Dünyada yaşananların ve gelecekle ilgili hayallerin yansıması olan sinema sanatında apayrı bir yeri bulunan western ürünleri, kuşkusuz her sinemaseverin anılarında özel bir örnekle unutulmazdır. Benim içinse at üstünde kanyonları turlayan kovboyların, oklarıyla attıklarını vuran Kızılderililerin ve her kasabanın girişinde mutlaka yerlerde yuvarlanan çalı topaklarının apayrı bir değeri vardır.
Müzik kalitesi konusunda birbirleriyle yarışarak gönlümde taht kuran tüm western’lerde, sinema bilincine eriştiğim andan itibaren, altın peşinde koşan beyazlara karşın sürekli kötü taraf olarak gösterilmeye çalışılan Kızılderililerin uğradıkları haksızlıkları sorguladığımdan, bu tür filmleri beyazların kötülük sembolü olarak görmüşümdür. Nitekim ‘Son Mohikan’ın masalsı dilini ya da ‘Geronimo’nun günah çıkartıcılığını saymazsak, ilk örneklerden itibaren hemen hepsinde sergilenenler bu görüşümün haklılığını ispatlar niteliktedir.
***
Vahşi Batı’nın tarihini epik bir dille anlatmak üzere 20’li yıllarda seriler halinde ortaya çıkan western’ler o dönemin toplumsal değer yargılarına uygun kahramanlar yaratırken geçmişin tarihsel gerçeklerini de kendilerince yorumluyorlardı. Bunların içinden ABD’yi demir ağlarla örme sürecini konu edinen 1924 yapımı ‘Demir At/The Iron Horse’, sessiz ve siyah-beyaz yapısına rağmen beyaz adamın sözüm ona mağduriyetini, Kızılderililerin de vahşi saldırganlığını pek güzel ortaya koyuyordu.
Avrupalılar tarafından 1492’de keşfedilişinden itibaren dalga dalga göç alan Amerika Kıtası, dağdan gelip bağdakini kovanlara ne kadar umut vaat etmişse, göçmenlerin talanından ve kıyımından önce kendi haline yaşayan yerliler yani Native Americans için de o derece umutsuzluğa sebep olmuştur. Avrupalı beyazlarla başlayıp ABD ile süren yerlileri sömürme ve ezme politikası, beyaz adamı öylesine ‘efendi’ kılmıştır ki, buradaki Eskimo-Aleut halkları ve özellikle de Kızılderililer 1870 yılında yapılan nüfus sayımına kadar resmen ‘insan’ olarak bile kabul edilmemiştir.
İngiltere’ye karşı bağımsızlık savaşında mecburen İngilizlerden yana bir tavır takındıkları için savaşın ardından büyük katliama uğrayan Kızılderililer, Hollywood’un son western örneği olan ‘Maskeli Süvari/The Lone Ranger’ filminde yine karşımıza çıkmakta. Ancak değişen dünya algısında bu filmin de söylemi, diğerlerine göre biraz değişik.
***
İlk kez 1933’de Francis H. Striker'ın yazdığı radyo oyunuyla ortaya çıkan ‘Maskeli Süvari’ daha sonra gazete çizgi romanına dönüşmüş. 1939'da 15 bölümlük ilk seri filmi ‘The Lone Ranger Rides Again’ ile sinemada yolculuğuna başlayan ‘Maskeli Süvari’nin, 1949-57 arasında da TV serisi çekilmiş.
ABC kanalında gösterime giren ve imdb’de 7,8’lik puanıyla 221 bölüm süren ‘Maskeli Süvari’, bizim Yeşilçam’ın bile malzemesi olmuş. 1969’da Altan Bozkurt’un başrolünde siyah-beyaz çekilemeye başlanan ‘Maskeli Süvari’ tek filimle de kalmamış. Seyircinin beğenisinden cesaretlenerek işi ilerleten Yeşilçam, hızını alamayıp ‘Maskeli Süvari’yi Lami Ateş’in canlandırdığı Tommiks’le dahi buluşturmuş. Tabi dönemin mütevazı Yeşilçam şartları çerçevesinde!
***
O günlerden bugünlere uzanıp 250 milyon dolarlık bütçeyle seyirci karşısına çıkartılan son versiyon ‘Maskeli Süvari’ye gelince…
Birbirlerine zıt iki karakterin, adaletsizlik ve açgözlülükle savaşmak için bir araya geldiği macerayı, ‘Karayip Korsanları’nın ruhuyla işleyen yönetmen Gore Verbinski’nin ‘Maskeli Süvari’si; ABD’deki 11 milyon dolarlık açılış hâsılatıyla, 30 milyon dolar açılışlı ‘Çılgın Hırsız 2 /Despicable Me 2’ye geçilip, Disney’i hayal kırıklığına uğratsa da özellikle Johnny Deep’in canlandırdığı Tonto karakteriyle ilgi odağı durumunda.
1933 yılının San Fransisco atmosferinde Vahşi Batı’nın gerçek yüzünü görmek ve geçmişe tanıklık etmek isteyenleri cezbeden lunaparkta açılışını yapan ‘Maskeli Süvari’, soylu vahşinin doğal habitatını izleyen maskeli küçüğün elindeki yer fıstığını, ölü sıçanla takas edip sürekli kafasındaki ölü kargayı besleyen Tonto’nun masalcı dedeliğiyle mazinin derinliklerine dalar.
