Görünen köy kılavuz istemez. Daha yeni sezonun ilk bölümünden belliydi ‘Suskunlar’ın senaryosundaki iflas. Hatta bırakın ilk bölümü, fark yaratmak için öyküyle hiç ilgisi olmayan tuvaletli tanıtım dahi yeni sezonun ‘fos’luğuna delaletti.
Fanları kızacaktır ama çekim kalitesi ve oyunculuğu gayet başarılı olan ‘Suskunlar’, öyküde hazıra konmanın ötesinde hapishanedeki çocuk sahneleri üstüne yoğunlaşıp Ahmet Kaya şarkılarıyla prim yaptı. Başı sıkıştıkça da çocukluk anılarına dönüp izleyiciyi çekti.
Nereye kadar? Baklavadan sebeple düşülen hapiste yaşanan kötülüklerin intikamı alınana kadar… Bu intikam ateşi ilk sezonu kotardı. Ancak malzeme de tükendi.
Sonrası? Dizinin devamı için Gurur’un intikamı yaratıldı. Yaratılmasına yaratıldı ama hem fazlasıyla zorlanılarak, hem de cümle karakterler aptal konumuna sokularak.
Zorlamanın doğal getirisi, inandırıcılığı sıfırlayan mantıksızlıklar… Ve izleyici memnuniyetsizliğiyle gittikçe düşen reytingler!
Ahu’nun hafiyeliği, Ecevit’in avukatlığı…
Nisan’ın devreye sokulmasıyla tüm akli melekelerini yitiren ve ruh kurtarıcılığına soyunan Ecevit, ‘hanım köylü’ olmuş durumda. Nisan’ın tekne masalına sorgulamadan kandığı için, avukatlıktan da sıfır not aldı.
Avukat dediğin şüpheci olur. Hafiyeliğe girişen Ahu, eliyle koymuş gibi Nisan’ın geçmişini buluyor. Ama Ecevit, Gurur’un pişmanlığıyla aynı anda ortaya çıkan kadının geçmişindeki boşlukları sorgulamayı dahi akıl edemiyor.
Tekneden kocası düşen bir kadının, uzak diye kaptan köşkünden yardım istemeyip denize atlamasına hangi aklı başında avukat inanır. Tut ki, sarhoştu atladı. Pervaneden alınan yaranın ardından ölmemesi mucize. Parçalanmaması, sırtında dandik izlerle sağ kalması bir yana, karanlık denizde nasıl görülüp çıkartıldı? Kaptanın görmeyip yoluna devam ettiği söylendiğine göre Nur’u denizkızları mı kurtardı? Sırf bu ölme isteği palavrası duyulmasın diye, hastane dosyasına gizli ibaresi konulmasına inanmaksa ayrı bir saçmalık.
İşinde başarılı olduğu havasıyla ‘Suskunlar’da boy gösteren Avukat Ecevit eğer gerçekten başarılı bir avukat olsa bu soruları ve daha fazlasını akıl ederdi.
Müthiş bir iz sürüşle Nisan’ın yaşadığı beldeyi bulan ve fotoğrafçıdan, başhekime sorgulanmadık adam bırakmayan Ahu Hanım’a nedense Nisan’ın ofisinde ‘kal’ gelir. Böylesine cevval olan kızımız içeri girip Nisan’ın kimle konuştuğunu görmek yerine, camın önüne gelip Nisan’ın kendisini fark etmesi için bekler. Bu da yetmez kapı önünde ‘İçeride kim var şamatası’ yapılır ki Gurur kaçsın. Nisan’ın telefonla konuştuğuna inanan Ecevit ise ağır ithamlar karşısında kuşkuya düşüp ‘Göster bakalım telefon kaydını’ deme ihtiyacı dahi hissetmez. İnsaf ki ne insaf... Konu uyarlanmış da, Amerikan avukatlarından hiç nasiplenilmemiş.
Çekiçli İlah Sarı, ‘insaf’a tavan yaptırdı
Öyküsünü geliştirirken faul bolluğu yaşatan ‘Suskunlar’ın son bölümde en çok ‘İnsaf’ dedirtenlerden biri de Sarı’nın sergiledikleri!
