En sonunda beklenen oldu ve ‘Karabasan’ kâbusu ortalığı sardı. Yok, yok… Uykunun REM yani rüya görme döneminde halüsinasyonlar eşliğinde rastlanan ve tıptaki adıyla ‘İzole uyku felci’ olup kişinin kol-bacak hareketlerini engelleyen türden davranış bozukluğu sayılan ‘karabasan’ kâbusundan bahsetmiyorum… Ya da hemen yanı başımızda cereyan eden, çoluk çocuk demeden canların acımasızca yok edildiği savaş vahşetinin insanlığın üstüne çöken ‘karabasan’ hallerini de kast etmiyorum.
Sözünü ettiğim ‘Karabasan’ Avustralya’dan gelip bizi bulan, 92 dakikalık süreçte duygusal bağlamda yaşanan ve içinde bulunulan evi klostrofobik deneyim için başarıyla kullanan bir analı oğullu korku seansı!
BASTIRILMIŞ ACILAR ‘KARABASAN’A DÖNER…
‘Adını bir kez anarsan, Ona bir kez bakarsan, Musallat olur karabasan’ sloganıyla sunulan ‘Karabasan/The Babadook’, deliksiz uykulara veda ettiren türden olma iddiasındaki içeriğiyle ‘The Conjuring’, ‘Insidious’ ve ‘Sinister’ gibi yeni dalga korku filmlerinin son halkası olarak karşımıza çıkmakta.
Kocasını trafik kazasında kaybeden ve oğlunu tek başına büyütmek zorunda kalan bir kadının, çocuğunun kitapların arasında bulduğu ‘Mister Babadook’ isimli gotik çizimler ve ürkütücü tekerlemelerle dolu esrarengiz kitabı okumasıyla ortaya çıkan ‘Karabasan’, yarattığı korku atmosferiyle ana oğlun rüyalarına ve hayatlarına çökerken, seyirciye de doğaüstü bir varlıkla girişilen mücadelenin iz bırakan gerilimini yaşatmakta.
Amelia ile oğlu Samuel’ı, duvarlarda gezinen korkunç gölgelerin ve duyulan seslerin esir aldığı bir evde karşı karşıya getirmenin ardından ‘çıkış yolu bulma’ çaresizliğine iterek gelişmelerin derinlerinde yatanları hissettiren yapımın korku özü, insan ruhunun içinde saklı tutulan ‘bastırılmış acılar’a dayanmakta!
Sergilediği korkuyla türünün anlık etki gösteren gel-geç örneklerinden biri olmak yerine, seyircinin psikolojisini de ele geçirmeye odaklanan ‘Karabasan’ kabusunun merkezindeki karakter, acılarını öteleyen anne figüründeki Amelia…
Dolayısıyla oğlunu doğurmak için hastaneye yetişmeye çalışırken kocasını trafiğe kurban veren kadının doğumla ölümü birlikte yaşadığı günün üstünden zaman atlayışıyla başlayan ‘Karabasan’da korkunun gücü de, aşkını kaybetmenin hıncını içten içe oğluna yönelten ve ‘Keşke doğmasaydın’ misali duygular besleyip çocuğunu bir türlü yeterince sevemeyen Amelia’nın yüzleşemediği bastırılmış acıyla açığa çıkan enerjiden gelmekte.
ANNE, KORKUNUN VE SEVGİNİN TİMSALİ
Dizilerimizden alıştığımız üzere, baskıcılık ve şiddet figürleri olarak genellikle karşımıza baba ve abiler çıkartılmıştır. Kimi kez kız kardeşlerin veya ablaların da alttan alta yaşadıkları kıskançlıklarını kötülüğe çevirmelerine tanıklık ettiğimiz de olmuştur.
Oysa bizdeki bu kanıksanan genel yaklaşıma karşılık yabancıların korku ve onun arkasındaki kötü enerjiye bakışları daha çok ‘anne’ kaynaklı! Çocukların duygusal gelişimine babadan daha çok katkısı bulunan anne kişiliğinin aileyi yönlendirdiği gerçeğini benimsediklerinden olsa gerek.
