Sevenlerin, kalbi kırıkların, ümitsiz âşıkların vazgeçilmez tutkusu arabesk müziği, kendine has yorumlarla sunup bu üslubun sırrını keşfeden Özcan Deniz, aşkın büyüsünün filmlerde de iş yaptığını senaryosunu yazdığı ‘Ya Sonra’ ile deneyimlemenin ardından bir uyarlamayla çıkıyor karşımıza.
Mahsun Kırmızıgül’ün yolundan gidip yönetmenliğe de soyunan ve yanına bu kez ekranın başarılı isimlerinden Fahriye Evcen'i de alan Özcan Deniz’in ‘Evim Sensin’ filmi, hakları Avşar Film'e ait olan John Lee’nin 2004’te çektiği ‘A Moment to Remember/Nae meorisokui jiwoogae’ isimli Güney Kore yapımının Türkçeleştirilmiş hali.
***
Aslında farklı kesimlerden gelen iki kişinin bir tesadüf sonrası gelişen aşkları ve hastalık neticesinde ölüm gibi elde olmayan sebeplerle yaşanan ayrılık, unutulmaz filmler arasında yer alan ‘Love Story’den bu yana defalarca işlenmiş bir konu.
Dolayısıyla uyarlanıp uyarlanmadığı çok da önemli değil. Nitekim Alzheimer hastalığıyla gelişen unutkanlığın aşkı kötü noktaya vardırmasını işleyen orijinalinden uyarlanan ‘Evim Sensin’, bir noktadan sonra ‘Aaa… Biz bu filmi daha yeni görmüştük’ dedirterek Burak Göral’ın ‘Beni Unutma’ filmiyle aynı rotayı takibe başlıyor. Neyse ki, Özcan’ın ekstra karakterleriyle unutkanlık öncesi ve finale gidişte farklı bir yol çiziliyor da tıpkısının aynısını izlemekten kurtuluyoruz.
Tabi bu noktada öne çıkan konu; uyarlama olduğunu ilan etmekten çekinmeyen ‘Evim Sensin’den önce, yine bir demans türü olan ‘Pick’ hastalığını gündeme getiren, maviş maviş beni unutma çiçekleri ve Burak Göral’ın ‘çerçevedeki baba’ fotoğrafıyla aklıma yer eden ‘Beni Unutma’nın da Kore filminden uyarlanıp uyarlanmadığı. Her ne kadar senaryosunu kaleme alan Burak Göral, bunu bir yakının hastalığından esinlenerek yarattığını söylese de seyredenin aklına aksi gelebilir.
Ticari sektöre dönüşen sinemacılıkta sanatın ve yaratıcılığın en son olgu haline geldiğini düşünürsek aslında bunun da önemi yok. Zira artık önemli olan, hem orijinalin hakkını yememek adına uyarlananın ismini vermek, hem de kendi başarısı için konuyu işlemeyi layıkıyla becermek!
***
Özcan Deniz’in yazıp, yönetip, oynadığı ‘Evim Sensin’i, özgün olmayan konusunu geçip, bu açıdan inceleyecek olursak mevsim dönüşleri, mekân kullanımı, izleyicinin sahneye odaklanmasını sağlayan kadrajları, görselliği güçlendiren renk seçimleri, yapıma daha fazla Avrupai hava vermek için kullanılan yabancı müzikleri, çekiciliği artıran bol karlı sahneleri ve akıcı kurgusuyla gerçekten başarılı olduğunu söylememiz gerek.
Bu başarıya en büyük katkı ise saçı, gülüşü, boynunu bükerek duruşu, mimikleri ve sesini incelterek konuşmasıyla neredeyse orijinalini yakalamış olan Fahriye Evcen’in oyunculuğundan geliyor. Belli ki, yerli ‘Su-Jin’ olmak için çok çalışmış. Hatta taklit Güney Koreli karakter ‘Leyla’nın, orijinalini canlandıran Ye-jin Son’dan daha şirin olduğunu bile söyleyebiliriz. Bazı yerlerde şımarıklıkta abartıya kaçılmış olsa da, fazlasıyla inceltilen ses kedi miyavlaması duygusu yaratsa da yapıma en büyük özelliği veren yine bu karakterin varlığı.
Woo-sun Jung tarafından ete kemiğe büründürülen‘Cheol-su’ rolünü üstlenen Özcan Deniz de genelde iyi. Ama inşaatlarda marangozluk mesleğini icra eden İskender’in, kovboy gibi beline kuşandığı alet edevatı hoplatıp, sağa sola çapkın bakışlar atarak, ağır çekimin haşmetinde ortalıkta dolanması bir başka! Komedinin çekiciliğine sahip olan bu sahnelerde, ‘Yabancılar yapınca hoş duruyor da biz niye yapmayalım’ düşüncesinin hâkimiyetini hissetmemek mümkün değil. Öyle ya Özcan Deniz’in el âlemin karizmatik jönlerinden neyi eksik! Gerçi orijinalindeki karakter böyle bir tip sergilemiyor ve Türkiye şartlarında inşaat işçileri, filmdeki tabiriyle ‘Bildiğimiz ameleler’ bu tarz havalı değiller ama olsun. Uysa da uydu, uymasa da uydu diyerek sergiliyor şovunu ve izlettiriyor kendini.
***
Arka planda aile yapısını, baba sözü dinlemeyip evden kaçan kızların pişmanlığını, çocuk yaşta anne olmanın yarattığı bunalımı ve ‘Beni öldüren bir erkek de sen olma’ sözüyle erkeklerin kadınlara verdiği zararı işleyen ‘Evim Sensin’, demans hastalıklarının erken yaşta olabileceği uyarısını da, Japonya’da 13 yaşındaki bir hastada görülme repliğiyle gerçekleştiriyor.
Minibüs restaurant dâhil pek çok ayrıntıyı orijinaliyle tutturmayı başaran ve modern Yeşilçam filmi tadında patron kızıyla aşk dramı sunan ‘Evim Sensin’de iki yan karakter var ki sorgulamamak olmaz.
Biri, ilk bakışta ruh hastası izlenimi veren Doktor. Ne bulunduğu ortam, ne de kılık kıyafeti onun beyin hastalıklarıyla ilgilenen biri olduğu izlenimini vermiyor. Acaba nörolojiye fazlaca takılıp psikolojiyi sıyırmış mı, diye düşünüyoruz izlerken. Sonra da normal bir doktor olsa bu kadar ilgi çekmeyeceğine kanaat getirip ‘Bu da filmin Türkçe rengi’ demekle yetiniyoruz.
İkinci takıntımız, takma gözlü Tarlabaşı serserisi. Onun olayını çözmek en büyük problem. Bu garip tipin eski fahişe olduğu belli olan yaşlı bir kadından onca alacağı nasıl doğmuş? Bu ülkede polis diye bir şey yok mu? Bu karakter çevresinde daha pek çok soru sorulabilir. Ama hem filmi açık etmemek için, hem de daha beterlerinin dizilerle her gece ekrana gelip afiyetle izlendiğini düşünerek ‘Vardır bir hikmeti’ mantığıyla geçiştiriyoruz.
***
Sözü toparlama noktasında; Büyük aşk olarak afişe edilip üç beş haftada yeni partnerlere yelken açanların hızla çoğaldığı günümüzde, değerini gittikçe kaybeden ‘sevgi’ ve ‘bağlılık’ üstüne kurulu öyküsüyle ‘Evim Sensin’, gerçek aşkın varlığına hala inananların ilgisini çekecek; gözyaşı garantili bir yapım.
Anibal GÜLEROĞLU