Hakkını vererek çalışmak nasıl bir beceri ve gönül işiyse, çalışıp üretmeye en büyük destek olan dinlenme de bunun vazgeçilmez bir parçası olarak yerini alır hayatta. Zira yoğun temponun yaratacağı düşük verimliliği gidermek için mola vermek, istirahat etmek şarttır. Lakin bu sürecin de kendi içinde bir dinamiğe, tazelenme-toparlanma gücüne sahip olması gerek. Aksi takdirde verilen molalar boş boş harcanan ve üretkenliğe katkıda bulunmayan bir zaman dilimi olmanın ötesine geçemez. Nitekim ‘İstirahat hiçbir şey yapmamak değildir, istirahat tamirdir’ demiş, yorgunluğun sebeplerini irdeleyen yazar Daniel W. Josselyn.
Nasıl ki, ara tatilin ardından içeriğine ivme kazandıran ‘Çukur’ dizisi de, istirahatı tamir süreci olarak kullananlardan olmayı başarmış bir iş sıfatıyla ekran varlığını sürdürmekte.
Şöyle ki; ikinci sezonuna ‘Çukur’un düzenini darmaduman eden Kara kuzuların hâkimiyetinde başlayan senaryo, bölümler boyu Çeto-Mahsun ikilisinin sindirdiği Koçovalı Ailesi’nin iç karartan temposuna mahkûm etmişti izleyicisini. Salih ile Medet cephesindeki pozitif enerjiyi de Çeto tarafından tutsak edilen Sadiş’in acısıyla sıfırlayan akış, Kara kuzuların abartılı gücü ve koşturmacasından öte bir şey sunamayan monotonluk haline gelmişti. Bu da ‘Çukur’u batağa çeken bir olumsuzluk olarak yansıyordu haliyle.
İşte tam bu noktada ara tatil yetişti imdada. ‘Çukur’un senaryosu düştüğü tükenmişlik batağından kurtulma hamleleri yaparken dizinin temposu da yavaş yavaş silkindi üstündeki ölü toprağından. Koçovalıların Çukur’a dönüşüyle her bir karakter yeniden can buldu adeta. Ailesini sahiplenmek için kolları sıvayan Salih, Vartolu’nun tatlı-sert haline yeniden bürünüp Medet’le birlikte varlığını göstermeye başladı. Çukur’un insanına karşı Kara kuzulardan daha haşin davranma mantıksızlığındaki Cumali aşk olayına yönelip hizaya girer oldu. İdris Baba kabuğunu kırıp Çukur sokaklarına geri döndü. Selim eziklikten kurtulup kendince varlık göstermeye yöneldi. Sultan Ana'nın mucizevî iyileşmesi ve ortalığa dökülerek gövde gösterisi yapması her ne kadar mantığı biraz aştıysa da neticede dizinin kadın ayağına canlılık kazandırdı. Dişi maçoluğunu ‘Poyraz Karayel’den ‘Çukur’a taşıyan Hare Sürel, upuzun küfür sahnesiyle öne çıkan Damla karakterinin rengini kattı Koçovalı ortamına… Ki, hayatını kurtardığı Cumali’yle iyi bir ikili oluşturup yeni bir Meltem-Zülfikar tablosu yaratmaları kuvvetle muhtemel.
Bu yenilenme sürecindeki en önemli hamleye gelince… Tansu Biçer‘in canlandırdığı Yücel‘in ikircikli varlığının ardından Mahsun ile Çeto‘nun arasına kara kedi girmesine zemin hazırlayan organ hırsızlığı olayının nihayet açığa çıkartılması! Tabii bu meyanda ‘karı gibi kıvırtmak’ detayıyla kriz geçiren Çeto‘nun ve dahi ‘kırmızı elma’da takılı kalan Mahsun’un mazilerinin deşilmeye başlanması da içeriğe hareket katmak adına güzel. Hal böyleyken Mahsun ve Çeto'nun senaryonun ivme kazanmasındaki rolü de güçlenmiş oluyor. Dolayısıyla başlı başına ele alınmayı hak ediyorlar.
