Anibal Güleroğlu

Anibal Güleroğlu

guleranibal@yahoo.com

Tüm Yazıları

‘Filmler varoluşumuzu perdeye getirir. İnsanları kendileri ve bazı sorunlar hakkında düşünmek için zorlar, kışkırtır, rahatsız ederler. Ama hiçbir zaman yanıtları vermezler’ demiş… Polisteki yozlaşmayı işleyen, ırkçılığı sorgulayan ve savaş karşıtı olup Hollywood’daki solcu avı esnasında Avrupa’ya kaçan ünlü yönetmen Joseph Losey! Gerçekten de sinema, bir eğlence aracı olmanın ötesinde hayatı sorgulamamızı ve filmlerle gerçekleri bağdaştırıp çevremizde-dünyada yaşanan gelişmeler hakkında görüş geliştirmemizi sağlayan bir sanat dalı. Bu nedenle kısır bir konuyu uzun uzadıya işlemeye çabalayan, birbirlerini taklit ederek ilerleyip yaratıcılığı sıfırlayan dizilere kıyasla kaliteli filmlerin izlenmesi daha faydalı.

Haberin Devamı

Nitekim televizyon izleyicisi de bu durumu boş geçmemekte. Ekrandaki filmlerin, dizilerle kıyasıya çekişme içinde olması bu alışkanlığı körüklemekte. Eskiye oranla filmlere daha önem verir hale gelip kısa süre önce vizyonda olan yapımları ekrana taşıyan kanallar da, aldıkları reytinglerle sinemaya önem vermenin karşılığını görüyorlar zaten.

Öte yandan dizilerden çıkan filmler de bir dolu. Nasıl ki bunun son örneği, ‘The Man From U.N.C.L.E.’ olmuştu. 60’lı yılların gözde dizilerinden olup günümüzde film serisine dönüşen bu yapımın ardından beyazperdede boy gösterme hevesine kapılan bir diğer ünlü dizi ‘Game of Thrones’… Diziye konu olan kitapların yazarı R. R. Martin’in yaptığı açıklamaya göre HBO yapımı dizinin 2018’deki vedasının ardından çekilmesi planlanan film, 2019 veya 2020’de vizyona girebilecekmiş. Yani bu projenin hayata geçmesi için henüz vakit var.

Yeni sezon fragmanıyla dahi hayli ilgi çeken ‘Game of Thrones’ dizisinin uzak tarihli film versiyonunu zamana bırakıp günümüze gelecek olursak… Filmekimi’nin başladığı bu haftada vizyondaki yapımlar her zevke uygun türden. Biz de aralarından güncelle en bağdaşanlarını seçip kritiğini yapalım dedik. Bunlar ‘Marslı/The Martian’ ve ‘Şah Mat/Pawn Sacrifice’

NASA PROJESİNİN PROTOTİPİ: MARSLI’NIN ROBİNSON’U…

Hani meşhur bir soru vardır… Tavuk mu yumurtadan çıkar, yoksa yumurta mı tavuktan diye! İç içe geçmişliği, birbirinden ayrışamamayı vurgulayan bu sorunun aynısı bana göre kurgu dünyası için de geçerli. Yani kurgularla gerçekler birbirlerini doğurmakta. Dolayısıyla ‘Marslı’yı da bu mantıkla değerlendirmek lazım.

Haberin Devamı

Kısa süre önce Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın Mars’taki yaşam koşullarını simüle ederek başlattığı bir yıllık yalnızlık deneyinin haberleri medyaya düşmüştü. Akabinde NASA, canlı yayınla tüm dünyaya Mars’ta sıvı halde tuzlu su bulunduğunu duyurdu. 2006’dan bu yana Mars’ta bulunan ‘Yörünge Kâşifi’ne dayanılarak yapılan tarihi açıklamadan birkaç gün sonra da ‘Marslı/The Martian’ filmi gösterime girdi.

Bu tesadüf mü yoksa filmi destekleyen planlı bir açıklama mıdır? Tartışmaya ve yoruma açık noktalar. Ancak gerçek şu ki, filmin içeriği NASA’nın Mars projesinin ön gösterimi gibi!

