Cesaret nedir? Yüreklilik, yapılamayanı yapmak, özgüven ve daha pek çok açıklama getirmek mümkün cesareti tanımlarken. Nasıl ki, insanların içinde gizli kalan dürtüler farklı ise cesaretin de tarifi çeşitli şekillerde yapılabilir. Ancak, arkasındaki motivasyon her ne olursa olsun ülkemizde en büyük cesaret, göründüğü halde görmezden gelinen gerçekleri dillendirebilmek! Hele ki ucunda getirisi, ödülü olan alanlarda…
Coşkun Sabah ve Zeki Demirkubuz, son günlerde TV ekranında bu özelliği sergileyen iki isim. Ferdi Özbeğen’in cenazesinden sonra medyayı ve sanat dünyasını eleştiren Sabah, ‘Allahaşkına Hülya Avşar'ın nesi var ki? Her gün medyada olmasa, medyanın ilgi odağı olmasa nedir yani Hülya Avşar?’ diyerek nice vasıflarına rağmen isimleri öne çıkmayanlarla ilgili gerçekleri dile getirmiş, magazin haberlerinin çoğunun düzmece olduğuna, erkek sanatçıların sistem içinde öğütüldüğüne ve medyanın aklı başında işlere ilgi duymamasına değinmişti.
Onun bu cesaretinin yankısı düzmece düzenin içinde kısa süreliğine yankılanıp yok olurken bu kez yine bir TV programından Zeki Demirkubuz’un sesi yükseldi.
***
Dizi çarklarının kuklası olmayı reddeden Demirkubuz, festivallerde ‘uslu çocuk’ olanın itibar gördüğü gerçeğini, kendisiyle ilgili iki ödül olayıyla örnekledi.
Üstelik ‘Bu adam bize, Yeşilçam'a sövüyor’ denerek ödülünün geri alındığını anlatan Demirkubuz, festivallerdeki ödüllendirme haksızlığını deşifre etmekle kalmayıp‘Bunu herkes biliyor ama kimse çıkıp konuşmuyor’ sözleriyle de asıl vahim noktaya temas etti. Demirkubuz’un bu eleştiri cesareti herkese örnek olmalı diyeceğiz ama ‘Söz gümüş ise sükut altındır’ uyanıklığının arkasına sığınmayı çıkarları için uygun görüp yazmaktan, eleştirmekten, hak edeni ödüllendirmekten korkanların dünyasında çok da etkili olmayacağını biliyoruz.
İşte tam da bu noktada Los Angeles’taki TV ve sinema dünyasındakilerin yapmacıklığına tos atan, şovmenlere gösterilen ilginin arka planındaki çıkarcılığı deşifre eden ve insanların iç yüzünü ortaya döken ‘Boynuzlar’ geliyor aklıma... Ve keşke bu ‘Boynuzlar’a sahip olabilsek de karşımızdakilerin gerçek düşüncelerini dillendirmelerini sağlayıp kokuşmuşlukları sergileyebilsek, demekten kendimi alamıyorum.
Maskeleri Düşüren ‘Boynuzlar’ın Dayanılmaz Çekiciliği!
‘İntikam zamanı geldiğinde şeytan sahneye çıkar…’ diyen ‘Boynuzlar’ fantastik bir hikâye görünümünde olsa da, etkileyici mesajlarla dolu içeriğindeki insani gerçeklerle çıkıyor karşımıza.
‘Kadife Kutudaki Hayalet’ ile edebiyat dünyasına giren Joe Hill bu yeni geriliminde Stephen King’in oğlu olmanın ötesinde, insanların içindeki şeytanı ortaya çıkartma konusunda fantastik bir örgü kurma özelliğine de sahip olduğunu ispatlamış.
Gerçeklerin yarattığı gerilimi, özünü saflık ve sevgiden alan bir şeytanla buluşturan kitap; başlangıçta hem karakterleri tanıtmak, hem de okurun yaşananlara hâkim olmasını sağlamak açısından ayrıntılara fazlaca indiğinden biraz sıkıcı gibi durmakta.
Ancak bölümler ilerledikçe birbiriyle paralel verilen karakterler ve yaşanmışlıklar sayesinde ilginç bir yaratıcılıkla karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz. Her bir karakteri derinlemesine ele alan yazar, onları birebir gözünüzde canlandırmanızı sağlıyor.
‘Satırlarda film izleme’ duygusunu yaşatan bu derinlikten açığa çıkan; tanıdığımızı sandığımız kişilerin gerçek yüzlerini görmek, dudaklarından dökülen yalanlara inanmak yerine akıllarından geçen fikirlerin çirkinliklerine erişebilmek isteği!
Sürprizlerle gelişen ve okudukça insanı fikir karmaşasına düşüren… İnsani çaresizlik ve acının dışavurumunda kimi zaman Tanrı’yı inkâr edip kutsal değerleri sorgulayan… Kötülükleri ortaya çıkartan şeytanın, aynı zamanda kötüleri cezalandırma özelliğine de sahip olduğu için, aslında Tanrı’yla aynı safta durduğunu ince ayrıntılarla işleyen… Ve nihayetinde iyilikle kötülük arasındaki tercihin insan iradesine bağlı olduğunu fısıldayan ‘Boynuzlar’, özverilerle bastırılmış kişisel yaşamların barındırdığı ikiyüzlülüğün dışavurumunu soyut-somut analizlerle okura aktarıyor.
Sağlıksız aile yapılarının çocukların kişilikleri üstündeki etkisini de öyküsünün temeline oturtup merhameti, sevgiyi ve ahlakı sorgulayan kitapta, İngiliz edebiyatına ve özellikle Harry Potter’a yapılan göndermeler de dikkat çekmekte. Bu doğrultuda beyazperdeye çıkacak olan ‘Boynuzlar/Horns’da Potter karakterini canlandıran Daniel Radcliffe’in başrolü alması gayet mantıklı. Tabi henüz tamamlanmayan bu filmde ‘Boynuzlar’ın hakkının hangi oranda verileceğini bilemeyiz.
Fakat gücünü, görünen ve görünmeyen şeytaniliklerden alan ‘Boynuzlar’ın özüne varabilmek, konuyu daha iyi kavrayabilmek ve aslında şeytanın hep yansıtıldığı gibi kötü olmadığını hissedebilmek için film öncesinde kitabın okunmasını tavsiye edebiliriz.
Aksi takdirde değişik duygular yaşatan bu gerilim romanı, seyircinin gözünde sıradan bir korku filmine dönüşebilir… Ki bu da, cesaret gelişimini şeytani boynuzların itirafçılığında yaşatan, kimin masum kimin günahkâr olduğunu son ana kadar sorgulatan eserin hakkını yemek olur!
Çıkarken herkesin ihtiyacı olanı yanında götüreceği ‘Boynuzlar’ın şeytanlı hayal evinden, hak yiyenlerin melek maskeli gerçek dünyasına… Cesaret ve gerçekler üstüne sözümüz şimdilik bu kadar.
Anibal GÜLEROĞLU