1461 Trabzonspor’un Galatasaray’ı Arena’da müthiş bir performansla hezimete uğratıp eleyerek, Fatih’i zıvanadan çıkarttığı günümüzde, asırlar öncesini kurgulayan ‘Muhteşem Yüzyıl’ın Harem’inde yaşananların Sultan Süleyman’ı küçülttüğünü düşünenler de zıvanadan çıkmayı sürdürmekte…
Sezen Aksu’nun da işaret ettiği gibi, millet iradesiyle koltuklara geçip milletin iradesiyle reyting zirvesine oturtulan bir yapımı alaşağı etmek isteyenlerin zıvanadan çıkma durumunda vardıkları nokta kesinlikle hoş görülemeyecek boyutlara ulaşmış durumda.
Hani bu çıkışları, bütçe görüşmelerine dahi taşınan ‘sucuk’ muhabbeti kıvamında değerlendirmeye kalksak da nafile. Çünkü iler tutar tarafı yok. ‘Behzat Ç.’nin ilişkisinden girip orasını burasını kuşa çevirerek canından bezdiren ve her geçen gün yeni bir çıkışla karşımıza gelen bu yasakçı zıvana durumunda amaç, üzüm yemek değil bağcıyı dövüp üzümlerinden şarap olur bahanesiyle de çaktırmadan tüm bağı talan etmek.
***
Şimdi bu ‘yasakçı yasa’ kıvamına dayandırılan ‘Muhteşem Yüzyıl’ yaygarasında yaratılan manzaraya bakıp da susmak olur mu? Olmaz tabi. Biz de, bir kez daha ‘Memleketin cümle sorunu bitmiş bir dizinin tarihi saptırması mı kalmış geriye’ diye sual edelim dedik.
21. yüzyıla gelmiş Atatürk Türkiye’sinde, bırakın gerilemenin ilk adımı olan ‘Muhteşem Yüzyıl’ı, yakın tarihteki Kurtuluş Savaşı’nın tüm emeklerini boşa çıkartan eylemler sürüyorken… Hala emperyalist güçlerin desteğiyle aynı topraklar üstünde yaşayanlar birbirine kırdırılıyorken… Dizilerden bir nebze nefes alan vatandaş, sermayesinin çoğu yabancılara ait olan bankaların kart motivasyonuyla coşup tıknefes olmuşken… Emekli maaşlarının, asgari ücretin komedi düzeyinde kaldığı ülkede, benzin, internet, iletişim, elektrik, doğalgaz gibi temel giderler dünyayı sollamışken…Ve dahi nice saptırma oyunu oynanıyorken...
Yemeyip içmeyip dizilerle uğraşmak; kanun teklifleri vermeye kalkıp kurgu olduğu defalarca belirtilen, yurt dışına satılarak ülkeye kazanç sağlayan yapımları baskılamaya çalışmak oylarla işbaşına gelip, vergilerle maaşlarını alanlar için abesle iştigal bile olamaz!
Bu olsa olsa, insan ufkunu geliştirmeye, farklı düşünme penceresi açmaya yarayan kurgu dünyasını sansürleyip kendi görüşlerini dikte etme isteğinin başlangıcı olur.
***
Bu istektekilere sormak lazım… Tarihi değerlerimiz, Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin 1299’daki kuruluşundan bugüne, zarar görmeden nesilden nesle aktarılmış da iki satırlık diziyle mi hacamata uğrayacak? Kaldı ki, dizinin ötesinde internet çağında pek çok aykırı anlatıma rahatlıkla ulaşılması da pekâlâ mümkün!
Yoksa ‘zıvanadan çıkartıcı’ görülen dizileri hizaya getirmenin ardından sıra internete mi gelecek? Olur mu, olur!
Öte yandan sözde ahlakçılık adına, dizilerin Türk aile yapısını bozduğu safsatasıyla sansürü devreye sokma heveslilerinin aile kavramından anladıklarını da merak etmemek imkânsız.
