Twitter denen sosyal paylaşım daha doğrusu ‘içsel bunalımları atım’ olayı iyi ki yaratılmış da, bizim ünlü ünsüzlere, gündemden düştükçe isimlerini duyurma fırsatı çıkmış.
Şimdilerde ‘ses’ getirmek için kullanılan yapım ‘Kayıp Şehir’. Kimileri, Aysel’in yediği çileğe ya da İrfan’ın koynundayken sağ-sol oluşuna takılmakta… Kimileriyse, ‘alıntı’ diyerek damgalamakta… Ne var ki, kim hangi mesajla eleştirirse eleştirsin mevcut durumuyla ‘Kayıp Şehir’, bu tür miniminicik ayrıntılarla değerlendirmeye indirgenemeyecek kadar kaliteli bir dizi!
Kanal D’nin şu ana kadar yeni sezonda yaptığı en iyi iş diyeceğim ‘Kayıp Şehir’deki baş gerçek, 6 Eylül, Varlık Vergisi, darbe gibi tarihi utançları işleyen dönem yapımlarıyla takdir ettiğim, Tomris Giritlioğlu imzası.
Yapımcılığını üstlendiği, farklı kültürleri işleyişindeki başarısıyla dikkat çeken ve izleyici isteğine aldırılmadan kaldırılan ‘Kasaba’ ile oyuncu seçimi talihsizliğiyle hak ettiği değeri göremeyen ‘Her Şeye Rağmen’ dizisinin yarattığı hayal kırıklığının ardından ‘Kayıp Şehir’ bomba gibi patladı ekranlarımızda.
***
Politikayı, dramatik konularla buluşturmayı gayet iyi başaran; topluma yönelik temaları ‘öylesine’ geçiştirmek yerine, derinlemesine analiz eden üslubuyla öne çıkan Giritlioğlu’nun izlerini taşıyan işlerin tadına varabilmek için öncelikle, anlatımda verilmek istenen mesajları kavrayabilmek lazım. Bu da, eften püften şeylere ve karakterleri canlandıranların popüler isimler olmasına takılmadan, doğrudan konuya odaklanmayı gerektiriyor.
Her ne kadar, Luchino Visconti tarafından 1960 yılında çekilen Rocco ve Kardeşleri (Rocco e i suoi fratelli) filmiyle benzeştiği söylentileri gündeme gelse de, karakterlerin ve sahnelerin hakkını veren böyle uyarlamaya helal olsun. Hele ki, ekranlar bir süre sonra rayından çıkan uyarlamalara tanıklık etmişken.
***
Ahmet Mekin’i yeniden ekranlarda görme fırsatı sağladığı için ayrıca hoşuma giden ‘Kayıp Şehir’de proje tasarımını gerçekleştiren Giritlioğlu avantajı dışındaki diğer bir gerçek, oyuncuların ayrıştırılmaması.
Magazine yansıyan haliyle yapım, İrfan ve Aysel’e odaklı gibi görünse de her karakterin kendine göre bir yeri var.
Oyuncuların yeteneğinden aynı oranda faydalanmayı hedeflediğini, sırasıyla her birini öne çıkartarak gösteren senaryo, bundan dolayı hem bıktırmıyor hem de görev alan herkese kendini gösterme coşkusu aşılıyor. Senaryonun gelişmesine de olanak sağlayan bu özellik sayesinde, dizideki oyunculuk performansı oldukça yüksek! Tabi kadrodaki isimlerin, sorumluluğu üstlenecek kalitede olduğunu da unutmayalım.
Gökçe Bahadır, duyarsız görünüşünün altında, ensest tecavüz mağduru bir genç kızın yıkımını taşıyan ve yaşlı amcasına yönelik ‘insaf’ konusundaki söylemiyle, sahte ahlâkçılara ders veren Aysel rolüyle mükemmel uyum içinde. Saçları, mimikleri, üstüne yakışan kıyafetleri komple!