Anne figürünün insanların yaşamındaki yerini, ‘korku’ ve ‘sevgi’ üstünden sorgularcasına seyirciye musallat olan ‘Karabasan’ da, bu yolu seçenlerden…
Toplumsal anlayış itibariyle koruyuculuk olgusunun timsali gibi görülen annelerin, kendi ruh huzurunu sağlayamadıkları takdirde çocuklarına karşı nasıl ölümcül bir güce dönebileceklerini yansıtan yapımın bu mesajı, bizdeki ezilen anneler ezilmeye mahkûm çocuklar yetiştirir gerçeğiyle eşdeğer…
‘Karabasan’ öne çıkan bu özelliğiyle yol alıp varlığını erkek sevgisiyle bütünleştiren kadınların penceresinden korkuya bakarken, çocuk sorgulamasındaki masumiyetle de duyguları ters yüz eden bir korku şiirselliği yaşatmakta…
‘Anne, her şeyden önce bir kadındır’ mantığıyla yaratılan korku girdabından açığa çıkan net mesaj ise yalnız başına çocuk büyütmek zorunda olan kadınların göründükleri gibi olmadıkları ve iç dünyalarında çok karmaşık duygular gizlenebileceği!
‘Karabasan’ı korku filmi yaratma amacının ötesine taşıyan kadın yönetmen Jennifer Kent’in yorumundaki fırtınaları yaratan ürkütücü erkek figürüne gelince… Çocuksu korkutuculuğu dayanılmaz kabusa çeviren bu simge, içinde patlamalar yaşamasına rağmen güçlü görünmek mecburiyetindeki dul kadının ötelemeye çalıştığı özlemle nefretin birleşimi.
ALTI YAŞINDA BÜYÜK PERFORMANS
‘Karabasan’da Amelia rolüyle karşımıza çıkan Essie Davis, korkuyla harmanlanmış annelik performansında, ‘kaybedilen koca-öfke duyulan oğul’ ikilemindeki psikolojik gerilimi ve anneliğin ölümcül yüzünü başarıyla hissettiren bir isim olmuş.
Ancak filmde ondan çok daha fazla öne çıkan isim, 6 yaşındaki Noah Wiseman!
Bizdekinin aksine çocuk karakterlerde dahi yaşı yaşına uygun seçme yapma titizliğindeki yabancıların oyuncu seçimindeki isabetliliğini bir kez daha ortaya koyan Noah, Samuel karakterinde harika bir duruş sergilemekte.
Dizilerimizin sahte sahte konuşan, büyümüş de küçülmüş çocuklarına örnek olacak tarzdaki canlandırmasıyla gerçek bir 6 yaş masumiyeti ortaya koyarken karakteriyle bütünleşip korkuyu yaşatan Noah, profesyonel anlamda ilk kamera deneyimi olmasına rağmen hem inandırıcı bir iş çıkartmış, hem de sevimliliğiyle yapımın çekiciliğini artırmış.
Sonuçta; ‘Tüm çocuklar canavar görür’ kolaycılığındaki yetkililerin hafife aldığı ‘Karabasan’ olayı, yaşananların gerçek olmadığını kendi kendisine telkin eden bir annenin ve ‘Onu içeri alma’ diyerek babasızlığın yanı sıra annesiz de kalmak istemeyen küçük bir çocuğun duygusal analizlerle bezeli dram yönü ağır basan masalsı korku yumağı!
Her korku filminde olduğu gibi burada da mantıkla ters düşen detaylar bulunsa dahi etkili kâbusuyla akıllara musallat olan ‘Karabasan’, farklılık gösteren korku filmi özelliği bir yana, sırf ‘Çocuk oyuncu işte böyle olur’ dedirten 6 yaşındaki Noah Wiseman’ın bakışlarıyla derinleştirdiği Samuel performansını görmek için bile izlenmeye değer türden.
‘Karabasan’ kâbusu bir gün herkese musallat olabilir!
Anibal GÜLEROĞLU