Oğullarımız, kızlarımız… Yani evlatlarımız. Dar çerçevede ailelerin, geniş anlamda toplumların gelecekleri. Onlar üstüne söylenecek çok söz, yorumlanacak çok husus var kuşkusuz. Lakin bu noktada ilk öne çıkan konu, varlığımıza anlam katan çocuklarımızı nasıl yetiştirdiğimiz! Zira gerek ailelerin gerekse toplumların bekası ve dahi dünyanın selameti için oğulların, kızların sağlam ve düzgün karakterli olması çok önemli. Bozuk olanı düzeltmenin zorluğu muhakkak. Nitekim ‘Sağlam çocuklar yetiştirmek, arızalı insanları düzeltmekten kolaydır’ demiş kölelik karşıtı devlet adamı Frederick Douglass.
Hal böyleyken ailelerin ve çevresel faktörlerin yönlendiriciliği giriyor devreye. Çocuklarımızı yetiştirirken onlara gösterdiğimiz sevginin-toleransın-ilginin ölçüsü, öğretilerimizin niteliği-kalitesi ve baskıcı eleştiriden ziyade örnek olarak sevk ettiğimiz yolların doğruluğu ileride nasıl bir yetişkin çıkacağının ölçütü durumunda. Ne ekersek onu biçeriz nihayetinde. Hani ahlâkbilimci Joseph Joubert ‘Çocukların eleştirmenden ziyade doğu rol modellerine ihtiyacı vardır’ demiş ya… İşte o hesap.
Öte yandan oğullarımızı-kızlarımızı yetiştirirken onların kendi benliklerini yok etmemeye özen göstermemiz de önemli bir husus. Aksi takdirde sadece kalıplarla şekillenen kişilikler, özgür irade ortaya koyma yetisinden yoksun kalacaktır. Algılama, sorgulama ve zihinsel muhakemeyle doğruyu bulma becerilerinin yerini ezberciliğe dayalı bilgi edinmenin kısıtlayıcılığı alacaktır.
Velhasıl; çocuklara bilgileri verip doğruyu gösterirken onların söylediklerini dinlemek ve isteklerini göz ardı etmemek de geleceğin yetişkinlerinin kalitesi adına önemli bir ayrıntı! Dahası tüm bu önemli gerçeklerin çocukları ve dolayısıyla toplumları şekillendirmede etkili olan yetişkinlerin zihinlerine işlenmesi de şart. İşte tam da bu noktada yaşamla paralel yol alan ve günümüz insanının vazgeçilmez zaman geçirme aracına dönüşen kurguların yapıcı örnekliği ayrı bir değer taşımakta.
Nasıl ki, dilbilimci filozof Noam Chomsky’nin ‘Çocuk kafasının içi bilgiyle doldurulacak bir kap değildir. İstediğince açmasına yardım edilecek bir çiçektir’ sözüyle aktardığı bu gerçek şimdilerde, bütün çocukların masumiyetini vurgulayarak yüzünü gösteren ve söyleyecek çok sözü olduğunu ilk etaptan belli eden ‘Oğlum’ dizisiyle kendini göstermekte.
BÜTÜN ÇOCUKLAR MASUMDUR…
AY Yapım’ın dizilerini çoğunlukla sevmişimdir. Genelde içi boş olmayan senaryolarla kaliteli performansları bir araya getiren işlere imza attıkları için olsa gerek. Bu tablo yeni sezonda da değişmedi. Daha önceden de belirttiğim gibi AY Yapım kayda değer projelere imza atmayı sürdürmekte.
Nitekim Ahmet Katıksız’ın proje ve senaryo tasarımını üstlendiği… Hürer Ebeoğlu ve Sevgi Yılmaz’ın kalemini Gökçen Usta’nın rejisiyle buluşturan Show TV’nin yeni dizisi ‘Oğlum’ da bu sürecin bir parçası olarak karşımızda. Peki, ‘Oğlum’ ne söyleyecek izleyicisine?
Aslına bakarsanız farklı hayatlara sahip çocukların hayatlarından kesitler sunup yaşanan acı bir olayla değişen hayatlar üstünden ilerleyecek olan ‘Oğlum’un söz sıkıntısı çekeceğini hiç sanmıyorum. Zira bir ‘umut hikâyesi’ olarak yola çıkıp iki farklı aile tablosunu ele alacak olan dizinin temelinde ‘Bütün çocuklar masumdur’ mantığı yatmakta. İçerik, çocukların masumiyetine dayandırılınca da buradan gelişim yaratıp mesaj vermenin önü açık oluyor haliyle. Konuyu daha netleştirecek olursak…
Merakla beklenen ‘Oğlum’un tanıtımı bir çocuğun neşe dolu parkta geçen rüyasından açılıyor öncelikle. Bu etapta çocuk rüyasının renkli güzelliği vurgulanırken devamında çocukların, kendilerini anlamayan anne babalarıyla, mutsuz yetişkinlerle uğraşmak zorunda oldukları dillendiriliyor… Ve onların ancak uyurken gördükleri rüyalarla mutlu olabildikleri hususuna işaret ediliyor.
