Anibal Güleroğlu

Anibal Güleroğlu

guleranibal@yahoo.com

Tüm Yazıları

Görmek kolay, önceden görmek zordur’ demiş Benjamin Franklin… Gerçekten de olacakları önceden görebilmek, bir iş hakkında önceden görüş bildirmek pek kolay değil. Her ne kadar çoğu zaman Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan kendini belli etse de, kimi durumlar hakkında doğru yorumlarda bulunamama ihtimali her daim mevcut. Zira bazı hallerde bizi sunulanlar işin cilalı kısmı olabiliyor ve yanıltıcı faktörler ön plana çıkartılabiliyor. Dolayısıyla işin içyüzüne erişildiğinde ancak gerçekler fark edilebiliyor.

Haberin Devamı

Nitekim ekranda yer bulan yapımlar hakkında ön değerlendirmede bulunurken de aynı yanılma payı her halükarda geçerli. Bunun son örneğini ‘Kalbimin Sultanı’ dizisinde yaşadım nasıl ki!

Doğruya doğru… Tanıtımlarına bakıp değerlendirdiğim yapımın yaz dizisi olarak yıldızının parlayabileceği yönünde görüş bildirmiştim. Çünkü hem Türk-Rus işbirliğiyle ekrana taşınan işin kadrosu ilgi görebilecek türdeydi, hem de senaryonun tarihe olan düşkünlüğümüze farklı bir pencereden bakacağını düşünmüştüm. Ama ilk bölüm itibariyle yanıldığımı çok net gördüm. ‘Kalbimin Sultanı’ fena çaktı kısaca. Neden derseniz…

‘KRAL VE BEN’ OLMUŞ ‘KALBİMİN SULTANI’
Her şeyden önce fark yaratacağını umduğum ‘Kalbimin Sultanı’nın içeriği orijinal değil, alenen çakma nitelikteydi! Dahası oyunculukların başarısı bir yana, işleniş biçimi ilgi çekici yenilikçilikten hayli uzaktı. Bu olumsuzluklara detaylı bakacak olursak…

‘Kâfirle harp edeceğimiz yerde içimizdeki düşmanla cebelleşip dururuz’ diyerek vatandaşı haraca bağlayan Yeniçeri’nin ıslahatıyla uğraşan Sultan Mahmud ile Rus Ekselans tarafından tehdit edilerek ajanlığa zorlanan muallime Anna’nın Frenkçe aşkını, Osmanlı döneminin problemleriyle harmanlayarak ekrana taşıyan ‘Kalbimin Sultanı’, Total’de 30’uncu AB’de 16’ıncı olarak başlattığı yolculuğunda reyting bakımından tam anlamıyla duvara tosladı. Pazar akşamı yayınlanan tekrarı belki daha iyi sonuç alır diye heveslenmek de boşa çıktı. Zira burada da 1.11 reytingle Total’de 40’ıncı, AB’de de 1.33’le 17’inci oldu. Yani izleyici ne başlangıcına, ne de tekrarına ilgi göstermedi.

Haberin Devamı

Bu sonuçların alınmasında öncelikli sebep, uyarlama merakının suyunu çıkartıp özgün iş üretmeyi külfet sayar hale gelen dizi sektörümüzün orijinal bir iş ortaya çıkartma konusunda yanılgı yaratma tablosunu ‘Kalbimin Sultanı’nda da sergilemiş olması!

Benim ön değerlendirmemi de boşa çıkartan bu detayı daha net ifade edecek olursak… Osmanlı dönemini tarihsel boğuntudan ziyade kurgusal bir aşkın mizahi çeşnisiyle ele alır mahiyette başlayan ‘Kalbimin Sultanı’, kendine has bir iş gibi görünse de, özellikle içerikteki Sultan ve muallime ilişkisi açısından çakmalık yönü ağır basan bir esinlenme halinde. 1956 yapımı olup Yul Brynner ile Deborah Kerr’in müthiş performansıyla sinema tarihinin unutulmazları arasına girmeyi başaran ‘Kral ve Ben/The King and I’ filmini izlemiş olanların kolayca fark edebileceği bu çakmalık iyi kotarılmış olsa bile, özgün Osmanlı mizahi anlatımı bekleyenler için büyük hayal kırıklığı yaratıldığı muhakkak.

Haberin Devamı

1946’da ‘Anna and the king of Siam’ ismiyle sinemadaki yolculuğunu başlatıp 1956’da ‘Kral ve Ben’ şeklinde yeniden çekilen filminin içeriğini kısaca özetleyecek olursak eminim bu çakmalık izleniminin ve yarattığı hayal kırıklığının dayanağı daha net anlaşılacaktır.

Kralın çocuklarına eğitim vermek üzere oğluyla birlikte 1860’ta Siyam’a gelen İngiliz öğretmen Anna’nın gerçek hikâyesini konu alan ‘Kral ve Ben’, inatçı ve disiplinli kral ile kendisine tamamen yabancı adetleri olan bu ortama alışmaya çalışan Anna arasında çekişmelerle başlayıp duygusallığa varan ilişkinin anlatımı üstüneydi. Çok eşli ve çocuklu krala da öğretmenliğe başlayan Anna zamanla Batı’nın adetlerini öğrenmeye meraklı kralı değiştirmeyi başarırken, kendisi de değişime uğramıştı. Bu süreçte Siyam Krallığına ihanet girişimleri de bu ikili ilişkiyle paralel verilip mizahi anlatımla saray meseleleri iç içe geçirilmişti. Beş Oscar’lı film o denli beğenilmişti ki 1972’de ABD’de dizisi çekilmişti. TRT ekranlarında da yayınlanan bu dizinin dışında 1999’da ‘Anna and the King/Genç kız ve Kral’ ismiyle sinemaya da yeniden uyarlanmıştı.

