Aşk dendiğinde akan sular duruyor. Ama kazın ayağı her zaman aynı çıkmıyor ne yazık ki. Aşktan güzellikler beklenirken bazen de sıra dışı ilişkilerle canavarlaşıp hayaletlerin nefretiyle bütünleşiveriyor aşk denilen şey. Aşk ve hayalet birbiriyle nasıl bağlantıya giriyor derseniz… Aşk; herkese göre tanımı farklı olan, gerilimle mutluluğu, heyecanla hırsı, korkuyla gizemi birlikte sunan tanımlanamamış bir olgu. Hayaletlerle, aşkın ilk buluşma noktası tanımlanamamış olmak... İkincisi, hissettirdikleri duygularla insanları kendilerine çeken bir merak uyandırmaları… Üçüncüsü de çılgınlaşarak canavarlaşmaya varan ürkütücülük ve gerilim potansiyeli!
Nitekim yıpratıcılığına rağmen aşktan vazgeçilemiyorsa, hayaletler de aynısı... Gerçekliği ispatlanamamış olsa bile, hayaletler de her alanda ve her kültürde kendine yer bulmakta. Dini veya bilimsel kaygılarla izaha çalışılan… ‘Sevimli Hayalet’ veya ‘Hayalet Dayı’ benzeri yapımların ötesinde sevimlilikten-komediden ziyade ürkütücü ve korkutucu yönleriyle ele alınan… Ölümden yaşama uzanan bir olgu! Bedensiz varlıklardan kaynaklanan etkilerin, gerçekleri açığa çıkartan haberciliğe ve kurtarıcılığa dönüştüğü ünlü eserlerin hayaletlere ilgiyi artırdığı da kesin. Nasıl ki William Shakespeare’in yarattığı, babasının hayaletinden amcasının katil olduğunu öğrenen ‘Hamlet’… Ya da Charles Dickens’ın ‘Bir Noel Şarkısı’ndaki yol gösterici dört hayalet… Kısacası hayaletler sanatçıların hayal dünyasına bolca malzeme veren bir konu ve yaratıcılıkla birleştiğinde ortaya çeşitli eserler çıkartmak mümkün. Cronos, Pan’ın Labirenti ve Hellboy ile tanınan Meksikalı sinemacı Guillermo Del Toro’nun vizyonda yerini alan ‘Kızıl Tepe’ filmi de bunlardan biri!
MEKÂNLARLA BÜTÜNLEŞEN HAYALETLERİN GİZEMİ
Bazı yerler vardır sadece özellikleriyle değil yaşanmışlıklarıyla da isimlerinin hakkını verirler. Hani ‘İnsan ismiyle müsemmadır’ misali… İsimlerin sahiplerinin üzerinde etkisi olduğu mantığıyla paralel, yerlerin de adlarından güzellikler veya kötülükler geliştirebilmek mümkün. ‘Kızıl Tepe’ de böylesi bir yer.
New York Times Bestseller listesinde bir numaraya adını yazdırabilmiş Jamie McGuire’in, heyecanı ve sürükleyiciliği başarıyla harmanlanmış bir kıyamet sonrası öyküsü olan ‘Kızıl Tepe’ ile karıştırılmaması gereken yapım, olanca ürkütücülüğüyle başkaraktere dönüşen mekândan gücünü alan bir çalışma.
İngiltere’nin ıssız bölgelerinden biri olan ve adını barındırdığı kil madeninin kızıllığından alan ‘Kızıl Tepe’deki bakımsızlığına rağmen görkeminden bir şey kaybetmemiş, ama bir o kadar da korkutucu olan ‘Allerdale Hall’ü merkezine alarak ilerleyen film, hayaletlerin yarattığı korkuyla ve aşkla örülü gotik bir hikâyeye sahip.
10 yaşındayken annesini koleradan kaybeden ve bunun sıkıntısını üstünden atamayan küçük kızın yani Edith’in ‘Hayaletler gerçektir’ saptamasıyla açılışını yapıp bir gece onu ziyarete gelen annesinin hayaletinin ‘‘Kızıl Tepe’den uzak dur’’ uyarısıyla hayalet gizemini başlatan ‘Kızıl Tepe’, 14 yıl sonrasına giderek gelişimini yapıyor. Zamanın ötesinden gelen uyarıyı anlaması yıllar süren Edith’i yazdığı hayaletli romanını bastırmaya çalışan bir kız olarak karşımıza çıkartıyor.