Çocuğa ‘Kemosabe’ diye hitap eden yaşlı Tonto’nun ‘Maskeyi asla çıkarma’ nasihatinin sorgulanmasıyla felsefi yüzünü gösteren yapım, ‘Ölü adam düşmanın kalbine korku salar’ cümlesiyle tanımlanan geçmişin banka soygunu acemiliğine uzandığında, keyifli bir film izleneceğinin işaretini de vermiş olur.
***
‘Gün gelir iyi adamlar maske takmak zorunda kalır’ diyerek her devirde, kötülüğün pervasızca ortalıkta gezinmesine karşın iyilerin hep kendilerini gizlemek durumunda olduklarına işaret eden ‘Maskeli Süvari’, demiryollarının gelecekteki önemine de vurgu yapmakta.
Günümüzde korkulan ülke durumundaki Çin’den gelen göçmenlerin korku kıskacında çalıştırıldığı demiryollarını, açgözlülüğün kötü bir hastalık olduğu saptamasını yapmak için kullanan senaryo, Kızılderililerin kıyımında da önemli bir rol üstlenen bu olguyla ekonomik mesajlar da vermekte. Ticaret yollarını elinde tutanın her daim kazançlı çıkacağını ve Amerika’nın bugünkü gücünün nereden kaynaklandığını göstermek için demiryollarıyla sarılan ülke söylemi, sağlam bir dayanak olarak ortaya sürülmekte.
Presbiteryenlere karşı yönetim bilimini ve hukuk kurallarını kitap edinen John karakteriyle, ‘Kızılderili olmak’tan öteye bir suçu bulunmayan çatlak Tonto’yu aynı trende buluşturan film, iyiliği, intikamcılığı ve Windigo denilen kötü ruhu evire çevire işleyerek seyirciye sunmakta.
***
Yanlış kardeş anlamına gelen Kemosabe’den, bir kötü atışla iki haydudu tepelemeyi başaran ‘Maskeli Süvari’ yaratan Tonto’nun dışında filmde ilgi çeken, bembeyaz duruşuyla mükemmel bir görsellik sergileyen Ruh Atı’nın oyunculuğu! ‘Yok, böyle bir güzellik’ dedirten atın yanında, kötü ruhtan etkilenip ateşte pişen hemcinslerine ağızları sulanarak bakan ve atılan parçaya saldıran azman tavşanların da hakkını yememek lazım… Hayvanlar âlemindeki iyi-kötü zıtlığını da böylelikle vurgulayan yapım, doğa dengesinin analizini ‘Kızılderili çakal gibidir. Öldürdüğü hiçbir şeyi ziyan etmez’ diyerek tamamlamakta.
‘Beyaz adam niye öldürür’ sorgusunda, beyazların para ve hükmetme tutkusunu açık eden ‘Maskeli Süvari’de ahlak anlayışının yüksekliği de dikkat çekici. Geçmişteki aşka rağmen, dul kalan kardeş karısına el uzatmanın yanlışlığını dillendiren ‘Maskeli Süvari’ bu anlamda, ‘Lale Devri’ başta olmak üzere pek çok yerli diziye ve genel geçer yaşanmışlıklara örnek olacak türden!
***
Hukuk adamlığından süvariliğe geçiş yapan John Reid’ın hayatı anlama aşaması olarak niteleyebileceğimiz birinci bölümünde karakterleri ortaya koyup kitaplarda yazmayan ayrıntıları ‘Küçüğüm sana söylüyorum, seyircim sen anla’ misali yaşlı Tonto’nun hikâyeciliğinde aktaran kurgu, ikinci bölümde hem daha çok Kızılderili sorunlarına dalıp Tonto’nun mazisini deşifre ediyor. Hem de beyaz adamın hinliklerine ve Kızılderililerin boşa katledildiğine dikkat çekiyor.
Yöneticisinden askerine her kademeden resmi görevlinin, maddi çıkarlar karşısında kötülükten yana tavır alabileceğini; adaletin sadece kitaplardaki derslerden ibaret kaldığını; herkese anlayacağı dilden konuşmak gerektiğini gösteren ‘Maskeli Süvari’de yüzü sürekli çamurla kaplı olan Tonto’nun esprileri tam kıvamında. Islandığı sahnenin dışında neredeyse yüzü hiç seçilemeyen Johnny Depp buna rağmen filmin lokomotifi! Onun performansı olmasa Armie Hammer’ın ‘Maskeli Süvarisi’ bu denli eğlendirici ve akıcı olamazdı.
Köprü patlatmasından, tren kovalamacasına… Maden olayından, insan organlarının yamyamlığını yapan kötü karakter tiplemesine… Fildişi bacaklı fahişesinden, paragöz generaline… Damlarda gezinen şaşkın ruh Silver’ından, ördek bacağıyla tecavüz tehdidi savuran Tonto’suna… Her ayrıntısı düşünülmüş bir yeni nesil western olarak beyazperdede seyircisini bekleyen ‘Maskeli Süvari’ için son sözümüz, teknolojiyi sinema diliyle birleştirmede başarıyı yakalamış, yaratıcı sahnelerle dolu bir yapım olduğu yönünde! 'Maskeli Süvari' eğlencesinin devamı mutlak gelecektir.
Anibal GÜLEROĞLU