Bu, gerçekten de dikkate değer bir ilk adım mesajı! Çünkü çok yönlü bir yapıya sahip. Hem kendi anne babalarından gördüklerini uygulama yoluna giden ya da o yoldan gitmemek için ipin ucunu tamamen koyuveren ebeveynlerin tavırlarını yatırıyor masaya… Hem de hayatla mücadele durumundaki kaygı dolu yetişkinlerin çocuklarının hayatındaki olumlu-olumsuz rolünü ortaya koyma noktasında dizinin nasıl bir yol haritası izleyeceğini gösteriyor bizlere.
Karakterlerin derinliğini hissettiren başarılı performanslarıyla gönlümüzde taht kuran Canan Ergüder’i yeniden izleme fırsatı yaratırken onun canlandırdığı karakter üstünden ‘Bir suç varsa bir de suçlu var demektir. Peki suçu işleyen masumiyetin ta kendisiyse, bir çocuksa mesela kimdir o zaman suçlu? Hangimiz? Hepimiz mi yoksa’ sorgusunu yapıp bütün çocukların masumiyetinin altını çizen ve bu masumiyetin yetişkinler eliyle nasıl bozulduğunu hatırlatan ‘Oğlum’un bir diğer mesajcı sözü, ‘En zor bağışladıklarımız çocukken bize yapılanlar mı’ sorusuyla çıkıyor ortaya… Ki bu soru, çocukluktan yetişkinliğe gelişen olumsuzlukların-kötülüklerin de ana kaynağına işaret eder durumda. Dahası bu soru vasıtasıyla günümüzde hızla artan suç vakalarının derinliğine inmemiz gerektiği gerçeğinin altı çizilmekte. Tabii anlayana.
Bunun ötesinde her istediği yerine getirildiği halde asıl ihtiyaç duyduğu aile ilgisini göremeyip dışardan gelen tehlikelere ve istismarlara açık pozisyona düşen çocukların sürükleneceği kötülük girdabına dikkat çekmek için ‘Bu çocuğun doğru düzgün bir arkadaşı var mı’ sorgusuna yöneldiğini de görüyoruz ‘Oğlum’un. Sahi, kaç ebeveyn günlük yaşamın kaosundan fırsat bulup da layıkıyla ilgilenebiliyor çocuklarının iç dünyasıyla?
İlaveten… Günümüz çocuklarının eve kapanıp ‘Telefon-tablet-bilgisayar oyun üçgeni’ne sıkışık yaşamlar sürdüklerini işlerken teknolojik gelişimden doğan suç yönlendiriciliğini hedef tahtasına koyan yapımda ‘Bütün çocuklar masumdur’ mesajcılığından ‘Çocuk ölür mü’ feryadına köprü kurulması da çarpıcı bir ayrıntı! Büyüklerin hatalarından gelişen durumlara kurban giden çocuk sayısının çokluğunu düşünen var mı, dercesine… Düşünelim, düşündürelim.
SONUÇTA; Efe’nin her şeye rağmen kaybetmediği umudu üstünden yol almaya hazırlanan ‘Oğlum’, bir yandan ‘Bütün çocuklar masumdur’ fikrini aşılayıp onları kötülüğe teşvik eden arka planındaki motivasyonlara saptamalar yapacak… Bir yandan da hayatın oynadığı oyunlardan doğan boşlukların, kayadan fışkıran çiçek misali, umutla nasıl doldurulacağını gösterecek bize.
Canan Ergüder’in yanı sıra Songül Öden, Feyyaz Duman, Timur Acar, Kubilay Aka, Nihal Yalçın ve Tuğçe Açıkgöz gibi başarılı isimlerin yer aldığı ‘Oğlum’un sözü ebeveynlerin çocuklar üstündeki etkilerine yönelik anlayacağınız. Böylesi derinlikli bir konuya ilgi duyulması ve herkesin kendine göre bir pay çıkartması da kuvvetle mümkün.
Lakin duygusal boşluğu es geçen ebeveynlerin, çocuklarının arkadaşsız ve asosyal bir hale düşmesi konusunda muhasebeye girmelerini sağlamaya ve yaptıkları hatalarla yüzleşmelerine çocukların koşulsuz masumiyetini vurgulayan ‘Oğlum’un sözleri ne derece etkili olur? İşte orası meçhul.
Biz yine de bol şans dilediğimiz ‘Oğlum’dan feyz alıp ‘Umut, her zaman bir yolunu bulur, kayadan fışkıran bir çiçek gibi…’ diyelim ve iyilik yolunda beklentimizi hep diri tutalım.
Son söz ünlü yazar-şair Oscar Wilde’dan gelsin… ‘Çocukları iyi birer insan yapmanın en iyi yolu onları mutlu etmektir’.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal