların bile dilinden düşmeyen selülit, her şeyden önce bir hastalık. Yani keyfi bir durum kesinlikle değil! Bundan dolayı kimsenin ayıplamaya hakkı yok. Dünyaya gelirken bedenin, metabolizmanın oluşumunda söz sahibi değiliz ki! Kimi dünyayı yer, bana mısın demez. Kimi ömür boyu çırpınır, dayatılan ölçülere bir türlü gelemez. Üstelik sanki yeni keşfedilmiş gibi sunulan selülitin insan yaşamındaki mazisini görmek için eski tablolardaki kadın figürlerine bakmak yeter. Tanrı kadını yaratmış, selüliti de mayasına katmış! Bu doğallığın canını okumak da, durumdan vazife çıkartan işgüzarlara kalmış.
‘Selülit’ kadının suçu mu?
Kadınları aşağılama fırsatı olarak kullanılan selülit nedir? Bu kaçınılmaz illetin oluşumunda kadınların sorumluluğu ne derecedir? Gelin, bolca ahkâm kesilen bu konuya biz de kısaca bir göz atalım.
Selülit, en basit tarifiyle; derinin alt tabakasındaki yağ dokusunun çevresine yerleşen sıvı birikimleri. Kilo artışıyla çoğalsa da meydana gelmesindeki asıl sebep, hormonlar ve kan dolaşımındaki dengesizlikler. Yapıları değiştirilmiş besinler, tükettiğimiz yiyeceklerde kullanılan kadınlık hormonu, stres başta olmak üzere hava kirliliği vs. ile tetiklenen tiroit hastalıkları, hatalı diyet, hamilelik ve hatta yüksek topuklar nedenleri arasında.
Bunların sonucunda vücudun normalden fazla su tutması, dokulara daha az oksijen gitmesi ve cildin elastikiyet kaybı kadınların korkulu rüyası haline getirilen selüliti ortaya çıkartmakta. Kolaysa, engel olun bu mekanizmaya.
Selülit ,‘utanç’; tedavisi, et tezgâhında ‘kazanç’!
Zayıflarda ve çocuklarda da sıkça görülen; erkeklerin kas yoğunluklu bedenlerine bile musallat olan selülitin oluşum nedenleri ortadayken kadınların üstüne gidilmesi, ünlülerin bu noktadan vurulması, modernleştiği iddia edilen dünya düzeninin modası.Kilo, erkeğin zenginliği; selülit kadının rezaleti! Hadi oradan…
Kadınların, güzel görünme hevesi ve beğenilme tutkusu; erkeklerin, etle tatmin doyumsuzluğu acımasız sömürü düzeninin gaz vericileri. Bilmem kaç günde garantili selülit tedavisi… Cart terapi, curt diyet… Bitkisel formüller, işkenceye dönüşen sportif faaliyetler. Hepsi de, arka plandaki gerekçelerine bakılmaksızın, kadınlar için ‘utanç’ vesilesi sayılan selülitten kurtuluş mucizeleri.
Hangi mucize? Hangi tedavi? Kevgire çevrilen bedenlere enjekte edilen karışımlar mı kalıcı tedavi sağlıyor? Yoksa avuç avuç yutulan haplar veya türlü türlü aletlere denek olmak mı yeniden gelişmesini engelliyor? Geçiniz hepsini, bir kalem.
Çeşitli uygulamalarla desteklenmesi gereken yağ çektirmelerin çare olmadığını ünlüler başta olmak üzere uygulatanlar çok iyi bilir… İndirimlerle sunulan ve neredeyse her köşe başında uygulanan selülitten kurtulma paketlerinden kalıcı bir netice elde edilmediğini de! Aksi olsaydı bu dertten muzdarip olan kalmazdı.
Selülit, uygulamalar boyunca gider görünür, sonra misliyle geri döner. Hele bir de ‘Haşimato’ hastalığın varsa ki, son yıllarda sıkça görülen ve metabolizmayı yavaşlatan bir tiroit hastalığıdır, yandığının resmidir. Kurtul, kurtulabilirsen. Kabak haşlama, roka… Aşırı proteinle böbrekleri tehlikeye atan ‘dukkancı’ tayfa… Mangosu, tangosu; ananası, filetası hepsi son moda… Canlar dişe takılacak, bıçak altına yatılacak! Dön baba, dönelim… Boşa kürek çekelim.
Bedendekini bırak, beyindeki selülite bak!
Görüldüğü üzere, kameraların gazabından çekinenler çeşitli kazıkları soktursalar da nafile. Üç gün sonra kavuşuluyor yine selülite. Ardından Gülben Ergen ve diğerleri gibi ‘Şok şok şok’ anonslarıyla teşhir geliyor, cümle âleme. Bir kez yakalanılmaya görsün paparazzilere… Kurbanın ne yaptığı işin kıymeti kalır, ne de kişiliğindeki birikimin. İsterse dünyanın en akıllısı, en faydalısı olsun kimin umurunda… Aslolan güzel görüntü vermek!
Dıştan görünüşü, tornadan pardon estetikçi operasyonundan çıkmış gibi olanların sorunu yok. Beyni tın tın edermiş, sesi kargadan betermiş, bırakın rol kesmeyi daha iki cümleyi bile ezberleyemezmiş ne gam… Döksün ortalığa, silikonlu(aslında hepsi doğal der) memişlerini… Yaysın meydana, şimdilik selülitsiz olan tontişlerini… Yere göğe koymaz şakşakçıları, sanatçı(!) ve magazin camiasındaki.
Herkesin selüliti kendine, buyurun ‘vezir parmağı’ ziyafetine…
En nihayetinde, bedendeki selülit ortada. Kamerayı zoomlamak kolay onlara. Peki ya sığ düşünceleri aşamayan beyinlerdeki selülitler ne olacak? Onları görüntüleyip ‘Şok’ başlıklarla deşifre etmek mümkün mü? Boş verin onları. Gözden ıraklar nasılsa. Hem zaten kadın bedeni üstünden geçinenlere, düzgün kesim etten ötesi gerekmiyor sonuçta.
Selülit dolan beyinlere karşı; kadın budu, dilber dudağı ve hanım göbeğinin tüm haşmetiyle dik durmanın formülü, vezir parmağının tadımında! Keyifle yiyenlere afiyet şeker ola…
Anibal GÜLEROĞLU