Aşkı işleme iddiasıyla yola çıkıp entrikalarla örülü aile(nasıl aileyse) ilişkilerine odaklanmak dizicilerin en geçer akçesi. Ne var ki, yapımları uzatmak adına sergilenen saçmalıklarla bunun bile içine edilmekte. Alın size ‘Lale Devri’ örneği. Bu diziyle ilgili yapılacak eleştiri o kadar çok ki, hepsini sıralamaya sayfalar yetmez. Son noktada akrabalık konusunda aklımıza takılan bir hatayla söze başlayalım.
1.5 saatlik özetin(nasıl özetse artık) ardından, aslında eskilerinden farklı olmayan sözüm ona yeni bölümü başlatan ‘Lale Devri’nde cümle akrabalık kavramları öylesine iç içe geçirildi ki, sonunda dizi kendi yarattığı çıkmazın içinde kayboldu. Lale’nin ölümünden sonra sarpa saran ilişkilerle ‘Kim, kimdir’e dönüp kafa karıştıran ‘Lale Devri’ bu çetrefilli durumunu yeni bir bilmeceyle katmerledi.
Bilmecenin çıkış nedeni, Yeşim’in gidişinden sonra konusunu geliştirmek için Azra’dan medet uman dizinin, bununla durumu kurtaramayacağını anlayarak yoktan var edilen baba ile çoluk çocuğa sarması!
***
Ayaküstü yaratılan karakterlerle dokusu tam anlamıyla delik deşik edilen ‘Lale Devri’, Show TV’de yayınlanmaya başladığında Zümrüt Hanım’ın üç çocuğu vardı… Ki bunlardan en büyüğü, Emina Sandal’ın canlandırdığı Lale karakteriydi!
Lale, Zümrüt Taşkıran’ın büyük kızıydı. Yani Necip Bey ile İkbal Hanım sayesinde, Yeşim ve Kerem’le anne bir, baba ayrı kardeş olduklarını öğrendikten sonra ölerek diziden ayrılan Lale, abla konumundaydı. Bu da demek oluyor ki, Lale doğarken Zümrüt Hanım, Taşkıran soyadını taşıyordu!
Yeşim ile Kerem’in babalarının kimliğini uzunca bir süre meçhul bırakan senaryo, reytingler düşmeye başlayınca nihayet bir baba ortaya çıkartmaya karar verdi. Büyük servetiyle beraber yurt dışından dönen Haluk Kırali, iki çocuğunu da beraberinde götüren Zümrüt Hanım’ın yasadışı faaliyetlerinden dolayı terk ettiği adamdı. Yani bu sezon yaşanan gelişmeye göre Zümrüt, Taşkıran soyadını almadan önce Kırali’yle birliktelik yaşamış ve bunu da iki çocukla taçlandırmıştı.
Peki, Kırali’den ayrılıp Taşkıran’la evlenen Zümrüt Hanım, Lale’yi hangi ara doğurmuştu? Aile resminde Kırali’nin kucağındaki çocuklar Yeşim ve Kerem olduğuna göre Lale’nin ablalığı nasıl oluşmuştu?
Bu durumda Lale, ya başlangıçta söylenenin aksine abla değil en küçük çocuktu ya da Zümrüt Hanım’ın kızı değildi. Zümrüt Hanım’ın Lale’yi doğurduktan sonra Kırali’ye gidip iki çocuk yapıp gerisingeri Taşkıran olamayacağına göre geriye bir tek açıklama kalıyor…
O da, milleti birbiriyle küstürüp barıştırmaktan; Çınar’la Necip’e çocuk yaptırmaktan helak olan senaristlerin ölüp giden Lale’yi, tıpkı Çınar gibi, tamamen unutarak hataya düştükleri!
Denilebilir ki, ‘Lale de, Kırali de ölü olduğuna göre ne fark eder’… Bir şey fark edeceği yok da, yutturulmaya çalışılan saçmalıklar içimizde kalmasın dedik.
‘Seni seviyorum’ vıcıklığında ‘çiş’li çocuklar…
Kendi yaptıkları hataları görmezden gelip Toprak’a, artık eski hataları tekrarlamayacağını sürekli söyleterek ‘güçlü kadın’ imajı sergilettirmeye çalışan dizinin bir diğer kusuru, hemen her bölüm üç aşağı beş yukarı birbirinin aynısı olan replikleriyle kaplumbağadan daha yavaş ilerleyen konusu…
‘Lale Devri’ndeki üç beş kelimeden ibaret cümlelerden oluşan konuşmaları sabırla dinlerken insan zekâsına hakaret edildiğini düşünmemek elde değil.
Öyküsünü geliştirmek için kötülük timsali Sıtkı’dan iyi bir adam; yol gösterici, yardımsever Avukat Okan’dan da dayakçı psikopat bir koca yaratan… Beş dakika önce baş başa olduğu Toprak’a ‘Seni çok özledim’ diyecek kadar samimiyetsizleştirilen Çınar’a, iç bayan bir vıcıklıkla her lafın başı ‘Hayatım’, ‘Seni seviyorum’ dedirterek izleyiciyi bunaltan senaryo, kavuşma heyecanının sıfırlandığı yerde kısır döngüye girmiş durumda. Nitekim Çınar’ın papağan gibi duygusuzca tekrarladığı bu sözleri ve işini gücünü bırakıp Toprak’ın peşinden koşmasını çıkartırsak geriye kayda değer bir performansının kalmadığını da görürüz.
