Vanlılar tarafından sahiplenilip sona doğru iyice açılan ‘1. Uluslararası Van Gölü Film Festivali’; kimilerine göre ‘öteki sinema’, kimilerine göreyse ‘Kürt Sineması’ olarak adlandırılan yapımları açığa çıkartarak seyirciyle birlikte tartışma ve gündeme sokma olanağı doğurdu.
Kamerasından yansıttıklarından dolayı, KCK Operasyonu’yla gözaltına alınanlar arasında bulunan, ancak filmini delil olarak gösterip serbest kalan Bahçeşehir Üniversitesi Sinema ve Medya Çalışmaları Doktora Programı'ndan yönetmen, yazar Mizgin Müjde Arslan’ın ‘Ben Uçtum Sen Kaldın’ isimli yapımı da bu doğrultuda seyirciyle buluştu.
Atlas Sineması’ndaki özel gösterimine katılamadığım ancak Van’da izlediğim film, belgesel ile kurmacayı bütünleştiren yapısının dışında, yönetmenin kendi yaşamından bir kesit olması yönüyle de ilgi çekici. Dahası, yansıttığı gerçeklerle farklı yorumlara hedef olmayı göze almış cesur bir çalışma.
Giden erkeklerin ardında kalan kadınların sıkıntılarını veren ve her sahnesi bir kez çekilen ‘Ben Uçtum Sen Kaldın’, özelde yönetmenin babasının kayıp mezarını bulma yolculuğu gibi dursa da genelinde, inanılan değerler uğruna terk edilenlerin yaygın dramı niteliğinde!
Oğul, kardeş, koca ve baba vasfını taşıyan kişi, gördüklerini hazmedemeyip yanlışları düzeltmek için yuvadan uçuyor… Geride bıraktığı anası, kız kardeşi, karısı ve kızı ise çaresizlikle, acılı bekleyişin hüznünden öfkeye dönüşen, bir tutsaklığa mahkûm oluyor.
Bu duygusal patlamayı kırmak ve ölü babasının izini sürerken belki de aslında geçmişiyle yüzleşip, öfkeyle dışladığı annesini kazanmak üzere yola çıkan ‘Ben Uçtum Sen Kaldın’ın kahramanı Mizgin, ‘Yüzleşmek arınmanın bir yoludur’ diyor.
Mizgin ile ‘Kürt Sineması’ üstüne…
Şiirsel bir ağıt olarak görülen filmine ‘Kürtlerin, az bile göstermiş; Türklerin ise yok bu kadarı da çok fazla’ diyecekleri kaygısıyla yaklaşan ancak beklediği gibi bir durumla karşılaşmayan Mizgin’i, çok beğenenlerin yanı sıra gerilla babasının propagandasını yapmakla itham edenler de çıkmış.
Filmini ilk olarak savcının izlediğini söyleyen Mizgin, ‘var oluş’ peşindeki yapımında toplumun birbirini anlayıp yüreklerini açmasına yönelik bir hedef tutturmuş. Hedefine ne derece ulaşacağı, seyredenlerin filmdeki yaşamlara bakış açısına bağlı!
Kesinlikle politik ve kışkırtmacı bir dile sahip olmayan ‘Ben Uçtum Sen Kaldın’, ulus sinemasının artık günümüz dünya düzeninde fazlasıyla tartışmaya açık olduğunun ve aynı sorunun pek çok ülke sinemasında kendini gösterdiğinin ispatı.
Bu doğrultuda her geçen gün daha çok örnek üreten ‘Kürt Sineması’ da, anne karnından çıkmak istemeyenlerin suskunluklarının sese dönüştüğü bir alan olarak dayanıyor kapımıza!
Böylesi yapımlarda, geçmişinde acı olan herkesin kendi yaşamından bir kaybı, filmdekilerle özdeşleştirmesi olası… Nitekim gösterime gelen seyircinin film sonrası bir tür seminere dönüşen sohbette dışa vurdukları da bu yöndeydi.
Kendi hayatının gerçeklerini, dürüstlükle ve kadın kameramanın objektifinden veren Mizgin, bu en kişisel projesinde, Ermenistan’dan tutun da, bazıları için illegal görünen Mahmur Kampı’na kadar gidip babasını soracak derecede kararlı.
***
Sinema tarihinin 100 yılı devirdiği günümüzde yeni yeni var olmaya, inkâra karşı ispata yönelen Kürt filmlerinin ‘Ben gördüm’ diyen bir özelliğe sahip olduğunu belirten Mizgin, aynı zamanda küreselleşmenin ulus sinemasını zorlaştırdığının üstünde duruyor. Buradan hareketle, Kürtlerin devleti yokken, nasıl Kürt sinemasından bahsedileceğini de sorguluyor.
