Bir ürünü pazarlamanın çeşitli teknikleri olduğu malum. Özellikle rekabet ortamı yoğunsa, herkes kendi malını cazip hale getirecek farklılıklar yaratmak için daha çok çaba harcar. Ancak aslında bu da kesin bir çözüm getirmez. Zira birinin yarattığı yenilikçi özelliği diğerleri de kısa sürede taklit eder. Böylece başta farklılık gibi görünen detay da sıradanlaşıp ilgi çekici olma niteliğini yitirir. Sonuçta tüketici tıpkılaşan ayrıntıları kulak ardı edip hangi ürünü kendi avantajına görüyorsa onu tercih eder.
Söze böyle bir giriş yaptık. Çünkü sıra sıra yapım üreten televizyon dünyasının rekabetçi ortamında da ticaretteki bu tablonun aynısı geçerli! İçerikleriyle fark yaratmayı zahmetli ve masraflı bulan işler, kestirmeden dikkat çekebilmek için bir takım formüller peşinde. Bunlar nedir derseniz… Öyle akla gelmeyen, büyük dehaların ürünü olan şeyler değil tabii ki. Fazlaca bildik pratiklikler olsalar dahi kısaca değinelim bir kez daha.
MÜZİK, DİZİLERİN GIDASI OLDU
Klişelerle yüklü dizilerimizin müşteri çekmek için buldukları formülün başında içeriklerini müzik programına çevirmek geliyor. En son ‘Kehribar’da, ‘Gecenin Kraliçesi’nde olduğu gibi başrol oyuncularına yürek titreten parçalar okutan diziciler, yanı sıra repliksiz sahneleri de baştan sona verdikleri gözde parçalarla doldurup hem müzikseverlere hitap etme, hem de zaman doldurma akılcılığına fazlasıyla dadandılar. Öyle ki, insan dizi mi izliyor yoksa ekran karşısında acıların çocuğuna mı dönüyor belli değil.
Anlayacağınız ‘Müzik ruhun gıdasıdır’ sözünü çokça benimseyenler sayesinde ‘Müzik, dizilerin gıdası’ oldu. Ne var ki, başrollerin ses yeteneklerini göstermenin ötesine pek geçemeyen bu formüle abanılması da işin suyunu çıkarttı.
Öte yandan çalınan parçaların eskisi gibi çekici gelmediğine de dikkat çekmekte fayda var. Çünkü onlar da kanıksandı. Ayrıca günümüzün tüketici kadar üreticisi de bol rekabet ortamındaki klişeleşme durumu müzik dünyasında da geçerli. Yenilik yaratma çabası minimumda. Hal böyle olunca dizilerin gıdasına dönüşen müzikten de farklı bir enerji yansıyamıyor insana. Tabii bunun için önce müzik algısının değişimi şart… Ki, o da klişe mantık olanca gücüyle her ortamı ele geçirmişken biraz zor.
Gerçi arada, acı çekmeyi yücelten, enerjiden yoksun ve yeni neslin diline ayak uyduramayan ana akım kültürde fark yaratmak için kolları sıvayarak Türk popuna ‘Freak pop’ türünü getirmek için ‘Tam 1Yavru’ diyen Barış Erdem gibilerinin çabası ortalığı renklendiriyor ama… Onun, kadınlara dayatılan güzellik anlayışına başkaldırışı ve güzellik ölçüsünün 90/60/90 formunun ötesinde olduğunu gösterme isteğiyle Türkiye’de bir ilki gerçekleştirip klibinde büyük beden modellere yer verişi, dizicilerin müzik formülünü ne derece etkiler? Bu da ayrı bir konu.
DİZİLERİN MESLEKİ TIPKILAŞMASI
‘Kopyala yapıştır dizicilik’ dediğimizde kızan çok oluyor. Lakin izlediğimiz her yeni(Tıpkılıklar karşısında artık ne kadar yeni diyebilirsek) dizi bize, ‘Aaa… Yine mi’ dedirtince, benzerlikleri adet edinen sektöre aksine yorum getirmek de imkânsızlaşıyor. Nitekim başlangıçta fark yaratır gibi görünüp ilgi çeken, sonrasındaysa ‘Artık yetti’ isyanını yaratan detaylardan biri de, dizilerdeki kahramanların meslekleri.