Mars yüzeyinden güle oynaya örnek toplayan Amerikalı astronotların çok güçlü fırtınayla altüst oluşlarını yansıtarak başlangıcını yapan film; yalnızlık, hayatta kalma çabası ve insani dayanışma üstüne kurulu bir içeriğe sahip. Bu kapsamlı anlatımın en büyük destekçisiyse, bilimsel altyapıya dayanıyor olması… Zaten Andy Weir’in romanından esinlenilerek senaryosu yazılan ‘Marslı’yı diğer bilimkurgulardan ayırarak ‘gerçekçi’ kılan da bu! Atılan her adımın olabilirliğini bilimsel açıklamalarla vererek seyirciyi ‘Mars yüzeyini yaşanır kılmak pekâlâ da mümkün’ fikrine adapte eden senaryo, ıssız adaya düşmekle Mars’ta tek insan olmanın hiçbir farkı bulunmadığını hissettirmekte.

Haberin Devamı

Öldürmeyen Allah öldürmez misali, yaşanan kaza sonucu ölmeyerek hayatta kalmayı başaran Mark Watney(Matt Damon), bu anlamda Marslı Robinson kimliğinde! Mars’ta mecburen bırakılan ve öldü sanılan Mark’ın hüznü, tüm dünyayla paylaşılırken hayatta olduğunu görerek kolları sıvayıp işe koyulan Mark, mevcut malzemeyi bilgileriyle birleştirip tek kişilik koloni kuruyor. Mars, Mark’ın botanik güçlerinden korkmayı öğrenip onun bitki yetiştirmesine olanak tanırken, patates tarımının nasıl yapılacağı bilgisi de seyircinin beynine inceden işliyor.

Her aşamayı gayet keyifli video kayıtlarıyla ve uygulamalı olarak aktaran Mark’ın en büyük başarısıysa, tek kişilik sahneleri layıkıyla doldurup sıkılmadan izlenebilen bir seyirlik yaratması. Bir noktadan sonra NASA’nın ve dünyanın da devreye girdiği hayatta kalma öyküsünde Marslı Robinson’un esprileri mükemmel. Yanı sıra, bilim adamlarının siyasilerden bağımsız dayanışma içine girebileceklerini ve aslında siyasiler olmasa dünyada barışın rahatlıkla sağlanabileceğini örneklercesine, Çin’in de dâhil olduğu kurtarma operasyonunda yer alanların tamamının mizahi yapısının çok güçlü olduğu da bir gerçek. Öyle ki, bir uzay felaketinden gerilim yerine, insanı gülümseten mükemmel absürtlükler çıkartmanın rahatlıkla mümkün olabileceğini gösteriyorlar bize.

Sonuçta; Ridley Scott yönetiminde NASA’nın gelecekteki hedeflerinin prototipi haline gelen ‘Marslı’, Robinsonvari yaşam kurma çabasında gerilimle mizahı dengeleyen, uzun süresine rağmen sıkılmadan izlenebilen bir iş. 70’lerin disko müziğiyle dalga geçmeyi ihmal etmeyen ve zamana karşı yarışan içeriğindeki ince hesaplardan dolayı inandırıcılık gücü de hayli yüksek. ‘Gerekli deneyim, malzeme ve bilgiye sahip olduktan sonra Mars’ta hayatta kalmak mümkün’ mesajını tek kişi üstünden vererek tezini iyice güçlendiren senaryo, açıklayıcı içeriğiyle beni ikna etti doğrusu. Tabii ‘Git kal’ deseler gider miyim o başka.

Öte yandan ‘Mars One’ projesinin 2025’ten itibaren Mars’ta kurmayı planladığı koloniye katılmak için başvuran 11 Türk’ten bir tekinin bile elemeleri geçmeyi başaramadığı da dikkat çekici bir hakikat. Yani bizim Marsla işimiz olması mevcut şartlarda çok zor. Birileri uzayda koloniler planlarken bizimkisi de geyik muhabbeti işte!

‘‘Dünyayı hak eden insanoğlu şimdi de Mars’ı gözüne kestirmiş. Onun canını okuma niyetinde’’ dedirten ‘Marslı’nın özellikle final bölümü çok ilginç bilimsel yenilikler sunuyor saptamasını yaparak ve geleceğe selam yollayarak koyalım noktayı.

‘ŞAH MAT’, SATRANÇ DEHASINI KARALAMA MI?

