Her biri yaşanmışlıklara dayanan ve tecrübelerin yarattığı derinliğe sahip olan sözleri çok severim. Zira önemseyenler için yol gösterici özellikleri vardır. Nasıl ki, Ziya Paşa’nın nasihatten anlamayanlara yönelik ‘Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir. Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir’ sözü de bu bağlamda sıkça kullanılması gerekenlerden. Özellikle günümüzün yükselen değeri haline gelip yaşamdan kurgulara hemen her alanda karşımıza çıkan ‘Ben yaptım, oldu’ mantığına ve yükseklerden uçma kibrine karşı tam manasıyla ‘isabetli cevap’ konumunda. Gerçi bu kafalara ne tekdir, ne de alınan darbenin yıkıcılığı fayda etmez ya… O da ayrı. Biz yine de Ziya Paşa’nın sözünü tekrarlayalım… ‘Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir. Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir’!
Şimdi efendim, böyle tekdirli-kötekli bir başlangıca niçin ihtiyaç duydun derseniz… Hemen açıklayayım.
Başlıktan da anlaşılacağı üzere, hedefimizde ‘Ferhat ile Şirin’ var. Daha doğrusu bu çağları aşıp gelen destansı aşkın Nazım Hikmet yorumundan yapılmaya çalışıldığı belirtilen ‘uyarlama fiyaskosu’ var. Çünkü ‘Keşke hiç heveslenilmeseymiş de Ferhat ile Şirin fiyasko diziler kanadında yer almasaymış’ dedirten türden bir tabloyu karşımıza getiren uyarlama, nush ile uslanmama yani nasihate kulak asmama ve bildiğini okuma zihniyetinin bir ürünü.
Şöyle ki; Dizi henüz ekrana çıkmadan kaleme aldığım ‘Ferhat ile Şirin destanı!’ başlıklı yazımda, tanıtımlar üstünden bir ön değerlendirmede bulunmuştum. Yazımda, ‘Ferhat ile Şirin’in özünden kısaca bahsedip bu öykünün aşkın ötesine taşan derinlikli yönüne dikkat çekmiş, ‘Geçmişin şiir dili sayesinde içindeki aşkı daha da güzelleştirip yüceleştiren bu öyküden modern bir Ferhat ile Şirin destanı yaratılması mümkün mü?’ diye de dizi hevesinin iş yapıp yapmayacağını sorgulamıştım.
Ardından fragmanlardan yansıyan duygu yoksunluğunu işaret edip ‘İlham alınan aşk destanının hakkının tam anlamıyla verilebilmesi için aşkta direnç ve ölümsüzlük duygusu layıkıyla yansıtılabilmeli izleyiciye. Sahneler yaratılırken öyle mıy mıy aşk hallerine, abartılara, mafyatik efelenmelere veya patroniçeliklere yönelmek, dizinin iddiasını zedeler’ nasihatinde bulunmuştum.
Gel gör ki, gayet iyi niyetle ve uyarı mahiyetinde olan bu satırlar, kimileri tarafından tamamen yanlış anlaşılmış, bazıları da uyarlamanın nereden yapıldığı konusuna takılıp kalmıştı. Oysa yazının amacı açık seçik ortadaydı… İster İran öyküsünden, ister başka bir yorumdan uyarlansın… Âşıkların kavuşmasındaki engel ister Padişah baba olsun, ister Nazım Hikmet yorumundaki gibi Mehmene Banu… ‘Ferhat ile Şirin’i efsaneleştiren şey, özündeki aşkın gücüydü! Ama maalesef uyarıyı-yol gösterici nasihatçiliği önemsemeyen kafalar vurguladığımız detayları es geçti.