Son dönem dizilerinin merak sardığı mesleklerin başında pastacılık, doktorluk, otel sahipliği ve moda sektörü gelmekte… ‘Tatlı İntikam’da taze taze sergilenen pastacılık marifetleri, romantik komedi tarzı yapımların baş tacı. Pastanın tatlı çekiciliğinden faydalanılmak hedefleniyor olsa gerek. Yanı sıra moda sektörü de romantik komedilerden sorulur hale geldi. Herkes bir yaratıcı, bir çizim üstadı ki sormayın gitsin. Hadi ‘Güllerin Savaşı’nı kabullenmiştik. Peki ya diğerleri? Çizime yeteneği olmayan bile birdenbire modeller yaratıp modacı kesiliveriyor. Yani dizilerimiz yeteneksiz yetenek üretmekte birebir. Kaldı ki, doktorsuz diziye rastlamak da neredeyse imkânsız hale geldi. Üstelik sanki hastane dizisiymiş gibi aynı yapımda birden fazla doktor bile bulunabiliyor. Hâlihazırda ‘Kördüğüm’, ‘Yeter’ derken örnekler saymakla bitmez. Bu arada otel zincirlerinin patronu olmak da revaçta, dizi dünyasında. Güneş’in Kızları bitmiş, otelci Haluk gitmiş ne yazar? ‘Paramparça’da sponsorluğa bir kalemde onay veren kapı gibi Cihan var!
Kısacası; Kendilerine ilgi çekme formülü ararken meslekleri tıpkılaştıran dizi dünyasında değişiklik mumla aranır halde. Mafya adamlığını da gözde meslek haline getiren yapımlar, bunları ilk çıkarttıklarında hoşa giden özgünlükler sergilediler ama sonuçta arka arkaya aynı türden işler sürülünce ekrana, bir özellik kalmadı ortada. Bu memlekette başka meslek yok mu kardeşimmm?
ÇOK EŞLİLİK TERANELERİ
Yaratıcılığı, birbirlerinden konu devşirip üç beş detayla taçlandırmak olarak görenlerin ilgi çekme formüllerinden biri de, erkekleri ‘çok eşli’ hale getirmek. Arkadaş hangi diziye baksak, adamların birden fazla karısı mevcut. Eski karısı-yeni karısı, kayıp karısı-mevcut karısı, büyük karısı-ortanca karısı, resmi nikâhlı karısı-imam nikâhlı karısı derken… Adeta modern harem mantığı hâkim oldu içeriklere.
Biri yaptı ya… Tepki yerine ilgi çekti ya… Koyuver gitsin. İpini kopartan karısıydı, metresiydi daldırdı konuya. Üstelik öyle eskiden olduğu gibi, kadınları birbirinden habersiz idare etmek veya kadınlar arasında kıskançlık sahneleri yaratmak da yok şimdilerin modasında. Adamlar iki kadını aynı eve getiriyor, kadınlar biraz takışsa da gül gibi geçinip gidiyor sonuçta. Hatta erkeklerin başka kadından olan çocukları bile kabul görüyor. ‘Çifte Saadet’ten ‘Hayat Şarkısı’na… Ve dahi ‘Asla Vazgeçmem’den ‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’a örnekler gırla.
En vahimi de tüm bunların izleyici tarafından doğal karşılanması, sergilenen tablonun kanıksanması. Hadi erkeklerin arzuladığı bir durum, peki ya kadınlar neden rahatça izlerler bu teraneleri? Neyse.
BAŞKALARININ ÇOCUKLARINA BABALIK ETMEK
Erkeklere iki kadın bahşeden dizicilerimizin ilgi çekme formülündeki son ayak, kocalara başkalarının çocuklarına babalık ettirme sevdası. Adamlar, bilerek veya bilmeyerek başka adamların çocuklarına baba oluyorlar. Gerekçeleri aşktan paraya, bilerek sahip çıkma isteğinden hamileliğin kendisinden olduğunu sanma yanılgısına çeşitli olsa bile… ‘Acı Aşk’, Güneş’in Kızları, ‘Paramparça’, ‘Kehribar’ gibi dizilerle örnekleyebileceğimiz bu kabullenmişliğin özünde, ilginçlikten ziyade çarpıklık var bana göre. Bu ne babalık aşkıymış böyle?
Sonuçta; Kendi yarattıkları açmazdan kurtulup pazar paylarını genişletmeye çabalayan dizilerin dünyasında ilgi çekme formülleri çok çeşitli. Ne derece ilginçlik yaratabildikleriyse, gittikçe düşen dizi performanslarıyla belli! Yine de yenileri bulunana dek iş görmeyi sürdürecektir bu formüller. Dolayısıyla takdiri izleyiciye bırakıp gözümüze çarpanları saydık biz de.
Zaman ne getirir bilemeyiz ama şimdilik dizilerin ilgi çekme formülleri arasında en verimlisinin ‘çok eşlilik teraneleri’ olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dervişin fikri neyse zikri de o olurmuş ya… İşte bu verimlilik de o hesap!
Anibal GÜLEROĞLU