Uzaylı yaşam formlarının türevlerini dünyaya salıp çeşitli fantastik işgal öyküleri yaratarak sinema sektörüne katkıda bulunanlar bakmışlar ki bu işin suyu ufak ufak çıkmak üzere, uzaylı-dünyalı savaşına farklı bir renk katmak için kolları sıvamışlar.
Özellikle gençlerin, bilgisayar oyunları kıvamında görselliğe sahip olan, sağır sultanları bile canından bezdirecek yükseklikte ses seviyesi eşliğindeki gürültü ve karmaşa ortamında gerçekleşen devasa yaratıkların savaşından haz aldıkları bilinciyle yönlenen bu yenilik arayışı neticesinde de ortaya ‘Pasifik Savaşı/Pasific Rim’ çıkmış.
Beklenenin aksine uzaylı yaşam formlarını Pasifik Okyanusu’nun dibinden çıkartan filmin senaristi Travis Beacham’ın yaratıcılıktan pek de nasiplenememiş öyküsüyle yol alan ‘Pasifik Savaşı’, ilk bakışta Japoncada ‘canavar’ anlamına gelen Kaiju’ları yok etmek için insan eliyle yaratılan devasa jaeger’lar yani avcılarıyla ‘Transormers’ların atmosferini çağrıştırmakta.
Öte yandan, dışkıları toksik olan ve bedenlerinin her parçası borsada satışa sunulan, Kaiju’lara karşı savaşlarını ‘Birlikte kazanabiliriz’ felsefesine dayandırıp ‘Savaşçılar arasındaki bağ ne kadar derinse, savaş gücü de o derece yüksek olur’ mantığıyla işbirliğine giren nöral temaslı pilotlarıyla da, insan karakterlerin güçlerinin birleştirilmesiyle oluşturulan ‘Power Rengers’ robotunu anımsatmakta.
İlk saldırıyı San Francisco’dan başlatıp, yaratılan Jaeger’larla galibiyet görüntüleri sergileyen öykü girişi, zafer kazanıldıkça tehlikeyi propagandaya dönüştüren insanları, 2020 yılında Alaska’da evrimleşen Kaiju belasıyla karşılaştırıp gelişmekte. Bu gelişimin dramatize edilme noktasındaki rutin ise yine otoriter güçlerin egosuyla sergilenen hataların mevcudiyeti ve kısa süreli küskünlük dönemi…
Sert görünümünün altında duygusal bir insan barındıran Mareşal… Kardeşinin ölümünü beyninde yaşamaktan dolayı bunalım takılan eski avcı pilotu… Çocukluğundaki Kaiju saldırısının intikamı için yanıp tutuşan jaeger restorasyon görevlisi Bayan Mori… Kaiju hayranı çatlak ama zeki bilim adamları tiplemeleri… Dört ayaklı dost kadrosundan sevimli mi sevimli bulldog… Ve avlanan Kaiju’ları parçalayıp savaş nimetine dönüştüren Hannibal!
Karakterleriyle türünün dışına çıkamayan ve sonucu baştan malum olan ‘Pasifik Savaşı’nın içeriğini yüceltme ve tehlikenin büyüklüğünü vurgulama aşamasındaki ‘Bazı şeylerle savaşılamaz ama eğer savaşa girişen jaeger ise durum değişir’ kahramanlığı da fazlasıyla tanıdık.
Politikanın, şiirin ve vaatlerin yalan olduğunu vurgulayıp ‘Kader, cesurlardan yanadır’ diyen yapımdaki en önemli ayrıntı; ozon bozulması, azalan oksijen ve kirlenen dünya nedeniyle kendilerine uygun ortamı bulan canavarların yeryüzüne çıktıkları söylemi!
Bu saptamalarla, insan eliyle kirletilen dünyanın yaşamı tehlikeye sokacak her tür kötülüğe davetiye çıkarttığı ve insanlığın yok olmasına sebep olacak tüm musibetlerin temelinde yine insani bencilliğin bulunduğu hatırlatılmakta… Ki bu da son dönem bilimkurgularının ortak mesajı! Bunun ötesinde kayda değer bir içerik bulunmamakta.
Yapımcı ve yönetmen Guillermo del Toro’nun başarısı da yapımın bütününe yaygın değil. İnsan beyniyle yönetilen robotları, görüntüleri farklı olsa da aynı DNA yapısına sahip dinozor azmanı canavarlarla çarpıştıran Hong Kong’daki dövüş sahnesinin dışında başarıyı yakalamak zor.
Diğer yandan mantığın tamamen sıfırlandığı ‘Pasifik Savaşı’nda en büyük sorun yıllar boyu süren savaşın anlamsızlığı! Desteksiz yürütülen senaryo, jaeger gibi bir savaşçı yaratıp son zamanlardaki filmlerde moda olduğu üzere şehirleri dış tehlikelerden koruyan Hayat Surları inşa eden insanoğlu, madem bu kadar kolay sonuca ulaşacak neden en başından bu yolu denemiyor, diye de kendini sorgulatmakta… Nükleer enerjiyi ön plana çıkartma hedefi açıkça ortada olan yapımdaki bu aksaklık, yönetmen eliyle de kamufle edilememiş.
Oyunculuklardaki zorlamanın had safhada olduğu yapımda aklıma takılan bir başka ayrıntı, DNA yapılarının aynılığından dolayı birbirlerinin klonu olduğu söylenen canavarın hamileliği! Fabrikasyon üretim varsa o zaman olaya heyecan katmanın ötesinde hiçbir anlam taşımayan bu hamilelik nasıl izah edilebilir? Bunun gibi yönetmen gözünden kaçtığı bariz olan pek çok mantıksızlık bulunmakta. Herhalde o gürültü patırtıda göze çarpmayacağı varsayılarak üstünde durulmamış.
Dramatize edilmiş sahnelerindeki ruhsuzlukla zaman zaman gözkapaklarını ağırlaştıran ‘Pasifik Savaşı’nda, vakit doldurmak için yaratılmış sekanslardaki anlamsızlık da diz boyu. Mesela parçalanmış jaeger’ın içinden çıkıp yere yığılan kahramanımıza(kahraman demek zor ya neyse), ‘Bayım yardıma ihtiyacınız var mı’ gibisinden abuk soru yönelten kıyı ganimetçisi sivil saçmalığı ya da Kaiju ile Jeager arasında kalan ve akıbeti belirsiz bırakılan balıkçı gemisinin bir tas sudaki oyuncak tekne gibi çırpındırılışı sabır testi adeta!
Rusların her tür patlayıcıyı istenen miktarda bulabileceği nakaratıyla, alışılmış siyasi sinema misyonunu da araya sıkıştırmayı ihmal etmeyen ‘Pasifik Savaşı’, mantıktan yoksun konusu ve canlandırmadan yana zayıflıklarını efektlerle kotarmış yapısıyla izlenmeye değer mi noktasına gelince… Hani bir söz vardır… Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık… İşte o hesap! Ama en azından Akademi Ödüllü görüntü yönetmeni Guillermo Navarro’nun ve yönetmen Guillermo del Toro’nun böylesine beter bir senaryoyu ayakta tutan dövüş konseptinin hatırına izlenir.
Pasifik Okyanusu’nun dibinden gelen tehlikenin yansıtılmasında ‘Büyük düşün ya da öl’ gibi büyük bir lafla yaratılan çelişkide durum bundan ibaret.
Anibal GÜLEROĞLU