İnsanlık her ne kadar kendi içinde güç savaşları verip birbirinin gözünü oysa da varoluşundan bu yana doğanın bilinmezliklerine karşı her daim çaresiz. Bu çaresizliğini icatlarla, bilimle giderme çabası malum. Ancak nihayetinde ‘Neden, nasıl’ sorularının hepsine cevap bulunamadığı da bir gerçek. Özellikle yaşam-ölüm bağlamında evrim vs. gibi teorik açıklayıcılıklardan medet umulsa dahi, yaratılış ve ölümün gizemi konusunda çoğunluğun vardığı nihai nokta, ‘ilahi güç’ yani ‘Tanrı’ olmakta. Dolayısıyla insanlar her dönem yaşamlarına dayanak teşkil eden ‘Tanrı’ kavramıyla bütünleşmişler ve kendilerini bu gücün himayesinde hissederek varlıklarını sürdürmüşler. Tabii bunun sonucunda en inanmayanının dahi yeri geldiğinde sığındığı‘Tanrı’nın gölgesi, sanattan siyasete, birlik olmaktan savaşçılığa her anlamda yer etmiş hayatımızda.
Öte yandan sadece dini söylemlerle değil kurgusal anlatımlarla da ele alınmış ‘Tanrı’nın gücü. Ancak günümüzün tek tanrılılığına karşın eski çağlardaki ‘Tanrı’ olgusu daha bol malzeme sağlama özelliğinde olduğundan, mitolojik dönemlerin tanrılarından yaratılan kurgulara daha ağırlık verilmiş sinema dünyasında. Özellikle Yunan mitolojisinin tanrıları-tanrıçaları türlü türlü hikâyelerle boy göstermiş beyazperdede. Bunların kanıksandığı noktadaysa ‘Mısır Tanrıları’ sokulmuş devreye. Ancak öyle sadece tanrılar arasındaki çekişmeye odaklanarak değil… İstedikleri her canavara dönüşebilecek güce sahip tanrıların bu özelliklerine rağmen insan denilen ölümlü varlığa muhtaç oldukları gerçeğiyle! Hadi buyurun…
YAŞAMIN DOĞDUĞU MISIR’DA TANRILARIN GÜÇ KAVGASI
Piramitleri, çölün engin derinlikleri, kültürü ve nice mistik bilinmezlikleriyle tarihte önemli bir yer tutan Mısır’ın yaşamın doğum yeri olduğu saptamasıyla açılışın yapan ‘Mısır Tanrıları’, öyküsünü Osiris ile Set arasında yaşandığı düşünülen mitolojik Mısır tarihinden almakta. Kural koyucu, iyilik tanrısı Osiris’in, gökyüzüne kural koyup öteki dünyanın varlığını korumak isteyen Ra tarafından Mısır’ın başına geçirilmesi ve kötülük tanrısı olan kardeşi Set’e de çöllerin yönetiminin bırakılmasıyla başlayan iktidar hasetliğini konu edinen yapımın en önemli özelliği, içeriğindeki küçük ama çarpıcı detaylarla mitolojik kurgusallığın ötesine geçebilmeyi başarmış olması.
Açılıştan itibaren bu topraklarda egemenlik sürdüren tanrıların sahip oldukları gücün anlatımıyla bizi, o dönemin atmosferine götürüyor ‘Mısır Tanrıları’... Mısır’ın ünlü güneş tanrısı Ra’nın, oğulları Osiris ile Set arasında yaptığı görev dağılımını aktarırken tanrılar arasında güç kavgası yaşanacağını alenen açık eden başlangıçta görünen gerçek, tanrıların işlerini gördürmek ve varlıklarını desteklemek için insanlara ihtiyaç duydukları. Tapınaklarını insan aklı ve emeğiyle yaratmaları, hizmetlerini onlara gördürmeleri ve en önemlisi taht gücünü onlardan almaları bunun ispatı. Filmdeki yansımaları, hırsızlık becerisiyle ‘Mısır Tanrıları’nın kaderini etkileyen ‘Bek’ karakteri ve öteki dünyayı garantilemek için bol para biriktirme amacıyla tanrıdan çok tanrıcı olan baş mimar efendi…
Açılıştaki mitolojik anlatım evresinden sonra cüceler ülkesindeki Gulliver gibi duran gök tanrısı Horus’u insanlara mahsus içki-eğlence zaaflarıyla komikleştirip babası Osiris’ten tacı devralma sürecine geçiş yapan film bu aşamada antik Mısır döneminin ilahlarını tanıma fırsatını da yaratıyor. Aşk tanrıçası Hathor… Bilgelik tanrısı Thoth… Yok oluş, ölüm tanrıçası Neftis… Yaşam tanrıçası İsis… Ölüler tanrısı Anubis… Hepsi de birbirinden hoş tasvirlerle sunulmuş bize. Öyle ki, şahsen hayranı olduğum Mısır mitolojisindeki tanrılara ilgi duymayanlara bile araştırma hevesi aşılayacak türden.