Editörün içinde aşk olan roman tercihiyle ve el yazısının kadınsılığı üstüne yapılan konuşmanın yansıttığı ayrımcılıkla kadın yazar olmanın zorluklarını saptayan süreçte Edith’in ‘‘Amerika’da çabaya para yatırırız, ayrıcalığa değil’’ diyen babasını ve Doktor Alan’ı da tanıtan film, kan kırmızı toprağından korku fışkıran ‘Kızıl Tepe’nin yolunu açacak karakterleri… Yani icat ettiği makineye yatırımcı arayan Sir Thomas(Tom Hiddleston) ve ablası Lucille’i (Jessica Chastain) sokuyor devreye.
Edith’in, işçileri sömürerek zenginleşen soylu kesimin bir üyesi olarak gördüğü ‘baronet’ Thomas’a yıldırım hızıyla âşık olmasıyla da dalıyor aşk canavarlığına ve hayaletler âlemine... Bundan sonrası uzak durulması uyarısıyla baştan rengini belli eden ‘Kızıl Tepe’nin mekânsal ürkütücülüğü, hayaletlerin mesajcı korkutuculuğu ve asıl çekinilmesi gerekenlerin hayaletler değil canlılar olduğu gerçeğiyle ortaya çıkan dramatik dengesizlikteki ölümcül aşk tutkusu!
İÇİNDEN AŞK GEÇEN BİR HAYALET ÖYKÜSÜ
Mia Wasikowska’nın harika performansıyla hayat bulan Edith karakterine ve şatoya odaklanarak gelişen ‘Kızıl Tepe’den seyirciye yansıyan tat ne diye bakacak olursak…
Aslında gotik edebiyatın bütün öğelerini en başarılı biçimde kullanan ‘Kızıl Tepe’yi, salt korku filmi olarak nitelemek hata olur. Zira tıpkı Edith’in roman taslağını okuyan editörün önerdiği gibi hayalet öyküsünün içinde bir aşk teması da barındırmakta… Bu özelliğiyle ona, ‘İçinden aşk geçen bir hayalet öyküsü’ desek yeridir.
Mekânlarla bütünleşen hayaletlerin gizeminden gelişen öyküde günahkâr aşkın deliliğe dönüşümünü ve hayaletlerin koruyucu gerçekliğini görsel bir şölen şeklinde sunan ‘Kızıl Tepe’de, Edith-Thomas ilişkisinin gerçek yüzünü baştan belli eden Del Toro’nun hedefi, korkuyu, beklenmeyen çıkışlarla hissedilen anlık ürkütmelerle ve ilginç hayaletlerle çeşni olarak kullanıp dünyadaki asıl kötülüğün para ve aşk yüzünden yaşandığı hakikatini aktarmak.
Bu bildik konuyu ilginç kılansa; öykünün kendisi değil, renkli kelebeklerin yaşadığı Amerika’dan güvelerin barınağına dönüşen İngiltere’deki şatoya uzanan etkili atmosferleri… Tabii yönetmenin tercihiyle yaratılan bu atmosferlerin yanı sıra oyunculukların, etkili müziğin ve başarılı kurgunun da hakkını yememek lazım.
‘Kızıl Tepe’nin olumsuzluklarına gelince… Edith’in babasıyla ilgili olayın hiçbir yetkilinin müdahalesi olmaksızın kapanması ilk mantıksızlık. Ayrıca masum kızımızın karşısına çıkan hayaletlerle ilgili ipuçlarının onca zaman şato sakinlerinin dikkatinden kaçmış ve kolayca ulaşılır olması da aklıma takılan bir detay. Eh bu kadar kusur kadı kızında da olurmuş. Hem canım, ‘Hayaletler gerçektir’ diyerek başlayan filmin içindeki hayaletlerin gerçekliğine inanıyoruz da, bu kurgusal ayrıntılara mı takılacağız? Takılmayıp geçiyoruz.
Sonuçta; Gizemini mekânlarla bağlarını kopartamayan hayaletlerin öykülerinden alıp korkusunu da aile içi nefret ve şiddetten gelişen hastalıklı aşktan yaratan ‘Kızıl Tepe’, eksisiyle artısıyla farklı bir gotik korku ürünü. Görselliği ön planda tutanlar ve gotik tutkunları için biçilmiş kaftan.
Anibal GÜLEROĞLU