ÇUKUR’DA YÜKSELEN DEĞERLER
Sezonun başında Kara kuzular ortama hâkim olup ‘Hı hıı’lı Çeto ile ‘Anam babam’ lafını dilinden düşürmeyen Mahsun’un icraatlarına ağırlık verildiğinde bu iki karakterin yüzeysel kaldığını ve gereğinden fazla abartıldığını düşünmüştüm doğrusu. Lakin bölümler ilerledikçe karakterlere anlam kazandıran alt metinler de ufak ufak çıkmaya başladı ortaya.
Çeto’nun kötülüğünün, çocukluğunda yaşadığı istismar olduğunu ve buna fırsat yaratan annesine karşı beslediği hınçla hareket edip ‘erkek’ olmak için silahların konuştuğu dünyaya girdiğini... Kimsesiz çocukları toplayarak güç kazanmaya yöneldiğini hissedebildik mesela… Geçmişin izleri ortaya çıktıkça çetedeki çocukların organlarını satmakta sakınca görmeyip has adamı Lal’in ölümüne fazlasıyla üzülen Çeto’nun da bir yüreği olduğunu görebildik. Böylece hem Erkan Avcı’nın başarıyla yansıttığı karakter yükselişe geçti, hem de sergilediği kötülüğün kaynağı daha bir anlam kazanır oldu gözümüzde.
Öte yandan cinsel ayrıştırıcılığın hayli yoğun olduğu içerikte son bölümlerde asıl yükselen karakterin Berkay Ateş ile hayat bulan Mahsun olduğu da bir gerçek. Sena’nın komşusunun nasıl onca zaman yemeden içmeden ve dahi tuvalet ihtiyacını gidermeden sağ kaldığını anlamış olamasak dahi sırf ona yakın olmak için komşuculuk oyununu seçen Mahsun’un sert duruşunun ardındaki yalnızlığı ve sevgi açlığını yakalayabildik nitekim. Dahası yüreğindeki sevgi açlığını Sena’ya yönelik yaklaşımıyla gösteren Mahsun’un Sultan Ana’nın sözleri karşısındaki tavrı ve aile arayışını Sena’ya yansıtması da hayli etkileyiciydi.
Ancak Mahsun’un varlığını asıl konuşturduğu bölüm Çeto ile ilgili gerçekleri öğrenme evresinde yaşandı. Kayıt dosyasını ortada bırakma saflığı, cingöz Çeto’nun doktor oyunuyla birleşince, Mahsun’un ‘Anam babam’ dediği adamla ilgili duygusal ikilemine şahit olduk. Ölümüne sevginin ve güvenin her türlü şüpheye baskın çıkışıyla, içten içe duyulan ‘Ya gerçekse’ kaygısının çatıştığı Mahsun nihayetinde gözüyle gördüğü gerçekten kaçamayınca yıkılmaktan beter oldu. Senaryo, gerçekle yüzleşilen bu etabı iyi işlemişti doğrusu. Ama kabul etmek gerekir ki, Berkay Ateş de, Koçovalı tayfasının elde çekirdek yazlık sinemada film izleme nostaljisi yaratarak seyrettiği, bu anlarda gayet gerçekçi ve içten bir performans sergiledi. Tebrikler.
SONUÇTA; ‘Çukur’, mola sonrası yarattığı gelişimle kendini kısırdöngü batağından kurtarmakla kalmadı aynı zamanda Çeto ile Mahsun karakterlerini de ekranda yükselen değerler arasına katmayı başardı. Bu yükselişin devamının gelmesi ve her iki karakterin de geçmişleriyle ilgili boşluğun derinlikli hikâyelerle doldurulması temennisiyle koyalım noktayı.
Anibal GÜLEROĞLU