Çocuksu tiplemesi hoşa gitti diye saflığı gittikçe abartılarak komikleştirilen İbo’nun köftecisine imrenip sırasını kullanmaya kalkan Sarı, sözde sağ gösterip sol vurdu. Böylece, ‘Maç’ şifresiyle uyaran Sarı’nın niyetini anlayamayan Ecevit’e de hapishane anılarına dalma fırsatı doğdu. Maksat, zaman doldurmak. Fitneci karılar gibi ortalıkta dolaşıp laf karıştıran Gurur’la tayfasını da buna alet yapmak.
Hoş, anılardaki futbol maçından çıkan tablo da bir garip… Bir sezon boyunca hapis ortamındaki düşmanlıktan bahsedildi. Şimdiyse takımlar kurup karşılıklı maç yapıldığı gösteriliyor. Başka çocuk mu yokmuş da bizim suskunlar, kendilerini döven, tecavüz edenlerle güle oynaya futbol oynamışlar? Skor yazmayı da unutmamışlar. Anlam vermek mümkün değil.
Maç olayını bırakıp Sarı’nın üç beş eşyalı dükkânının yangın komedisine geçelim.
Burada dizicilerimizin genelinden ricam, ya adam gibi yangın sahnesi çekilsin ya da vazgeçilsin! Bir türlü inandırıcı, gerçekçi yangın sahnesi yapılamıyor. Buradaki de öyle.
Taştan ibaret mekânın zeminine birkaç ateş atılıyor. Ama ne hikmetse masa, sandalye sanki üstlerine benzin dökülmüş gibi aniden tutuşuyor. ‘Ateş olmayan yerden duman çıkmaz’, diyen atalarımız yanılmış. Öbek öbek alevler yükselirken duman hak getire. Yangın boyunca mahallelinin ölüm uykusunda olması tam gaflet! Ne itfaiyeden, ne de polisten eser yok.
Sarı desen almış eline çekici, bir ona bir buna sallıyor. Çekiçli İlah Thor görse hasetinden çatlar! Balta olsaydı Zagor da çatlayabilirdi.
Bu Oscar’lık görüntüde kötü adamların da hakkını yememek lazım... Çok mertler doğrusu. Hem silah kullanmak yerine çıplak elle saldırıyorlar, hem de sıralarını bekliyorlar. Sarı, birini iyice çekiçledikten sonra diğeri ‘Bana da vur’ dercesine geliyor. Arkadaki şöminevari alevlerle pek bir vahşi görünen Sarı da ‘Allah yarattı’ demeden indiriyor. Fakat bu bile, mantığın tükendiği yerde sanal gazdan medet uman ‘Suskunlar’ı kurtarmaya yetmiyor.
‘Suskunlar’ı kurtarmanın çaresi!
Müziğiyle kafa yaptıran, Çekiçli İlah Sarı’sıyla kafa kırdıran, avukatlığın beceriksizlikten ibaret olduğunu ispatlayan Ecevit ve tekmiliyle kafa bulduran ‘Suskunlar’ın, mavi camdan öngörülüp beyaz camdan ispatlandığı kadarıyla, gidişi gidiş değil.
Kurtuluşun çaresi; Ahmet Kaya parçalarına daha çok ağırlık verilip damardan gidilmesi ve ilk sezondaki gibi hapishanedeki taciz sahnelerinin sık sık gösterilip duyguların sömürülmesi. Olmadı Ahu’ya taciz yaratılarak tecavüz heveslilerinin tatmin edilmesi.
Bir de en önemlisi, Takoz’un dilinin çözülmesi! Takoz bu işi iyi kıvırıyordu. O konuştukça, kötülüğün dayanılmaz cazibesi izleyiciyi çekiyordu. Gurur’la ‘kötü adam’ tatmini yaşanmıyor.
Bunlar yeniden devreye sokulmazsa, ‘Suskunlar’ı süzme bakışlı, sırttan yaralı Nisan Misan kurtaramaz. Bu böyle biline!
Anibal GÜLEROĞLU