Şah Mat dendiğinde akla gelebilecek pek çok yapım var. Mesela 1992’daki Knight Moves filmi… ‘Şah Mat’ şeklinde Türkçeleştirilerek gösterime sokulan yapım dünya şampiyonası için mücadele veren oyuncunun sevgilisiyle başlayan cinayetlerin satrançla bağdaştırılan gerilimini anlatıyordu. Bir başka örnek, Mario Mazzanti’nin ‘Şah Mat’ isimli romanı. Burada da bir suç psikiyatristinin seri katille yaşadığı satranç oyunu şeklindeki mücadele vardı. Yerli örnek ise 1989’da Yılmaz Atadeniz tarafından yönetilen, senaryosu başroldeki Faruk Peker tarafından yazılan polisiye gerilim türündeki ‘Şah Mat’ filmi. Eminim başkaları da vardır.

Kısacası ABD’nin satrançtaki tek dünya şampiyonu olan Bobby Fischer’ın öyküsünü anlatan ‘Şah Mat/Pawn Sacrifice’ filmine gelene kadar bir dolu işe konu olmuş satranç oyunu. Ancak hepsi de hayal ürünü kurgulardan ibaret. Oysa ‘Yüzyılın Maçı’na odaklanarak soğuk savaş dönemindeki Amerika-Rus rekabetçiliğini yansıtan ‘Şah Mat’, özünde yaşanmışlığı barındıran gerçekçi bir yapım. Tabii, tam da Suriye nedeniyle karşı karşıya gelen Amerika-Rusya’nın yıllar sonra gerilim yaşamaya başladığı bugünlerde gösterimde olan filmin bu gerçekçiliğinde Hollywood usulü mesajcı yorum da bulunmakta.

Peki, HBO tarafından yapılan ‘‘Bobby Fischer Dünya’ya Karşı’’ belgeselinde dünya şampiyonu olmayı ve bu unvanı 20 yıl korumayı hedeflediğini söyleyen ünlü satranççı ‘Şah Mat’ta nasıl anlatılmış? Tarafsız bir gözle mi yoksa yönlendirme niyetiyle mi ele alınmış satranç dehası?

‘Yapmak istediğim tek şey satranç oynamak’ diyerek altı yaşından itibaren kendi kendini yetiştiren ve beklenmeyen hamlelerle farkını dünyaya kanıtlayan Bobby Fischer’ı, dâhilikle deliliği buluşturup seyirciye tanıtmayı seçen senaryo, küçük bir çocuğun ‘izlenme-gözlenme’ korkusuyla yapıyor başlangıcını. Devamını da, Amerikan yönetiminin komünist avına merak sardığı soğuk savaş günlerinde, Yahudi annesinin ve komünist takılan arkadaşlarının ideolojik sohbetlerine kulak misafiri olarak tedirginliği-şüpheciliği huy edinen Bobby’nin, adım adım ilerleyişini izleterek getiriyor. Öyle ki, daha bu anlarda onun büyüdüğünde sorunlu bir kişiliğe dönüşeceği izlenimi veriliyor seyirciye. Bu esnada satranç oyunundaki başarılar ve Amerikan devletinin Rusya gibi oyuncusuna geniş maddi olanaklar sunmadığı da görülüyor tabii...

Biyografik drama diyebileceğimiz yapımın kendini sorgulatan akışında, en çok üstünde durulan nokta, Bobby Fischer’ın bunalımlı hali! Bu tabloyu izlerken de satranç şovunun ötesinde iki detay öne çıkmakta. Biri, Bobby Fischer’ın satranç tahtasındaki başarılarını Amerika’nın Rusya’ya karşı zafer hamlesine dönüştürmek isteyen siyasilerin piyonu olmadığı ve bundan dolayı hedef haline geldiği gerçeği… Diğeri de, satranç oyuncusu vasfını dünya çapında ilgi çekecek seviyeye yükselterek bir ilki başaran Bobby’nin sıradanlığı yıkan kişiliğine yönelik vurgulamaların art niyeti!

