Geçtiğimiz günlerde jüri başkanı Ferzan Özpetek’i tanımayıp İçişleri Bakanı’nın da adını yanlış söyleyerek ‘yanlış sunucu’ etiketiyle ‘Altın Koza’dan medyaya malzeme olan Caner Cindoruk, bu kez senaryosu ve yönetmenliği Bahman Ghobadi’ye ait olan ‘Gergedan Mevsimi’ndeki şair rolüyle karşımızda.
Nihayet tiyatro kökenli oyunculuğunu beyazperdede gösterecek bir yapım bulmuş olan Cindoruk, Monica Belluci ve İran Devrimi sırasında ülkesini terk edip Amerika’ya yerleşen Behrouz Vossoughi’yle birlikte başrolü paylaşan Yılmaz Erdoğan’a eşlik ediyor. Cindoruk’un şair Sahel Ferzan’ın gençliğini canlandırdığı filmin sürpriz ismi, şarkıları dünya listelerinin üst sıralarında yer alan İran asıllı İsveçli ünlü şarkıcı ve oyuncu Arash Labaf.
***
Konusundan ziyade Monica Bellucci’nin çıplaklığı ve başında çuvalla Yılmaz Erdoğan’la seviştiği sahnelerle konuşulan ‘Gergedan Mevsimi’, İran Devrimi sonrasında tutuklanıp 30 yıla mahkûm olan şair Sahel Ferzan’ın yaşam öyküsünden, aşk odaklı dramatik bir kesit.
İran’daki tutuklulara adanan ‘Gergedan Mevsimi’nin geri dönüşlerle yansıtılan öyküsü, 1977 yılının Tahran’ından, ‘Kahrolsun Şah’ çığlıklarının yükseldiği 1979 İran Devrimi’ne ve oradan da 2010 İstanbul kışına uzanan bir süreçte işlenmekte.
‘Gergedanının Son Şiiri’kitabının imza günü sonrasında kitaba ilham kaynağı olmuş ağacın görselliğiyle, mezarlık ve hapishane görüntülerinin acımasızlığını Sahel’in yaşlı-yorgun duruşuyla iç içe geçirerek veren yapımın kilit noktası ‘aşk’!
Bu öyle kuvvetli bir aşk ki, ‘Ben sana âşık oldum’ demenin ardından haddini bilmediği için dövdürülen Akbar’ın, siyasetle ilgisi dahi olmayan şiirleri yüzünden hapsedilen Sahel’in ve yalan yaşamın içinde yitip giden Mina’nın üçgeninde acıyla beslenip yıllar boyu ayakta kalmış.
Hatta daha da ötesi, pek çok hayatın karartıldığı, ailelerin parçalandığı, hak adına yola çıkıp şahsi çıkarlar için nice haksızlığa fırsat bilinen İran Devrimi’nin ‘Devrim her şeyi yok eder’ söylemiyle sunulan yıkıcı yüzünü bile gölgede bırakmış.
***
Beren Saat ve Belçim Bilgin Erdoğan’ın hayat kadınını canlandırdıkları yan roller, hem filmin yegâne canlılığı hem de şiirsel dili ve dramatik havasıyla ters düşen abartıları. Özellikle Belçim’in sürekli ‘Mister, Mister’ diyerek aşırı performans sergilediği karakter çok anlamsız. Beren ise alışılmış durgunluğuyla, 14 erkeğe rağmen hayat kadınlığını reddeden masum kız havasında.
Kadın kimliğinin ezilmesine vurgu yapmak amacıyla varlık gösterseler de, ortaya konulan oyunculuk ve diyaloglar, tıpkı bu ikilinin maruz kaldığı dayak olayındaki kadar yapay. Dolayısıyla uzun ve suskun sahnelerden oluşan filmin doğasına yamalanmış olarak sırıtıyorlar. Karakterler anlamsız olunca oyunculuktan da söz etmek imkânsızlaşıyor ve her ikisinin de varlığı filme magazinsel bir değer katmanın ötesine geçemiyor. Tıpkı isim desteğinden ibaret Arash Labaf gibi.
***
Kafasını arabanın içine sokmuş atın gözü, kaplumbağa gibi imgelere sığınan, konuşma yerine iç dünyaların tahliline yönelik uzun sahnelerle kendini ifadeye soyunan ve dış sesin yardımıyla şiirsel bir anlatım dili kullanıp hayallerle somut arasında ruhsal bir gerilim ortaya koyan ‘Gergedan Mevsim’inde en doyurucu karakter Yılmaz Erdoğan’la can bulan Akbar.
Kötülükle aşkı, pişmanlıkla hırsı birlikte yaşatan Erdoğan, filmin ağır tempolu bünyesine gayet uygun düşmüş. Gençliği de, yaşlılığı da gayet başarılı. Monica Bellucci de üstüne düşeni yapıyor.
Sahel’in yaşlılığını canlandıran Behrouz Vossoughi’nin mimiksiz bir ifade ve sabit bakışlarla idare ettiği filmde Alexander Sokurov’u hatırlatan flu görüntülerle yaratılan karamsarlık, böylesi ruh haline uygun mekânlarla tamamlanmış. Bu baskılı atmosferde uzun deniz planlarıyla, at-insan gözü, yılların kirini emen sülükler ve benzeri metaforlarla yaratılmaya çalışılanın ne olduğunu tam anlamıyla hissetmek güç.
Dolayısıyla sanatsal yönden değeri olduğu varsayılan ve yorumu seyirciye bırakan bu planların bezginliğinden kurtulup duygulara dalmaya veya devrimin fırsatçılığıyla özdeşleştirilen aşk hırsının gücünü kavramaya imkân kalmamakta.
***
Sonuçta; özgürlüklerin kısıtlanması, sınıfsal farklılıklardan filizlenen devrim adına insan yaşamlarının yok edilmesi, hak için yola çıkanların kurdukları haksız düzeni nasıl özel çıkarlarına alet ettikleri gibi mesajların fazlasıyla cılız bırakıldığı ‘Gergedan Mevsimi’, değindiği konunun etkileyici ve işlenmeye müsait coşkusuna rağmen, zorla akan bir tempoda ve sonlanmamış sahnelerle ilerleyerek beklentileri karşılayamıyor.
Bu noktada ise kötülüğün tohumlarından yeşerenlerle beslenen gergedanların çiğneyip tükürdüğü hayatların mecazi kaosunu aktarmaya girişen, ancak izleyeni ‘Gergedan Mevsimi’nin hüküm sürdüğü konuyla bütünleştirmeyi başaramayan Bahman Ghobadi; insana, insanlığı hissettiren ‘Sarhoş Atlar Zamanı’ndaki etkileyiciliğinden ve inandırıcılığından oldukça geride bir çalışma sunmuş oluyor.
Anibal GÜLEROĞLU