Son zamanlarda dizi sektörümüzde hızla gelişen akım, yeni senaryo yaratmak yerine yabancı sinema filmlerinden ya da dizilerinden uyarlamaya gitmek. Başarı oranları bir yana, insan ister istemez düşünüyor ‘Bizdeki senaristlerin hayal gücü ne güne duruyor’ diye. Bu taklitçiliğin sorumlusu hem malını satmak isteyen yapımcılar, hem de orijinallikten ziyade ‘iş yapıcılığa’ önem veren kanallar. Ayakta kalmak için para kazanmak elbette önemli ama böyle giderse bir süre sonra özgün senaryo yazarlarının nesli tükenecek.
Williams mı, Bilginer mi?
Bu taklitçiliğin son örneği, 1993 yapımı Mrs. Doubtfire’ın tıpkısının aynısı olarak Star TV’de ekrana gelen ‘Hayatımın Rolü’. Ülkemizde ‘Müthiş Dadı’ ismiyle gösterilen filmde en başarılı performanslarından birini sergilemişti Robin Williams… Chris Colombus yönetimindeki film, Anne Fine’ın kitabından uyarlanmıştı. Ama ne uyarlama… Her sahnesinde ölçünün korunduğu yapımda komedi de, duygusallık da mantıkla ters düşmeden ve abartılmadan işlenmişti. Mükemmel bir maske ve makyajla kadına dönüştürülen Williams’ın ses tonu bile kadından farksızdı. Yaşar Hanım kimliğiyle, Robin Williams’ın rolünü üstlenen Haluk Bilginer de, oldukça pahallı olduğu vurgulanan maskeyle kadına dönüştürülmüş ama bizim dizide, hem kadın canlandırmasına inanmak hem de filmin lezzetini yakalamak mümkün değil. Oyunculuğuna bir çeşni katan Haluk Bilginer’in gözlerini aşırı açarak şirin teyze tipine bürünmeye çalışması, canlandırdığı kadın karakterini samimiyetsiz bir hale getirmekte. Hatta öyle ki bazı sahnelerde, şişik yüz hatlarıyla birleşen kocaman parlak gözler korku filmlerindeki tipleri çağrıştırmakta. Hani fıldır fıldır bakarken her an çocukların üstüne atlayacakmış gibi… Ses tonundaki kaymalar da kadın inandırıcılığını zedeleyen bir diğer unsur. Bu iniş çıkışlara rağmen diğer karakterlerin onun kadınlığından şüphelenmemesi mantığa sığacak gibi değil.
Yönlendirmeler rahatsız edici!
Bitkisel zayıflama ürünlerinin sağlık bozma ihtimaline karşı duyarlılık gösteren ve ilkelerinden ödün vermemek için her işi kabul etmeyen Müşfik’in, günümüzle pek bağdaşmayan, idealist oyuncu tiplemesiyle açılışını yapan ‘Hayatımın Rolü’nde abartılarla yaşanan pek çok arabesklik mevcut. İlk olarak para için hayallerinden tavizler vererek yükün ağır kısmını sırtlanan Ela’nın boşanmasından başlayalım. Aşırı hızlı geçen bu süreçte Ela’nın derdi, çocuklarına bakıcılı, özel okullu yüksek standartlı bir yaşam sağlamak için gerekli olan ‘para’ konusu olarak verilmişti! Müşfik’in reklamı kabul etmemesini sorumsuzluk olarak gören Ela’nın boşanınca para durumunda nasıl bir düzelme oldu? Bu ayrıntıyı atlayan ve ‘Ela, kocasından boşanınca yükü yine tek başına sırtlayacağına göre boşanmanın anlamı ne’ diye düşündüren temanın arkasında aslında fazlasıyla rahatsız edici bir yaklaşım yatmakta.
Ailesini seven erkeğin sorumluluk yüklenmesi gerektiğini ve bir çırpıda boşanmayı kabullenmeyeceği gerçeğini göz ardı ederek kadına yüklenerek izleyiciye adeta, ekonomik özgürlüğünü kazanan kadın kocayı çabuk boşar, mesajı verilmeye odaklanılmış. Bu doğrultuda yürütülen öyküde, çocukların anneye ve anneanneye karşı tavırları da oldukça itici! Damadın kayınvalideden hoşlanmaması gayet doğal ancak büyümüş de küçülmüş tarzında konuşan çocukların, gezmesi ve modern yaşamı seçmesi suçmuş gibi gösterilen, anneanneye yaklaşımları fazlasıyla yönlendirici. Giyimi ve ev ortamıyla geleneksel bir karakter olarak diziye konan babaannenin örnek aile büyüğü olarak öne çıkartılması ve oğlunun kusurunu düşünmeden geline karşı kinlenmesi de öyle.
‘Evrene havale ediyorum’gibi anlamsız bir söylemle, modernlikle inançsızlığı birleştiren senaryoda Ela (Ebru Özkan) karakterinin boşandıktan sonra bir anda ezik kadın tipine dönüştürülmesiyse, erkek egemen arabesk temanın yan ürünü. ‘Hayatta iyi düşün, iyi olsun’ felsefesine inanan Ebru Özkan’ın isteği komedi yapmak, Aşkın Nur Yengi’nin ‘Bile Bile’ parçası eşliğinde verilen flashback’lerle dramatik havaya bürünmek değil!
‘Hayatımın Rolü’nde, empoze edilen bir diğer yaklaşım, yabancı hizmetlilerin ‘hırsız’ olarak damgalanması; güvence unsuru olarak pasaportlarının alınması gerektiğinin vurgulanması. Hırsızlığın milliyeti olur mu? Kaldı ki, evde çalıştırılan yabancıya oturma izni almak yerine onu polise vermekle tehdit etmek ne derece insancıl? İzlerken hayrete düştüğüm bu sahneleri yazan, ‘Uçurum’ dizisinde pasaportları alınıp fuhuşa zorlanan yabancı kadınların durumundan mı ilham almış bilemedim.
Ama belli ki, dizide çeşitli açılardan batırılmak istenen çuvaldızın ölçüsü tutturulamamış. Bu tür bir mesaj bombardımanına ve ayrımcı söyleme girişmeden önce bize karşı yapıldığında hoşa gider miydi diye düşünmek lazım. Aslında en iyisi, kopya alınan orijinalindeki gibi sadece eğlendirmeye yönelip beyinlere bir şeyler nakşetmeye çalışmaktan vazgeçmek. Çünkü bu kaygı, ‘Hayatımın Rolü’nü doyurucu olmaktan çıkartıp ‘ayrımcı söylem’ saflarına çekmekte!
Anibal GÜLEROĞLU