Velhasıl Margaret Landon’ın ‘Anna and the king of Siam’ adlı kitabından uyarlanarak çizgi film şeklinde de izleyiciyle buluşan bu gerçek hikâye, farklı yorumlarla işlenmiş olsa bile özünde astığı astık bir kralın bir yandan krallığındaki olumsuzlukları düzelmeye çalıştığı, bir yandan da yabancı bir kadın aracılığıyla kendini eğittiği komedi soslu başarılı bir eser niteliğindeydi.

Hal böyleyken objektifimizi ‘Kral ve Ben’ cephesinden, senaryosu Nil Güleç Ünsal ve Özlem İnci Hekimoğlu tarafından kaleme alınan ‘Kalbimin Sultanı’na çevirdiğimizde karşımıza çıkan tablo ne peki? Tıpkısının aynısı!

Osmanlı’ya yeniden düzen verebilmek için Batı tekniklerinden ve kültüründen faydalanmak gerektiğini düşünen… İlk modern tıp okulu olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ve modern anlamda ilk harp okulu olan Mekteb-i Harbiye'yi kuran... Eğitime çok önem vererek ilk gazeteyi yayımlatıp posta teşkilatını kurdurtarak nüfus sayımı yaptıran… Modern kıyafetlerle ilgili nizamname yayınlatıp portresini yaptırarak devlet dairelerine astıran… Yeniçeri Ocağı’nı kaldıran… Divan-ı Hümayunu lağvedip Bakanlıklar teşkil eden… Ve her açıdan modern bir devlet sistemi oluşturan Sultan II. Mahmud baş kahramanımız.

Ali Ersan Duru’nun rolüyle çok iyi bağdaştığı Sultan, bu yenilikçi yönleriyle Siyam kralıyla neredeyse birebir denkleşmekte. Her ikisinin yaşadığı dönem de 1800’lü yıllar. Öykünün ana malzemesine gelince… Batı kültüründen bir kadının saraydaki öğretmenliğiyle başlayan duygusallık. Yani temelde bütün öğeler aynı. Dahası her iki tarihi komedi izleri taşıyan yapımda da baş kadın karakterin adı Anna. Tek farkla… Bizimkisi Rus kızı, orijinal hikâyedekiyse İngiliz.

Anlayacağınız bizim orijinallik umutlarımızı yerle bir eden ‘Kalbimin Sultanı’, özünde ‘Kral ve Ben’ olarak hafızalarda yer edinen yapımın ta kendisi! Maalesef bunu belirten hiçbir ibare de gözüme çarpmadı. Hani ‘uyarlama’ olarak ekrana sürülse diyecek bir sözümüz olmayacak. Ama esinlenme kılıfıyla özgünlük yaratma niyetine verilmesi hiç hoş değil ne yazık ki.

Öte yandan ‘Her şeyin hayalden ibaret olduğu imkânsız bir aşkın masalı’ vurgusuyla başlayıp Sultan Mahmud’un Anna’dan Frenkçe öğrenme sevdasını ilk bölümden ‘Yine Bir Gülnihal’li dans yakınlaşmasına bağlayan ‘Kalbimin Sultanı’nda saray atmosferinin yeterli ciddiyete sahip olmaması ve Harem kavgacılığının artık kabak tadı vermesi de izleyiciye cazip gelememe etkenlerinden!

Muhakkak ki bu tarihi işleyen bir belgesel veya birebir tarih yansıtan drama değil. Romantik komedi tadında işlenmiş dönem dizisi olma iddiasındaki bir yapım. Lakin olaylar Sultan Mahmud, Esma Sultan gibi gerçek tarihi kişilikler üstünden yürütülünce işin rengi değişiyor ve içeriğin tamamen hayale dayalı olmadığı da gün yüzüne çıkıveriyor. Bu noktada lokuma dili çözülen Amber Ağa gibi hoşluklar içeriğe renk katsa bile, izleyicinin, Sultan’ın denetimlerinde veya Yeniçeri yozlaşması misali konuların yansıtılmasında daha ciddiyet araması kaçınılmazlaşıyor. Ayrıca içerikte masalsı akıcılık ve sürükleyicilik sağlayacak unsurlar da pek bulunmamakta.

SONUÇTA; Türk-Rus dizi işbirliğinde ilk adım olarak görülen bir yapım için 'Osmanlı Sultanı-Rus muallime' masalından daha dişe dokunur ve dahi özgün bir içerik bulunamaz mıydı? Elbette bulunurdu. Renkli bir tarihi atmosfere, tanınmış isimlerden oluşan kadroya ve aksanlı yabancı kadın oyunculara sahip olan ‘Kalbimin Sultanı’ şayet gerçekten özgün ve yenilikçi sunumlara sahip bir iş olarak huzura gelseydi çok daha şanslı bir dizi olabilirdi üstelik.

Lakin Yul Brynner’in Rusya doğumluluğundan hevesle midir bilinmez, ‘Kral ve Ben’in yerli kopyasını yaratma mantığı ve Harem başta olmak üzere şimdiye dek ekranda yer alan tarihi dizilerin klişelerini uygulama kolaycılığı nedeniyle bu şans en başından heba edildi. Yayına sokulma zamanlamasının kötülüğü de cabası.

Yenilikçi bir iş görme hevesiyle bekleyip tersyüz olduğum yapımın ekran ömrü böylesi düşük reytinglerle ve devşirme öyküyle nereye kadar sürer? Göreceğiz. Emeklere yazık.

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal