İçinde yaşadığımız dönemin gözde tabirlerinden olan ‘popüler kültür’ün gereklerini yerine getirmeyi bir borç bilen televizyon dünyası, bu uğurda ha bire yeni muhteşemlikler üretmekte. Argodan kavgaya, özel hayatı didiklemekten etek altını gözetlemeye ne kadar seviyesizlik varsa, kendilerine yer edinmek ve popüler olmanın avantajlarına kavuşmak isteyen ‘muhteşem yaratıklar’ tarafından kullanılmakta.
Kimi biplenmeyi hobi edinmiş konuklarının densizlikleri karşısında ciddi tavır takınmayı benimser… Kimi, bazı sözlerin çocukların şeysiyle oynayabileceği esprisiyle işi sulandırmayı! Kimileri de marifet saymış, havan dövücünün hınk deyicisi gibi destekçi tavır sergileyerek kızıştırdığı ortamda, horoz dövüşüne tutuşturduklarından reyting almayı. Sonuçta hemen hepsi de, popüler kültürün kölelerince alkışlanıp yüceltilir, fenomene dönüşür.
İyiyle kötü arasında seçim yapma durumunda özüne dönen ve ‘Dünyanın sorunu, akıllı insanlar şüpheler içindeyken, aptalların özgüvenle dolu olması’ diyen Bukowski’nin felsefesi doğrultusunda hareket eden bu ‘muhteşem yaratıklar’ şimdi ekranların dışında da karşımızda. Ama farklı bir biçimde!
***
Vodaphone destekli basın gösteriminde izlediğim ve popülerlik özentisiyle değişime uğrayıp yozlaşan genç kızların bolca eleştirilmesiyle belirginleşen ahlakçılığına dikkat kesildiğim ‘Muhteşem Yaratıklar/Beautiful Creatures’, Kami Garcia ve Margaret Stohl’un çok satan serisinin ilk kitabından uyarlanan bir film.
Oscar adayı Richard LaGravenese tarafından uyarlanan ve yönetilen yapım, 17 yaşındaki Ethan ile 16 olmaya gün sayan Lena’nın doğaüstü aşk hikâyesine odaklı içeriğiyle, özellikle ergenlerin yeni fenomeni olmaya aday.
12 tane kilisenin bulunduğu, yasaklı kitapların okunacaklardan daha çok olduğu ve aklı olanın kalmak istemeyeceği Gatlin’de yaşayan Ethan Wate (Alden Ehrenreich)’in, aylardır her gece rüyasında gördüğü ama bir türlü ulaşamadığı yüzü meçhul kıza duyduğu istekle açılışını yapan ‘Muhteşem Yaratıklar’, 21. yüzyıla ayak uydurmaktan kaçınan bu kasabanın kurucusu Macon Ravenwood (Jeremy Irons)’un yeğeni Lena Duchannes (Alice Englert)’in kasabaya gelmesiyle muhteşemliklerini sergilemeye başlıyor.
Kökü, Amerikan İç Savaşı’ndaki bir aşk dramına dayanan lanetin mührüyle gelişimini sürdüren film, ‘sıkıcı insanlar daha fazla sıkıcı insan üretirler’ yaklaşımıyla paralellik gösteren kasabalıların, zamanın zincirine takılı kalan ve dini öğütlerle kısıtlanıp felsefeyi tehlike sayan yaşam tarzlarından yarattığı atmosferde, karakterlerini de yavaş yavaş tanıştırarak devam yapımları için zemin sağlıyor.
Mekânları karakterleştirerek kullanan yapımda, tüm sıra dışılıklara rağmen gerçekçilik hissini zedeleyecek ayrıntıya pek rastlanmaması, yeni fenomen adayının artısı! Efektlerle yaratılan sahnelerde bile devamlılığın korunması filmin bütünlüğünü daha inandırıcı kılıyor. Görüntü bindirmelerindeki görsellik bu anlamda çok başarılı. Bu da, fırıldak gibi dönen yemek masası sahnesiyle devleşen filmi daha tercih edilir bir seyirlik haline getiriyor.