Nikolaj Coster-Waldau, Gerard Butler ve Brenton Thwaites’in başrollerini paylaştıkları filmin konu gelişiminde insanların ve tanrıların Osiris’i sevip altın düşkünü Set’ten korktuklarını izlerken, güç kavgasının ve kıskançlığın sadece ölümlü insanlara mahsus olmadığını, tanrılar arasında da hüküm sürdüğünü gayet net hissediyorsunuz.
Öte yandan ‘Mısır Tanrıları’nın, Osiris’in göklere çekilen Ra tarafından başa getirilmesini ve Set’in taht hırsı için Osiris’i öldürüşünü aktarırken taraflı davrandığını da vurgulamak lazım. Zira mitolojik anlatımlara göre tüm bu güç kavgasının ve ölümcül hırsın ana kaynağı İsiris’in kocası Osiris’i Mısır’ın ve insanlığın başına geçirebilme arzusu! Bunun için filmde fazlasıyla kötü gösterilen Set’e haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Asıl kötülük kaynağı Ra’ya tuzak kurup hastalandıran, ardından da gökyüzüne çekilip yerini Osiris’e bırakma şartıyla iyileştiren İsiris’in olduğu hiç önemsenmemiş. Onun yerine Ra tarafından haksızlığa uğratılan Set’e yüklenilmiş ve Osiris’in oğlu Horus’un taç peşindeki yolculuğuna ağırlık verilmiş. Gerçi Set ile Ra arasındaki duygusal sahnede yapılan haksızlık sorgulanmış kısaca ama… Bana göre yıllar boyu çölün kızgın vahşiliğiyle mücadele etme durumunda bırakılan Set bu mitolojik öykünün asıl mağduru… Tıpkı iyi görünenin aslında kötü olabileceği gerçeği gibi!
Bunların yanı sıra terazisiyle meşhur Anubis’in öteki dünyaya geçiş köprüsünde ölüm-yaşam gerçeklerini sorgulatan ‘Mısır Tanrıları’ filminde, Set’in ‘Öbür dünyada herkes biriktirdiği altına göre değerlendirilecek’ kuralına karşı Osiris’in ‘Öbür dünyada herkes sıcak ve eşit karşılanır’ söylemi ve Horus’un finaldeki öteki taraf için değerli eşyalar toplamak yerine iyilik yapmanın yeterli olacağı yönündeki vurgulayıcılığı da dikkate değer detaylar. Böylece çok tanrılı dönemden tek tanrılı dinlerin öğretisine bağ kurulup ince bir nasihatçilik sergilenmiş.
Sonuçta;Devasa görünümleri ve efektlerle güçlendirilmiş eylemleriyle fark yaratan tanrılar arasındaki güç savaşında ‘Tanrı’ kavramının iyilik-eşitlik yönünü öne çıkartıp tek başına bir anlam ifade etmediğini, insanlarla birlikte yaşayıp yücelebileceği gerçeğini vurgulayan ‘Mısır Tanrıları’, bu süreçte aşkı da mitolojik inceliklerle işleyen içeriği ve Alex Proyas yönetmenliğindeki sunumuyla keyifli dakikalar yaşatacak bir film.
Anibal GÜLEROĞLU