Filmi izlerken ister istemez sorguladım bize yansıtılan Bobby Fischer’ı… Çocuk yaşta satrancın yıldızı olmayı becererek zekâsını dünyaya kanıtlayan, ama aklının bir köşesinde hep babasını sorgulayarak annesine öfke duyan çocuğu da yaşatan Bobby Fischer gerçekten de ‘Şah Mat’ta yansıtıldığı kadar dengesiz biri miydi? Aslında hakça oyun-sessizlik gibi çok normal olan isteklerin yarattığı kaprisleri, satranç oyuncularının dünya çapındaki silikliğine karşı mıydı, yoksa paranoyaklığın ürünü müydü? Cevaplar, bakış açılarında gizli!

Boksörlerin, futbolcuların vs. yıldızlaştığını ancak zekâyı gerektiren satrançta ter dökenlerin Bobby Fischer’ın ortaya çıkışına kadar medya tarafından pek umursanmadığını… Reykjavik’teki Dünya Şampiyonası’na ilginin onun sayesinde o denli büyük olduğunu düşünürsek kaprislerin haklılığını ve fazlasıyla işe yaradığını görebiliriz.

‘Fischer Satrancı’ adıyla yeni bir satranç oyunu geliştiren Bobby’nin izlendiğine, dinlendiğine ve sabote edilmek istendiğine dair iddialarına gelince…

Bu noktada bir başka detay çıkıyor ortaya… Ki o da, Tobey Maguire tarafından başarıyla canlandırılan Bobby’nin, maçlarda berabere kalmanın Ruslar tarafından nasıl hile amaçlı kullanıldığını deşifre etmesinin ardından, kendi gücünü daha iyi kavrayarak satrançta tekelleşen Ruslara büyük tehdit oluşturması! Üstelik soğuk savaş döneminde olunduğu da unutulmamalı. Keza Rus oyuncu Boris Spassky’nin dinlendiğini ve kendini yönetimin baskısı altında hissettiğini de ‘Şah Mat’ta görmekteyiz. Öyleyse neden Bobby’nin kuşkuları gerçek olmasın? Yani Ruslar dinler-gözler ama Amerikalılar dinlemez mi? Asıl megalomanlık-paranoyaklık bu olsa gerek.

Oysa ‘Şah Mat’ta Boris ve Rus ekibini komikleştirerek küçültmeye çalışan kurguda Bobby’ye yönelik paranoyaklaştırma kalın çizgilerle resmedilmekte. Peki, niye? ‘Şah Mat’ı Bobby Fischer’ı karalama projesi gibi yaratmanın sebebi ne?

Bunun altında yatan sebep, Birleşmiş Milletler’in Yugoslavya’ya uyguladığı ambargoyu delerek Dünya Şampiyonası’na katılıp eski rakibi Boris’i bir kez daha yendiği 1992’den itibaren ‘kanun kaçağı’ ilan eden Amerika’nın kendini aklama gayreti olabilir mi?

Kim bilir belki de, pasaportunun Amerika tarafından iptal edildiğinden habersiz olan Bobby’yi Japonya’da yakalatan Amerika, tarihindeki tek dünya şampiyonu satranççısını ‘paranoyak’ kişilikle filmleştirip, 11 Eylül saldırılarını sevinçle karşılayarak Amerika ve İsrail aleyhinde konuşan satranç dehasından böyle intikam alıyordur!

Neticede; ‘Şah Mat’, satranç yönünden ziyade Uluslararası Satranç Federasyonu FIDE tarafından haksızlığa maruz bırakılan, Japonya’da dokuz ay gözaltında tutulmanın ardından kendisine kucak açan İzlanda’nın vatandaşlığına geçip yıllar sonra bu ülkede bilinmeyen bir sebepten hayata veda eden Bobby Fischer’ın kişiliğine yönelik bir yapım. Bundan dolayı kendini sorgulatan kurgusunda bolca dengesizlik sergileyen ‘Şah Mat’ın, Bobby Fischer’ı gerçek hayatta anti Amerikancılık ve anti Semitizm iddialarıyla suçlayan, Amerika’nın maksatlı bakış açısıyla yaratıldığını düşünmemek mümkün değil.

Harcanan değerlerin yerlerinin doldurulamadığı gerçeğinde, ‘Dehalar, ideolojik intikamcılığa kurban verilmemeli’ derken, ‘Biyografik yapımları, gerçeği irdeleyerek izlemek gerek’ saptamasını yapmayı da unutmayalım! ‘Marslı’ ile ‘Şah Mat’ demeye hazırsanız, filmlerden hayata iyi seyirler…

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal