Fikir yaratıcılığı ve yazarlık becerileri… İyi bir senaryonun ortaya çıkması için gereken temel unsurlar. Lakin yaratıcılıkta kısırdöngüye düşüldüğünde daha önceden yazılmış romanlardan veya senaryolardan materyal alarak gerçekleştirilen uyarlamaların da bu temel unsurlara alternatif olabildiğini unutmamak lazım.
Nitekim yerli veya yabancı uyarlamaların sayılarının özgün senaryolara kıyasla hızla artıyor olması bu alternatifin gücünü göstermekte bize. Öte yandan her uyarlamanın başarılı olamayacağı da bir gerçek. Dolayısıyla ister özgün isterse uyarlama olsun, iyi bir senaryonun ortaya çıkartılabilmesi için yazarlık becerileri mutlak surette gerekli.
Hal böyleyken yerli dizi sektörümüze baktığımızda özellikle son dönemlerde gayet başarılı uyarlamalarla karşılaşıyoruz. Güney Kore veya Japon yapımı romantik komedilerin yanı sıra İngiliz dizilerinin Türkçe versiyonları da orijinallerini aratmayan hatta yeri geldiğinde onların önüne geçen içerik ve performanslarla çıkıyorlar ekrana. Misal, geçen sezon ekranda fırtına gibi esen ve yeni bölümleri merakla beklenen ‘Sadakatsiz’!
Kanal D’yi hayal kırıklığına uğratmayan dizi, sadece aşk-ihanet-gizem üçlüsüne yeni bir boyut açmakla kalmadı aynı zamanda, orijinal yapımdan daha uzun süreli bölümlerle uyarlanmasına rağmen beşer bölümlük iki sezon ekran ömrüne sahip ‘Doctor Foster’ın üstünde bir performans sergileyerek, uyarlama senaryoda gelinen noktayı da koydu ortaya koydu.
Hiç kuşkusuz bu başarılı gidişatın ardından edinilen cesaretle yeni örnekler de boy gösterecekti ekranlarımızda. Nitekim bu sezon için bir başka başarılı İngiliz yapımı senaryo materyali sağladı dizicilerimize. ITV kanalında altışar bölümden oluşan iki sezonuyla oldukça sevilen ve BAFTA ödüllerine aday gösterilen ‘Liar’, psikolojik drama türünden içeriğiyle, ekranlarımıza iddialı bir uyarlama daha kazandıracak gibi görünmekte. Bu bağlamda orijinale bakıp yerli uyarlaması ‘Yalancı’ hakkında ön görüşümü paylaşmak istedim ben de. Hadi buyurun…
GERÇEĞİ SORGULAYAN ‘YALANCI’…
Yalan… Yani doğru olmayan söz. Manevi açıdan günah sayılan, yeri geldiğinde adaleti yanıltma özelliği bulunan yalan, insan doğasındaki olumsuzlukların en yaygın ve yaratıcı olanı. Hani ünlü yazar Balzac ‘Yalancılık meslek dalı olarak ilan edilmeli artık. Çünkü çok fazla ustası var’ demiş ya… İrili ufaklı, zararlı zararsız, beyaz ya da gri yalanlar hayatın bir parçası durumunda.
Öte yandan açığa çıkmadığı müddetçe uzun vadeli alışkanlığa dönüşme ihtimali kuvvetle muhtemel olan gerçek yalancılığın kimi zaman patolojik sorun şeklinde geliştiği de malum. Hal böyleyken yalanların ve yalancılığın kurgularda da önemli bir materyal halini alması kaçınılmaz olmakta.
Nitekim izleyiciye ‘Mitomani’ kelimesini öğreten patolojik yalan konusuyla ‘Masumiyet’ dizisinde karşılaşmış ve psikopatlığın algılara oynayan yalancılıkla harmanlanarak nasıl zarar verici bir hal alabileceğini izlemiştik daha önce.
Nasıl ki, kişilerin hayal gücüyle ürettikleri düşünceleri gerçek sandıkları yani çoğunlukla kendi yalanlarına inandıkları ve söylediklerini desteklemek için sürekli yeni yalanlar uydurdukları bu hastalık durumunun bir benzeri ‘Liar’ dizisinde de mevcut.
Konuya açıklık getirmek için İngiliz yapımının genel hikâyesine kısaca bir göz atacak olursak…
Bir lisede öğretmenlik yapan Laura, kısa süre önce uzatmalı sevgilisinden ayrılmanın depresif ruh halini yaşayan yalnız bir kadın ve tabii öykünün ana kahramanlarından. Onun karşısındaki karakter ise hayatını işiyle oğlu arasında geçiren Andrew. Yalan olayının ortaya çıkışı ve hikâyenin başlangıcına gelince… Laura’nın öğrencilerinden Luke’un babasıyla yediği akşam yemeği kilit noktası. Zira karizmatik bir cerrah olan ve eşini kısa süre önce kaybeden Andrew ile yemeğe çıkıp güzel bir gece geçiren Laura, ertesi sabah tecavüze uğradığını iddia ederek kafaları karıştıran süreci başlatıyor. Ondan sonra gelsin gizem ve gerçeklik arayışı. Kim masum kim suçlu ayıkla pirincin taşını.
Anlayacağınız tecavüz iddiasını destekleyecek hiçbir delili olmayan Laura takıntılı biçimde olayın üstüne giderken suçlanan cerrahımızın anlam verilemeyecek türden bir savunmaya çekilmesiyle ortaya çıkan ve doğruluk açısından iki karakter arasında gel gitler yaşatan ‘Liar’ dizisinin özü, yalana-yalancılığa dayanmakta. Polis araştırmaları ve yan karakterlerle gelişimini güçlendiren senaryonun, ‘Kim yalan söylüyor’ gizemini çok iyi kullandığını da belirtmek gerek bu noktada. Özetle, ‘Liar’ başarılı bir iş.
‘İki taraf, bir gerçek’sloganıyla içeriğinin hakkını veren ve saldırı mağduru kadın tablosuyla manipülatif sapkınlık halini karşı karşıya getirirken ‘Masumiyet’in mantığını fazlaca hatırlatan ‘Liar’ kanadında durum bundan ibaret iken yerli uyarlaması olmaya hazırlanan ‘Yalancı’ dizisinden nasıl bir tablo çıkabilir?
Öncelikle genel hikâyesine göz atarsak…
‘Her hikâyenin iki yüzü vardır. Gerçek ise tektir’felsefesinden ilerleyerek ‘İki taraf, tek doğru’ diyecek olan Süreç Film yapımcılığındaki ‘Yalancı’ da çıkış noktasında orijinaliyle birebir aynı yoldan ilerleyeceğini genel hikayesiyle göstermekte bize.
Şöyle ki; Edebiyat öğretmeni Deniz ve ünlü bir cerrah olan Mehmet Emir ‘Yalancı’nın temelindeki karakterler olarak öğretmen-veli denkleminde karşılaşıp tanışacaklar. Bu iki yalnız insanın yemek buluşması ve birlikte geçirilen gecenin ardından gelişecek olan gerilim de içeriğin çatışmacılığını ve sürükleyiciliğini yaratacak.
Velhasıl başrollerinde Burçin Terzioğlu, Salih Bademci, Hazal Türesan, Cemal Toktaş ve Şahin Irmak’ın yer aldığı ‘Yalancı’nın konusu da tıpkı orijinali gibi, haklı olduklarını ispat etmeye çalışan iki insanın farklı biçimde anlattıkları gecenin gerçeğini aramak ve herkesten yüzünü gizleyen gerçeğe ulaşmak üzerine gelişecek.
İki yapımın hikâye denkleşmesini yapmanın ardından diyeceğim o ki, ‘Yalancı’ dizisi orijinalinin başarısından dolayı ilk elden avantajlı işlerden olma pozisyonunda. Dolayısıyla büyük ihtimalle sıkıntısız bir başlangıç yapılacaktır.
Buna karşılık başarıyı getirecek asıl detay, her uyarlamada olduğu gibi yan konuların ve karakterlerin orijinali bozmayacak biçimde yaratılması olacaktır. Çünkü orijinalin tükendiği noktada bocalamak her daim ihtimal dahilinde. Kuşkusuz bunun yükü de büyük ölçüde senaryoyu ortaya çıkartacak olan Yazıhane ekibine düşmekte.
Öte yandan bir anlamda kadın olmanın her yerde zor olduğunu işaret eden ve mağdurlara destek için yol gösterme özelliğini de bünyesinde barındıran ‘Liar’ın 50 dakikayı bulmayan bölümlerine karşı bizdeki dizi süresi rutinini de göz ardı etmemek lazım. Bu dezavantajı da ancak ana konuyu uzun süreli besleyebilecek özgünlükler bularak bertaraf etmek mümkün. Tabii zorlamaya ve izleyiciye itici gelebilecek söylem yapmacıklığına kaçmadan!
İşin oyuncu kanadı derseniz … Ekip orijinalin ruhunu aktarmak adına şahane diyebilirim. Burçin Terzioğlu’nun mükemmel bir seçim olduğunu düşünüyorum. Çünkü yeri geldiğinde Laura’nın inişli çıkışlı kişiliğini Deniz’e layıkıyla adapte etmekle kalmayacak üstüne kendinden de katkıda bulunacaktır. Keza rollerinin hakkını veren Salih Bademci için de öyle.
Ve başarı adına şunu da hatırlatmak isterim… ‘Yalancı’nın kendini iç mekanlara hapsetmemesi oldukça önemli. Mesela orijinalinin başlangıcındaki gibi etkileyici görselliklere ve dış mekanlara ağırlık verilerek diziye renk katacak atmosfer desteği sağlanmalı derim. İzleyici dar alandaki paslaşmalara çokça doydu zira.
SONUÇTA;Sezonun en iddialı dizisi olma adaylığıyla Hülya Gezer’in yönetmenliğinde çekimlerini başlatan ‘Yalancı’, yeni bir uyarlama olmanın çıtasını yükseltebilme performansına sahip! Show TV ekranında boy gösterdiğinde ‘Sadakatsiz’ gibi sevilmesi de kuvvetle muhtemel. Yeter ki yapım kendisine inansın!
Bunların ötesinde gerçeği sorgulayan ‘Yalancı’nın kadın dokunuşlarındaki performansını ve yalanla gerçeğin hakkının ne oranda verileceğini de bekleyip göreceğiz elbet.
Yolları açık olsun derken son söz Bernard Shaw’dan gelsin… ‘Yalancının cezası, kimsenin kendisine inanmayışı değil, kendisinin kimseye inanmayışıdır’.
Anibal GÜLEROĞLU