Azra ve Zümrüt’ün Toprak ile Çınar’ın arasını bozmak için yaptıkları planlar da ayrı bir komedi. Mutlak surette kapıları açık bırakarak planlarını herkesin duymasını sağlayan bu ikilinin oyunları çocukları bile güldürecek cinsten. Zümrüt Hanım gibi entrikacı bir karaktere bu tür amatörlükler hiç yakışmıyor.
Eksiklerini kapatmak ve konu yaratmak için ortalığı çocuk bahçesine çevirip Necip Bey’in sürpriz oğlu Tibet’i devreye sokan… Yetmedi, National Geographic kanalındaki aslan-kaplan belgesellerini rakı sofrası eşliğinde izlettirdiği Sıtkı’ya da tombaladan bir oğlan çocuğu çıkartan dizinin son bölümünün büyük kısmını, kreşteki çocuk partisi muhabbetiyle kotarmaya çalışması da evlere şenlik.
Balon şişirme yarışıyla sululuğun dibine vuran mahalle sünnetinden beter kıytırıklıktaki bu parti atmosferinde, geçim derdi olmayanların sahte ahlak anlayışına dair ne ararsan mevcut.
Birbirlerinin eskilerini eş olarak almakta sakınca görmeyen karakterleriyle ‘Yuh’ çektirip 'Neyin kafasını yaşıyor bunlar' dedirten dizi, en nihayetinde Küçük Lale’ye de ‘Çiş’ dedirterek içine etme durumunu tekmile erdirdi.
Sahte gülüşüyle ortalıkta Sfenks gibi gezinen Azra’nın, kerameti kendinden menkul… Bu duruşla erkek ayartamayacağını göremeyen yönetmen sayesinde gözleri devrik bir halde kalakalıyor. Öte yandan diyaliz hastalarını imrendirecek oranda dinç olan ve her işe girişen annesini tersleyip kendisine iftira atan kayınvalidesiyle can ciğer hale gelen sevgi pıtırcığı Toprak, vaktiyle kocasını kardeşiyle boynuzladığını unutup milletin ahlak bekçiliğine soyunan ve ‘cığım, ciğim’li konuşmalarından yalancılık fışkıran İkbal Hanım’la birlik olup hafiyelik yapıyor.
Tuttukları adam da değme ajanlara parmak ısırtan beceriye sahip doğrusu. Zümrüt Hanım’ın hesaplarını bulması bir yana, Azra’nın aile ve eğitim bilgilerine nasıl eriştiği de meçhul… Nüfus kaydında da, ailesi fakirdi liseye kadar okudu, yazmıyor ki oradan öğrendi diyelim! Tıpkı o kadar bilgiye sahip olan Azra’nın en azından uzaktan eğitimle üniversite diploması almayışı gibi bu da gayet mantıksız.
Tabi bir de Haluk Kırali’nin evini şıp diye bulan hafiyeyle Toprak’ın elini kolunu sallayarak içeri girmesi var. Toprak Hanım ve hafiyesi başkasının mülküne girmenin suç olduğunu bilmiyor olmalı… Ayrıca kolayca girdiklerine göre demek ki onca değerli eşyanın olduğu ev başıboş ve kilitsiz bırakılmış. Yabancı filmlerdeki intikamcılar gibi panoya resimlerin konması saçmalığını ve Toprak’ın bilmiş yorumlarını kime havale etmeli, bilmiyorum. Ah senarist, ahh...
Başta da dediğim gibi Yeşim’in gidişinden ve hele hele Toprak’la Çınar’ın düğününden sonra zorlamalarla sürünen ‘Lale Devri’ için sıralanacak eleştirilerin haddi hesabı yok.
Yama üstüne yamalarla dikiş tutturmaya çalışan, bunu da gerek bu sezon daha da yapmacıklaşan Toprak-Çınar aşkının yüzü suyu hürmetine diziyi izleyenler, gerekse Zümrüt Hanım’ın ne gibi kumpaslar çevireceğini merak eden gözetleme heveslileri sayesinde beceren ‘Lale Devri’ ne yazık ki, gerileme dönemini fark etmediği gibi kalitede çöküşe geçtiğini de görmüyor.
Her kadından bir çocuk peydahlayıp sonra da kadınları unutma aymazlığını gayet normal bir şeymiş gibi sunan yapım, bakalım zırvalamanın çıtasını nereye kadar yükseltecek? ‘Çiş’e dayanan içine etme işini finale kadar daha hangi noktaya vardıracak?
Aziz Nesin’in hikâyesindeki, saf karısının aldatma öyküsünü dinleyen Fıtık Amca’nın ruh haliyle bekleyişteyiz… ‘Du bakali n’olecak’…
Anibal GÜLEROĞLU