***
Aydınlık ve karanlık arasında tercih yapma durumundaki Lena ile Ethan’ın, yasaklılar listesindeki Bukowski eserlerine tutkusuyla yansıtılan ‘yasak olanın çekiciliği’ mantığında yol alan hikâyesinde, Caster’lar ile Mortal’ları karşı karşıya getiren ‘Muhteşem Yaratıklar’ın ana teması aşk gibi görünse de, aslında gençlerin kimlik arayışını resmetmekte! Yapımın özü, yetişme çağındakilerin ebeveynler tarafından kendilerine çizilen yolda yürümek zorunda olmadıklarını ortaya koymayı hedefleyen bir söyleme sahip.
Sonuçlara katlanılması gereken seçimin gençlerin elinde olduğunu, romantizm ve doğaüstü güçlerin kombinasyonunda anlatan yapımın bir özelliği de, kötülükle iyilik arasındaki tercihin bireyselliği verilirken aralara çeşitli dokundurmaların serpiştirilmiş olması… Avrupalıların Amerikalılardan farklı olduğunu vurgulayan konuşmaların yer aldığı içerikte Greenpeace üyeleri, homoseksüeller, ateistler, demokratlar ve sosyalistler büyü yapanlar kadar kötü ve topluma zararlı gösterilmekte. Google’ın büyü yapanlara yol gösterecek kadar faydalı bir bilgi kaynağı şeklinde sunulması, Bukowski’nin kitaplarındaki fikirlerin duaya tercih edilmesi de göze çarpan ayrıntılardan.
'Ölümlüler kavramlar üretip kendileriyle aynısına inanmayanları öldürüyorlar. İnanmadan dua ediyorlar. Tüketmekten başka bir şey bilmiyorlar. Yeryüzünde onları özleyecek bir tek yaratık yok' sözleriyle insanların gerçek yüzünü ortaya koyan... Buna karşılık özel yetenekleriyle muhteşemleşenlerin hırslarına kapılmakta ölümlülerden pek farklı olmadığını yaşatan ‘Muhteşem Yaratıklar’da, Nancy Reagan’a da büyük taş var.
Büyü yapanların kütüphanesinin Washington DC’nin altından Gatlin’e taşınmasına sebep tutulan Reagan, Caster’ların korktuğu tek ölümlü olarak gösteriliyor. İnançla felsefe arasında kalan gençleri popüler kültürü sorgulamaya itenlerin bir bildikleri vardır herhalde…
***
Neticede; ‘Alacakaranlık’ serisindeki vampirler ve kurt adamların yerine Aydınlık ve Karanlık büyü yapanları koyarak ölümlü insanlarla buluşturan; araya bir de Seer yani Kâhin (Viola Davis’in canlandırdığı Amma karakteri) sokarak tarafları dengelemeye çalışan ‘Muhteşem Yaratıklar’, aynı şekilde zarar verme korkusu ve aşkın çekim gücü arasındaki çelişkisiyle Lena-Ethan ikilisini gençlerin beğenisine sunmuş durumda. Üstelik işleniş biçimiyle de, Ahududu Ödülü’yle yılın en kötüsü seçilen ‘Alacakaranlık’ serisine fark atacak gibi gözüküyor.
Tüm korkuları, karmaşıklığı ve zayıflıklarına rağmen ölümlülerin de süper güçleri olduğunu hissettirmek için ‘İnanç, seçim, şefkat, fedakârlık ve aşk’ başlıklarını kullanan, kimi sevimli dokunuşlarla mizahı da araya katarak kendini kitaba nazaran daha yumuşatan ‘Muhteşem Yaratıklar’, fenomen arayışındaki popüler kültür gençleri için olduğu kadar hayal gücünün doğaüstü hoşluklarında gezinmek isteyenler için de bir seçenek!
Anibal GÜLEROĞLU