Kadınların erkeğin bilmem kaç adım gerisinden yürüdüğü, kuma üstüne kuma getirilmesini hazmetmek mecburiyetinde tutulduğu, bir de yetmez üç tane yaklaşımıyla kurulan aileler mi ahlaki değerlerini yitirmesinden korkulan Türk ailesi? Yoksa ‘Erkeğin elinin kiri’ düsturuyla yetiştirilen adam görünümlü zorbaların dayak, aldatma gibi olumsuzluklarına isyan eden karılarını dövdükleri hatta öldürdükleri yapılaşma mı dizilere karşı korunmaya çalışılan?
Siz önce, baba evinin esaretinden koca evinin dayakçılığına… Tek eşliliği yerle bir eden sözüm ona aile yapılarına bir çekidüzen verin. Sonra dizilerin bu rezaletlerle bezeli aile yapısını ne derece bozduğunu oturup düşünürsünüz. Hakiki Türk ailesi böyle eften püften şeylerden bozulmaz zaten!
Üç farklı hayatın ‘Açlığa Doymak’ noktasında kesişen öyküsü
Kimileri, ‘Muhteşem Yüzyıl’ nimetinden faydalanıp ‘sansür ve baskı’ açlığını gidermeye çabalarken, kimileri de farklı açlıkları tek bir yapımda birleştirerek insan doyumsuzluğunu sergileyen ‘Açlığa Doymak’ filmini çıkarıyor karşımıza.
Dizilerin içerik ve yayın politikasının siyasi otoritelerin oyuncağı haline getirilmeye çalışıldığı, böylece beyinlerin örümcek ağıyla sarmalanıp düşünemeyen robotlar yaratılmak istendiği gerçeğinde, ‘Kurtlar Vadisi: Filistin’ ve ‘Muro: Nalet Olsun İçimdeki İnsan Sevgisine’ adlı filmlerin yönetmeni Zübeyir Şaşmaz’ın ‘Açlığa Doymak’ hikâyesi, cesur karakter çözümlemeleri ve açlık grevleri, baskılama, kendiyle barışık olma gibi olgularıyla gündeme denk düşmekte…
***
Gerçekçilik adına özenli çalışmanın yürütüldüğü, yanmış bedenlerin, kadavraların ve yağ çekme ameliyatının en detaylı görüntülerinin verildiği ‘Açlığa Doymak’, üç insanın kişisel açlıklarından yola çıkıp toplumsal yapıyı sarmalıyor.
Sivaslı bir ailenin kızı olan ve masum masum tıp okurken abisinin sağcılar tarafından öldürülmesiyle kendini örgüt çatışmalarının içinde bulan Sena’nın intikam açlığıyla gerçekleştirdiği bombalı eylem ve sonrasında girişilen ölüm orucu neticesinde günden güne erimesi…
İşinden kovulmanın ardından kitap yazmaya soyunan ve Sena’nın bombalı eyleminde tüm ailesini kaybederek intikam hırsına kapılan gazeteci Eyüp’ün kendisiyle yüzleşmek amacıyla zikir için tekkeye kapanıp 40 gün hücreden çıkmayışı…
Ve sevdiği erkek tarafından terk edilerek ruhsal yıkım yaşayan Burcu’nun hırsını alkol ve yemekten alarak vücudunu deformasyona uğratmasının ardından kilo vermek için başvurduğu yöntemlerle sağlığını bozması…
Tüm bunları, üç farklı yaşamın hikâyesinde geri dönüşlerle kurgulayan; yeri geldiğinde sergiledikleriyle canınızı acıtan ‘Açlığa Doymak’, olayları tarafsız ve gerçekçi bir dille aktarması bakımından izlenmeye değer. Günümüz yaşamında karşımıza çıkanları öyküleştiren bu ağır dram, ecdat meselesine dalarak yoktan dram yaratanların ‘muhteşem’ açlığının boşluğunu daha iyi kavramak için de bir seçenek.
Anibal GÜLEROĞLU