Peki, dizi ekrana çıktığında ne oldu? Olan biten meydanda. Abartılı övgü dizmek yerine ön uyarıda bulunana kulak asılmadığı ve dahi kolaycılığa kaçıldığı için ekrandaki ‘Ferhat ile Şirin’ efsaneleşemeyip fiyaskoya dönüştü. Hal böyleyken nasihatle akıllanmayıp ilk adımda tökezleyen, izleyicinin reyting tekdirini de pek önemsemeyen dizinin hak ettiği de ortada. Yani böylesi bir vurdumduymazlığın varacağı nokta erken final oluyor çoğunlukla. Emeklere çok yazık ama sekizinci bölümle noktalanacağı haberi medyada yer bulan ‘Ferhat ile Şirin’ cephesindengörünen köyü de görmezden gelemeyiz sonuçta. Şimdi bu tabloda neler gördüğümüzü, dizinin tutmama sebeplerini sıralayacak olursak…
‘FERHAT İLE ŞİRİN’ NİYE TUTMADI?
İlk bölümüyle Total’de sekizinci olarak bu gruptaki en iyi sıralamasını gören ‘Ferhat ile Şirin’ ikinci bölümde 15’inci gelerekbaşlangıcındevamında düşüşe geçen dizilerden oldu. AB izleyicisinin merakı sayesinde bu grupta üçüncü sıradan açılışını yapan dizi, sonrasında burada da gerileyip altıncılığa düştü. Üçüncü bölüm sıralamaları, 17 ve 9 olan dizi için zurnanın zırt dediği yer dördüncü bölümdü… Total’de 23’üncülüğe düşen yapım, AB’de ancak özet bölümüyle 10’unculukta yer bulabildi.
Bu sıralamaların büyük iddiayla ekrana çıkan yapım için olumlu bir tablo yarattığını kim söyleyebilir? Dizinin kanallar için önem taşıyan sıralama sonuçlarında durumu böyleyken gelelim izleyiciye verebildiklerine… Sonuçlar, ‘Ferhat ile Şirin’iniçerik ve performans yönünden umulanı veremediğinin göstergesi. Peki niye?
-Cansu Dere, Toga Sarıtaş ve Leyla Tanlar ile yola çıkıp Banu-Ferhat-Şirin üçgenini oluşturmaya niyetlenen ‘Ferhat ile Şirin’ dizisinin niye tutmadığını sorgularken öncelikle üstünde durmamız gereken husus, senaryonun yüzeysel biçimde yaratılmış olması! Yani olayların ve karakterlerin derinliği var gibi gösterildi ama… Baştan itibaren akış ve karakter etkileşimleri bu derinliği bize aktarmaktan hayli uzak yol aldı. Misal, Ferhat ile Banu-Şirin kardeşlerin geçmişinin kesişim noktası olan ‘katil baba’ olayı ve Ferhat’ın annesini arama sürecini başlatan gelişme ilk etaptan etkileyici olmaktan uzak bir dille aktarıldı izleyiciye. Daha açık ifadeyle ne gizemin heyecanını hissedebildik, ne de Ferhat’ın geçmiş arayışının nasıl gelişeceğinin merakına kapıldık.
-‘Ferhat ile Şirin’in arzulanan biçimde tutmamasında bir diğer etken, dizi yayına çıkmadan önce de işaret ettiğim üzere, ‘aşk’ olgusunun efsaneye yaraşacak duygu yoğunluğundan uzak biçimde yansıtılması! Aşkın ölümsüzlüğünü hissettirmesi gereken sahneler basit dizi klişeleri biçiminde ele alınıp işlenmiş. Dizideki konuşmalar donuk… Aşka dair yürek hoplatacak ne bir bakış var, ne de dişe dokunur bir sahne. Dolayısıyla Ferhat ile Banu’nun oteldeki halleri dışında aşka dair kayda değer bir performans sunamadı senaryo bize.
