Küçük Osman’ın filozca anlatımı, Kaptan Ali’nin hoyratlığı ve Mete’nin ‘Ali Kaptannn…’lı kavgalarıyla izleyiciyi ekran başına toplayan ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’, her bölüm zamanı biraz daha ‘zor geçer’ hale getirmeye başladı. O kanlı-canlı dizi gitti. Yerine, müziğin inişli-çıkışlı temposundan medet uman bir bıktırıcılık geldi. Tabii bu doğrultuda reytingler de düşüş sürecine girdi. Önceleri yüzde 45'lerde olan dizi şimdi 30'lu rakamlarda! Peki, niye böyle oldu?
Diziyi çekici kılan ana nokta, Karolin-Ali Kaptan birlikteliğiydi. Evini ve ailesini başka kadın için harcayan Ali Kaptan’la, ‘karaçalı’ Karolin’in ilişkisinden doğan dram özellikle kadın izleyiciyi çekiyordu. Yeni dönemde hevesi tükenen, ateşi sönen Ali Kaptan, hatasını anlayan pişman erkek kimliğine bürününce, çatışmasever medya tüketicisinin de heyecanı köreldi. Bu ilişki kadar ilgi çeken bir diğer nokta, kendi küçük felsefesi büyük Osman’ın varlığıydı. Mahzun duruşu ve dış sesle aktarılan hayat değerlendirmeleri, gözleri şelaleye çevirmek için birebirdi. Ama geçen zaman onun da cazibesini öğüttü. Yıllara meydan okurcasına aynı kalıp adeta zamanı durduran Osman, yerini başkasına terk etmeyince, yaşıyla orantısız görünüşü inandırıcılıktan uzaklaştı. Bu mantıksızlığı gözden kaçırmak içinse ders bahanesi yaratılıp ilk günkü boyutunda kalan Osman’ın rolü azaltıldı. Deli fişek Mete’y gelince… ‘Hayrettin Show’a malzeme olan tavırlarıyla dizinin tatlı-acı sosuydu. Onun tavırları da, Ali Kaptan’ın ‘ilgili baba’ kimliğine karşı eskisi gibi kullanılamaz oldu.
Bu ailevi canlandırmalar dışında sağ-sol çatışmalarıyla yansıtılanlar da diziye ilginçlik katıyordu. Yıllarla ve tepkilerle bağlantılı olarak onlar da duruldu. Bunların boşluğunu doldurmak için yeni karakterler gerekti. Kenan Bey ve Nihal yaratıldı. Ne var ki, Nihal’i Mete’ye aksiyon aracı olarak ölçülü kullanan senaryo Kenan Bey’de ipin ucunu kaçırdı. Onun üstünden gelişme çabasıyla Kenan Bey’e o kadar çok yüklenildi ki, gizemli bir geçmişten gelen bu karakter, zorlama sahnelerin mantıksızlığında yozlaşmaya başladı.
Holdingin tamamına sahip olmak için, mali ve hukuki düzeni allak bullak ederek anlamsızlıklar sergileyen Kenan Bey, karısının hisselerinin peşine düştüğü andan itibaren adeta Süpermen’e döndü. Çat orada- çat burada… Pat şirkette- pat Selma Hanım’ın yanı başında… Yani hangi kapının arkasına bakarsanız Kenan Bey çıkıyor karşınıza. Kim bir şey konuşacak olsa, kim bir yere gitse Kenan Bey peşinde. Selma telefona uzanır, Kenan Bey kapar elinden. Ali Kaptan biriyle konuşacak olur, Kenan Bey arkasında belirir. Adam değil radar mübarek. Herkesin ne yaptığını algılayıp yamacında bitiveriyor. Bu durumun izleyiciye heyecan vermekten ziyade konuyu sürüklemek için yapıldığı kesin. Ama sürekli hale getirilmesi yanlış ve bıktırıcı. Tıpkı, Mete’yle Nihal’in ekran başındakilere zamanı dar eden sorgu süreci gibi!
Uzun bakışmalar… ‘Dam, dam’ vurgularla yürek titretmeyi hedefleyen bir müzik… Tek tek her yüzü yakın plan verilmesi; sıra tamamlanınca baştan alınması… Zoraki bir titremeyle, şok halini yansıtmaya çalışan dili tutuk çocuk… Ve ‘Bu mu, yoksa bu mu’ sorgusuyla doldurulan zaman… Parmakla göstermeyi akıl eden sorgu memurlarının aklına nedense ‘Al oğlum yaz’ demek gelmez. Defalarca sorulur; ‘Bu mu yoksa bu mu’? Böylece tam beş dakika geçer. Beyinlere uzun uzun işlenen bu sorgu süreci bölüm sonu-bölüm başı verilir. Suskunluğun yürek tüketiminde akıllara takılan soru; Aylin tutkunu Doktor Tarık’la Soner’e musallat Doktor Gülay’ın hangi ara hastanede çalıştıkları olur. Performans yarışının olmadığı yıllarda doktorlar alabildiğine özgürmüş demek ki!
Karakterlerine sırayla hastane-hapishane arasında mekik dokutan ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’, aksaklıklarına rağmen, mevcutlar arasında ‘iyi’ kategorisine giren dizilerdendi. Ama şimdi zorlamalar ve abartılı uzatmalarla işi sürüklemeye başladı. Bu tempoda giderse, düşüşe geçen izleyicisindeki kaybı her geçen hafta artar!
Anibal GÜLEROĞLU