‘Kürt Sineması- Yurtsuzluk, Sınır ve Ölüm’ kitabının sorunu en iyi biçimde ortaya koyduğunu ifade eden Mizgin okunmasını tavsiye ettiği bu kitabın ötesinde, Kürt Sineması’ndan bahsedebilmek için bazı kriterlerin gerekliliğinin altını çizmekte...
Finans kısmının Kürt yapımcıdan sağlanması, yönetmenin Kürt olması ve filmin Kürtçe konuşması öne çıkan kriterler.
‘Yılmaz Güney bugün yaşasaydı Kürtçe film çekerdi’ diyen Mizgin, Kürt film konseptinin başlıklarını kabaca verse bile, Kürtleri anlatan Türk filmlerinin ya da Türkleri işleyen Kürt yönetmenin yapımının hangi sinema sınıfına sokulacağı problemi ince ayrıntı olarak her zaman karşılaşılacak bir hassasiyet!
Kürt yaşanmışlıklarından gelen ortaklıkların varlığının önemli olduğu gerçeği unutulmadığı sürece bu kargaşayı da, zaman ve sinema sanatı kendi içinde çözecektir. Zaten böylesi bir sistematikleşmenin gerekliliği nihayetinde, film yapımından ziyade akademik çalışmalar açısından önemli… Asıl faktör, senaryonun içeriği ve yönetmenin bakış açısı!
Masallar bitti, biz artık masal olduk…
Kürt Sineması’nın Nuri Bilge Ceylanlaşma tepkilerinin izleyiciler tarafından ortaya konduğu ‘1. Uluslararası Van Gölü Film Festivali’ndeki gösterim sonrasında dikkat çeken ayrıntı, gelenlerin suskunluktan arınmış olması! Başlangıçta bir tutukluk yaşansa da ilerleyen dakikalarda kendine göre herkesin bir diyeceği var. Çoğunluğu, masallarla uyutulmanın ve sessizliğe mahkûm edilmenin sıkıntılı izlerini taşıyor.
Psikolog olduğunu söyleyen bir izleyicinin, Kürtlerin travmatizmden kaçınma gerekliliği doğrultusunda hareket edip politize olduklarına dikkat çekmesi, bir ölçüde masal döneminin kapandığının işareti.
‘Kürt filmlerinde hep ölüm, göç ve sürekli arayış var’ saptamasından yola çıkılıp ‘Kürtler suskunluklarıyla hissedilir’ noktasına varan fikir beyanlarında, Van halkının sinema konusundaki gelişmişliğini ortaya koyan yorumlardan biri de,‘Tek sesliliğe mahkûm edildiğimiz için suskunuz’ çıkışıyla duygularını ifade eden bayan seyirciye ait…
Empatiden bıkış isyanıyla ‘Bıraksınlar, beni ben anlatayım’ diyerek Kürt Sineması’nın gerekliliğine işaret eden sözler, tam da filmdeki ‘Masallar bitti, biz artık masal olduk’ vurgusuyla örtüşen türden!
Mizgin’den yatılı okul kara komedisi
Yeni projesinde, 90’ların başında bir yatılı okuldaki çocukların Atatürk büstünü kazara düşürüp zarar vermesiyle yaşananları kara komedi tarzında ele alıp, yatılı okullardaki şiddeti ve asimilasyonu işleyeceğini belirten Mizgin, göründüğü kadarıyla bildiği konuların üstüne gidip masallaşan insanları yaşatmakta kararlı…
Yüreği dayanmadığı için babasının fotoğrafını örten dedenin aksine, cesur adımlarla yol alan Mizgin’in hassasiyetler ve talepler konusunda dengeyi tutturduğu yapımları sinemalara çıkarsa bu kararlılık daha geniş kitlelere ulaşacaktır. Burada da sorumluluk, dağıtımcılara ve sinema salonlarına düşüyor.
Kürt Film Festivalleri’nin arttığı, dizi sektörünün izleyiciyi uyutup filmcilerin de çalışmasını farklılaştırdığı günümüzde, belgesellerin kurmaca filmler kadar ilgiyle izlenebileceğini ispatlayan Mizgin’e, Van’dan İstanbul’a festivaller dışında da ‘Yolun açık olsun’ diyoruz.
Anibal GÜLEROĞLU