Hayat… Bilinmeyenin gizemini, bilinenin güzelliğiyle harmanlayarak bize sunulan bir nimet! Elbette ki bize düşen, kaygılara çok dalmadan bu nimetin tadını çıkartmak. Lakin içinde sayısız soru barındıran hayatın doğal akışından faydalanırken her şeyin pürüzsüz, dikensiz gül bahçesi kıvamında olmadığı da bir gerçek. Zira en beklenmedik anda karşımıza sürprizler çıkartabilir ve mevcut durumu tersyüz edebilir hayat. Ünlü guru Osho’nun da dediği gibi… ‘Hayat böyledir işte. Ona hazırlanamazsın, onun için hazır olamazsın. Güzelliği, mucizesi de budur, seni hep hazırlıksız yakalar, hep sürpriz yapar’!
Nasıl ki geçtiğimiz sezonun orta yerinden ekran yolculuğunu başlatan ‘Baraj’ da maalesef hayatın sürprizinden nasiplenen bir iş oldu. İlk bölümüyle Total’de üçüncü, AB’de dördüncü gelen dizi, ikinci bölümde de aynı sıralarda yer aldı. Ancak Feyyaz Duman, Biran Damla Yılmaz, Burak Yörük üçlüsünü buluşturan yapımın bu iyi başlangıcı salgın dolayısıyla kesintiye uğrayınca durum değişti. Yeni sezonu ilk ağızdan başlatarak üçüncü bölümüyle izleyicinin karşısına çıkan dizi Total’de altıncılığa, AB’de de sekizinciliğe gerileyerek sezon açılışını yaptı.
Açıkçası ilk iki bölümüyle ilgi gören bir işin merakla beklenmesi ve aylar sonra gelen devamının da izleyici toplaması gerekmez miydi? Normalde öyle olması lazım. Ama ‘Baraj’da bu merak ve ilgi gerçekleşmedi ne yazık ki. Bu durumun sebebi nedir? İlgiyle karşılanması gerekirken üçüncü bölümden gerileyen ‘Baraj’ kolay yıkılır mı peki? Üç bölüm genelinde değerlendirerek yapalım yorumumuzu.
‘BARAJ’ ENERJİSİNİ HİSSETTİREMEDİ
Asıl adı Naser Malek Motiee olan Nasır Melek’in Nazım karakterinde yer alarak Türkan Şoray ve Tarık Akan’la başrolü paylaştığı 1977 yapımı Yeşilçam filmi ‘Baraj’ın dizi uyarlamasında dikkatimizi çeken ilk olumsuzluk, Safa Önal’ın senaryosuyla yaratılan filmin enerjisini tam hissettiremeyişi oldu.
Şöyle ki; Temelinde, Edmond Rostand tarafından gerçek hayat öyküsünden esinlenerek yazılmış olan ünlü ‘Cyrano de Bergerac’ın da izlerini taşıyan hikâyenin anlatım tarzı, sahnelerin kurgusu oldukça zayıf. Akışın gereğinden fazla yavaş olması da buna tuz biber.
Dahası konunun işlenişinin, hikâyenin özünü teşkil eden Nazım’ın duygularıyla aktarmaktan ziyade Nehir karakteri üstünden şekillendirilmiş olması da olumsuz etken. Bunları daha net ortaya koymak için kısaca ‘Baraj’ filmine değinmek isterim.
Nazım, medeniyetle tek bağlantısı hafta sonları onları şehre götüren kamyon ve gelen mektuplar olan yerdeki, baraj inşaatında çalışan bir ustabaşıdır. Tarık Akan tarafından canlandırılan Orhan da çalışmaktan yırtmak için fırsat kollayan serseri bir tip olarak her daim Nazım’dan azar işitir, tokat yer. İşçilerin önünde madara olduğu için Nazım’a kinlenen Orhan, ona hiç mektup gelmediğini fark edince olayların seyri değişir. Kendisine gelen her mektubu uluorta okuyan Orhan, Nazım’ı arayışa sürükler. Bu arayışın sonuda, gazetedeki mektup arkadaşı köşesinden bulduğu genelev emekçisi Aysel çıkar ortaya. Böylece Aysel ile Nazım arasında duygu dolu mektuplaşma süreci başlar. Ama Nazım’ın kendine güvensizliğinden dolayı kadına Orhan’ın resmini yollaması işleri karıştırır. Sürpriz biçimde ‘Baraj’ şantiyesine geliveren Aysel, Nazım sanarak Orhan’la karşılaşıp sevgili olur ve… Neyse efendim… Filmin dramatik gidişatını izleme keyfine bırakıp diziye geçecek olursak…
Özetten de görüldüğü üzere diziyle film arasında öyle büyük bir içerik farkı yok. Mektuplaşmanın yerini mesajlaşma almış. Genelev emekçiliğinin yerine de, organize biçimde evlilik vaadiyle dolandırıcılık yapan kadın figürü geçmiş. Aysel, Nehir olmuş… Orhan da Tarık. Tabii dizinin bölümler boyu sürmesi beklenen akışını doldurmak için hikâyeyi uzatacak yan karakterler ve olaylar da eklenmiş. Anlayacağınız prensipte aynı gibiler.
Lakin bu aynılığı bozan, en büyük farkı yaratan bir detay var ki o da, ‘ruh yoksunluğu’! İşte bu yoksunluk izleyicinin ‘Baraj’ın enerjisini ve dramatik romantizmini hissetmesini engelliyor. Kuşkusuz dizinin ruhsuzluğunda kurgu kadar karakterlerin yansıtılmasının da payı büyük. Bu noktada karakterler bakalım hemen.
‘BARAJ’IN KARAKTERLERİNDEKİ PROBLEM
Med Yapım ve No:9 Productions imzalı ‘Baraj’ın gerilemesindeki baş faktör, enerji ve ruh eksikliği dedik ya… Karakterleri de iyi değerlendirmek gerek bu durumda. Onun için ben de Nazım’dan başlamak istiyorum söze. Zira öykünün bel kemiği olan bu karakteri dengeli kullanmak dizinin çekiciliği adına çok önemli.
Feyyaz Duman ‘Kadın’daki oyunculuğuyla takdir ettiğim bir isim. Nasıl ki ‘Baraj’ın proje aşamasında da Nazım rolüne çok iyi oturacağını düşünmüştüm. Dizinin ilk bölümünde yanılmadığımı da gördüm nitekim. Evet… Arif misali başkasına âşık bir kadının sevda hüznünü içinde yaşayacak olan Nazım için Feyyaz Duman gerçekten de biçilmiş kaftandı. Sessiz duruşu, çekingenliği, aşkını gizlemekle belli etmek arasındaki mimikleri, duygusallığı, tepkileri karakterin özellikleriyle gayet uyumluydu. Ancak tüm bu artı özelliklere rağmen onun sahnelerinde bir eksiklik duygusu sarıyor içimi. Sanki Nazım burada gereğinden fazla ötelenmiş gibi duruyor. Ne bileyim, filmle kıyasladığımda daha süt dökmüş bir Nazım algılıyorum burada. Tamam… Tarık onun yerine aşk aksiyonunda varlık gösterecek ve bu aşamada doğal olarak bir parça önde olmalı ama… Nazım’ı da hepten silikleştirmemeli!
Öte yandan filmdeki kendine güvensizlik unsurunu kullanmak yerine Nazım’ı yüzünün bir tarafını bozan koca yara iziyle çirkinleştirmeye neden ihtiyaç duyulduğunu da anlamadım. Bir ihtimal, devasa burnundan çekinip aşkını itiraf edemeyen ve yazdığı mektuplarla arka planda kalıp sevdiği kadının başkasıyla evlenmesine vesile olan ‘Cyrano de Bergerac’ havası katılmak istenmiştir. Ama bana göre yanlış olmuş. Zira bizim izleyici güzeli sever ve bu mantıkla yakıştırma yapıp çiftler yaratır genelde! Onun için Nazım bir şekilde o yaradan acilen kurtulursa dizinin selameti adına daha iyi olur diyorum.
Gelelim Biran Damla Yılmaz’ın canlandırdığı Nehir’e… Ki, Nazım’ın da ‘Ben bunu mu sevdim’ tarzı bakmasına sebep olan, Nehir diziye asıl darbeyi vuran karakter konumunda! Problem nedir derseniz… Kimse kusura bakmasın ama oyuncunun performansı karakteri yansıtmada başarısız. Sürekli 32 diş birden meydanda gülen bir yüz… Ne gereği varsa, devamlı kısık sesle konuşma… Sevecen profil çizmek adına sergilenen abartılı şirinlik ve munislik… Küçük kız çocuğu edasındaki şen şakraklık… Sanki ilk erkek arkadaşıyla çıkıyormuşçasına tavan yapmış bir mahcubiyet… Yani geçmişinde türlü dolaplarla erkeklerin parasını söğüşleyen bir kadın için bu tavırları sergileyen bir profil hiç olmamış. Sahte durmuş. Bunun sorumlusu da oyuncudan ziyade ona bunları yakıştıran ve rolle uyumsuzluğunu görmeyenler. Karakterin-rolün gereğine göre kadın oyuncu seçememe sorunumuz olunca diziler de etkileniyor tabii.
Ve Burak Yörük tarafından canlandırılan Tarık… Yaşadıklarının bedeli olarak ‘Baraj’a gelip Nazım’ın özgüven sorunuyla palazlanan ve Nehir’i sevecek olan Tarık için söylenecek söz yok. Serseriliği, umursamazlığı, zamparalığı, takışmaları, şantiyedeki halleri… Tam kıvamında. Dizi ile film kıyaslandığında en iyi yansıtılan karakter olmuş. Burak Yörük’e tebrikler.
Velhasıl; Sumru Yavrucuk’un Zehra rolüyle güzel bir performans sergilediği dizide Tarık falso vermezken Nazım’ın güzelleştirilmeye ve Nehir’den yana motivasyona ihtiyacı var. Nehir de ‘cici kız’ hallerinden kurtulup daha gerçekçi ve ayakları yere basan bir karaktere dönüşmeli.
SONUÇTA; Salı gecesine denk gelen ‘Menajerimi Ara’ ile büyük çelme yiyip kendi iç dinamiklerinin yetersizliğinden dolayı ilk etapta geçtiği ‘Hekimoğlu’nun da gerisine düşen ‘Baraj’, şimdilik ‘Yıkılmadım ayaktayım’ deme potansiyeline sahip bir pozisyonda ama… ‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ başlamadı daha yeni sezona. O vakit yarış iyice kızışacak.
Anlayacağınız ipin ucu sıkı tutulmazsa işi zor. Hele de bu tempoda ilerlerse… İçeriğini; akmayan, enerjisiz ve ruhsuz biçimde yansıtmayı sürdürüp duygusal performans noktasında orijinalinin gerisinde kalırsa… Rakipleri karşısında kolayca yıkılabilir. Bu da temeli sağlam ‘Baraj’ın ziyan edilmesi demektir. Yazık olur.
Anibal GÜLEROĞLU