Londra’da eğitim alan ve yeteneğini, tatlı serseri Topçu İrfan olarak gösterme fırsatı yakalayan İlker Kaleli de, sanki bu tutkulu ve bir o kadar da başına buyruk karakterle adapte olmuş. Annesini üzdüğü, kardeşini zora soktuğu, uçarı davrandığı için ‘tam dayaklık’ dedirten ve ‘Son’, ‘Eve Dönüş: Sarıkamış 1915’ gibi yapımlarla karşımıza çıkan Uğur Polat’ın canlandırdığı Ethem’le takışan İrfan, tüm bu hergelelikleri öylesine doğal bir saflıkta yapıyor ki, bir anda evinizin çocuğu haline geliyor.
***
Toplumumuzda sıkça rastlanmasına rağmen aile içinde gizli tutulan akraba tecavüzünü Aysel karakteriyle yansıtan ‘Kayıp Şehir’, sadece İstanbul’a göç eden bir ailenin yaşadığı kültür şoku ve dışlanmışlık hissini işlemenin çok ötesinde.
Kamerasının geniş açısını, farklı renkten çaresiz insanları buluşturan Tarlabaşı’ndaki itilmiş yaşamlara yönlendiren dizi, küçük ölçekte birbirinden farklı pek çok soruna değiniyor. Üstelik avaz avaz bağıran, abartılı şivelerle kulak tırmalayan karakterlere ihtiyaç duymadan… Ya da yapmacık söylemlerle ve ‘hoca’ edasıyla dikte edip komikleştirmeden!
Meryem Ana (Nazan Kesal) hâkimiyetindeki Toptaş Ailesi’ni merkeze alarak taşları gediğine oturtan yapımda; ilk bölümden bu yana parça parça toplumun farklı bir yarasını hissediyoruz.
Cinsel ya da etnik kimliğiyle ötekileştirilen insanların özverili yaşam kavgasından, her şeyin maddiyatla ölçüldüğü sahte dünyalara… Spor alemindeki var olma mücadelesinden, mahalle baskısındaki yeni yetmelerin kimlik ispatına… Garantisiz hayatların ezilmişliğinden, insanı sömürülecek mal gibi görenlerin hilebaz düzenine… Birebir içinde yaşadığımız ama çeşitli nedenlerle görmemeyi tercih ettiğimiz pek çok hakikat ve yanlış değer yargıları tüm çıplaklığıyla ‘Kayıp Şehir’in gerçeklerini oluşturuyor.
Bu noktada, ‘Güneşi Gördüm’ filminde de bir travestiyi canlandıran Ayta Sözeri’nin hayat verdiği Duygu karakterini boş geçmeyelim. Mertliğin cinsiyetinin olmadığını ve insanları her şeyin ötesinde sadece ‘insan’ yönüyle algılamamız gerektiğini gösteren küçük ama etkili bir detay. Bu karakterin, ‘O’ insanların yaşam zorluklarını sergileyen varlığıyla diziye ayrı değer katarak büyüdüğünü de söyleyelim.
***
Kentsel dönüşümle tarih sayfalarına yollanacak olan Tarlabaşı’nın günümüz profiline tanıklık eden ve Demir Demirkan’ın duygusallıkla coşkuyu bir arada hissettiren müziğinin kalitesinden destek alan ‘Kayıp Şehir’in şimdilik vurgulayacağımız son gerçeği, ikinci kuşakta yer alma dezavantajına inat, reytinglerde üst sıralarda tutunabilmesi.
Çok yönlü öyküsünü, karma oyuncu kadrosuyla yükseklerden uçuran ve nice uyarlamalara taş çıkartan ‘Kayıp Şehir’, İlker Kaleli’nin tabiriyle ‘Sorunların üstünden öylesine geçen’ bir yapım olmamayı sürdürdüğü müddetçe eminim bu yerini koruyacaktır.
Anibal GÜLEROĞLU