-Diziye sekte vuran bir başka ayrıntı, karakterlerin inandırıcılığı noktasında boşluk yaşanması! Kuşkusuz bu noktada canlandırmalardaki aksaklıklar giriyor devreye. Ferhat mesela… ‘Söz’deki performansını çok beğendiğim Tolga Sarıtaş burada çoğu sahnede boş bakıyor. Sanırsınız canlandırdığı karaktere ve söylediklerine inanmıyor gibi. Duraksamalar, şaşkınlık, tereddütler… Sevdiği için dağları delmeyi göze alan Ferhat’ın şanına hiç uymuyor doğrusu. Keza Şirin de çoğu sahnede bir garip. Ferhat’ın dükkânına koşturması, nişanlısıyla tavırları… Aşkına sahip çıkabilecek güçte bir Şirin olarak yansımadı en başından beri. Banu’ya içten içe yanık olan Sadık, Ushan Çakır ile çok daha etkili bir hal alabilecekken bu karakter de kıyıda köşede bırakılmıştı adeta. Hele sanat gücünü yıllar boyu ispatlayan ve Hayriye’nin torunlarının hayatına yeterince katkıda bulunamayacağını anladığı için veda eden Işıl Yücesoy’un boşluk dolduran müsamere çocuğu havasında sahnelerle verilmesi tam anlamıyla negatif bir yansıma yarattı dizinin tutmasında. Kısacası karakterlerin yavanlığı ve canlandırma ruhsuzluğu, izleyicinin dizinin anlattıklarına kapılıp gitmesine engel teşkil etti.
-Hüsrev karakterine can veren Yıldıray Şahinler’in performansıyla öne çıktığı dizinin içeriği de en baştan klişe düzeyinde kaldı. Mafya çekişmelerini yabancı mafya patronunun garip ev baskınıyla taçlandırarak ağırlığı bu konuya yönlendiren senaryo, artakalan kısımları Ferhat’ın aile geçmişinin ve annesinin peşine düşmesiyle doldurduğundan ana tema olması gereken aşk, kıyıda köşede heba edildi. Ayağının tozuyla ‘Kurşun’dan transfer Sarp Akkaya’nın Cemal karakteriyle içeriğin mafya kanadına yeni bir pencere açan dizi, hikâyeye etkileyicilik katmaya çabaladı ama bu hamle de aşktan ziyade mafya rutinine yaradı. Oysa izleyicinin mafyatik senaryolara karnı yeterince tok ve beklentisi efsanevi bir aşk öyküsü.
-Ve son olarak mantıksızlıklar… Kendisine aşırı güvenden olsa gerek, ‘Ferhat ile Şirin’, intikamcılık ve aile arayışı üstünden yol alırken pek çok mantıksız gelişme sundu bize. Mesela kendisine yollanan not ile annesinin geçmişte yaşadığı köyü bulan Ferhat’ın oradaki satıcıyla yaptığı muhabbetin boşluğu… Ardından yıllar öncesini bir anda hatırlayan satıcının tarifiyle gittiği viranede annesinin gizlediği mektubu hemencecik bulması. En basitinden annesi Ferhat’ın oraya geleceğini ve müthiş şans eseri o mektubu bulacağını nereden biliyordu da oraya saklamıştı? Bir başka aklıma takılan detay, Ferhat’ın dükkânının kapısının her daim açık olmasıydı… Gece gündüz demeden millet elini kolunu sallayıp girebiliyordu içeriye. Ferhat’ın Hüsrev’in evine girme şekli de bir başka mantıksız-basitlik oldu nihayetinde. Kapıdaki korumalar o kadar saftrik miydi ki, Ferhat’ın elindeki dandik şeye bakma ihtiyacı hissetmeden patronun yanına çıkarttılar onu? Ya elindeki silah olsaydı? Hüsrev’in kasasındaki elmasların çalınma olayıysa başlı başına bir komedi olarak yerini aldı dizi akışında. Neyse…
VELHASIL ; ‘Ferhat ile Şirin’, FOX'un 'Kurşun'dan sonra kendi kendisini vuran ikinci dizisi oldu. Büyük bütçesine ve büyük iddiasına rağmen özünü dayandırdığı büyük efsanenin hakkını veremediği… Uyarılara kulak asmadığı… Orijinalinin aşk ruhundan ziyade dizi klişelerine ağırlık verdiği için tutmadı ve büyük fiyaskoya dönüştü. Geçmiş olsun.
‘Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir. Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir’ sözü bundan sonrakilerin kulaklarına küpe diyeceğim ama… Bizim diziciler bildiklerini okumada çok usta!
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal