Anibal Güleroğlu

Anibal Güleroğlu

guleranibal@yahoo.com

Tüm Yazıları

‘Yiğidi öldür hakkını yeme’ demiş atalar… Dolayısıyla hangi konuda olursa olsun ortaya çıkan aksaklıkları vurgularken olumlu yönleri de göz ardı etmeyip belirtmek lazım… Ki, pek çok kez belirttiğim üzere, dizi eleştirisi yaparken aynı mantıkla hareket etmek prensibim olmuştur her daim. Özellikle reytinge yenilip erken finale giden işler konusunda eğriyle doğruyu hassasiyetle vurgulamak gerektiğini düşünürüm. Zira ekran yolculuğu kısa sürede sonlanan işlerin arasında kusurlarına rağmen bu zamansız gidişi gerçekten hak etmeyenler olduğu muhakkak. Dahası bunların gerçeklerinin ilerisi için belirleyici olması da mümkün. Nasıl ki, ‘Annemizi Saklarken’ de böylesi bir örnek maalesef.

Haberin Devamı

Kuşkusuz dizinin hak etmediği halde finale sürüklenmesindeki en önemli gerçek, başlangıç performansı yani reyting kaygısından doğan ilk bölüm hatalarıydı! Nitekim ilk iki bölümde gelen düşük reytinglerin ardından ‘‘Annemizi Saklarken’e ne olduysa kendi başlangıç hatalarından oldu’’ vurgusunu yapıp bu konuyu detaylandırmış… Nihayetinde başlangıçtaki mantıksızlık ve abartılar sayesinde tehlikeli sularda gezildiğini belirtmiştim.

Çok geçmeden korkulan gerçekleşti. Kendi kendini çelmelediğini ilk etaptan belirttiğim dizi ne acıdır ki, başlangıç hatalarının ceremesini ağır ödedi. Kendini sıkılmadan izlettirebilecek pek çok olumlu özelliğe sahip olduğu gerçeğine rağmen tehlikeli sulardan kurtulamayıp reyting girdabında boğuldu gitti. Peki neydi bu olumlu özellikler?

Yiğidi öldürürken hakkını yememek adına, daha önceden olumsuz yönlerini sıraladığımız ‘Annemizi Saklarken’i farklı kılan gerçeği saptayalım hemen. Buyurunuz…

ANNEMİZİ SAKLARKEN’İN ‘YAZIK OLDU’ DEDİRTEN YÖNLERİ

Ekrana çıkmadan önce hayli merak uyandıran… Ancak düşük reytinglerden dolayı sadece sekiz bölüm ayakta kalabilen ‘Annemizi Saklarken’i uğurlarken öncelikli sözüm, bir kez daha ‘Yazık oldu’ şeklinde olacak.

Gerçek şu ki, ‘Annemizi Saklarken’ başlangıçtaki hatalarıyla dahi o denli düşük reytingleri ve bu kadar kısa sürede sonlanmayı kesinlikle hak etmeyen bir işti. Zira ‘Zaten tımarhaneydik şimdi iyice hortlak evine döndük. Kim kimin annesi; kim kimin çocuğu belli değil artık’ şeklindeki sözlerle bir bakıma içerik özünü tarif eden dizinin yarattığı en önemli fark, alışılmışın dışında aile tablolarıyla ve karakterlerle karşımıza çıkmasıydı!

Haberin Devamı

Şöyle ki; Kutsi’nin oldukça gerçekçi bir performansla canlandırdığı Dündar Demir’in ailesi her ferdiyle başlı başına bir vakaydı. Duygu ve davranışlarındaki ilginç değişimler bir yana ortamı kızıştırıp bir köşeden insanların tepkilerini izleyen halleriyle de oldukça renkli bir dengesizlik koydu ortaya. Evin kahyasıyla arasındaki hastalıklı ve gizemli bağla geçmişe köprü kurup derinlikli bir karaktere dönüşen Dündar, sergilediği sahnelerle şimdilerde yaygın olan psikopat-sosyopat modasına farklı bir pencere açtı açıkçası. Bu noktada Kutsi’yi de ayrıca tebrik etmek lazım tabii.

Barındırdığı aile fertlerinin ve çalışanlarının tekinsiz tavırlarıyla gerilimini oluşturan senaryo diğer karakterleri de ihmal etmemişti. Zerrin’in ‘Halef-Selef’ mesajını verip intihar ettiği noktada evde yaşanacak gerilimin sinyalini veren akış, şiddete karşı mücadele için düzenlenen yardım organizasyonunda Zerrin’in kanlı elbisesinin satışa konması ve alıcının Zerrin olarak görünmesiyle gerilimde çıtayı yükseltme amacını belli etti… Her ne kadar arzusu kursağında kalsa da! Öte yandan bakışları ve tavırlarıyla ‘Bu kadında bir terslik var’ tedirginliğini layıkıyla yaşatan Güngör Bayrak’ın canlandırdığı Melek karakteriyle Alfred Hitchcock filmlerini aratmayan bir atmosfer yaratılmıştı. Bunalımdaki annesine yaklaşımıyla kötü evlat tablosu çizen Selin’in de ondan aşağı kalır yanı yoktu hani. Handan’ı kabullenmeme noktasında aileden gelen ilaç katma alışkanlığını soğukkanlılıkla devreye sokabildi mesela.

Haberin Devamı

Kısacası; Sürekli imalarda bulunan Benan’ın sinsiliği ve Dündar’a yönelik imalarıyla ortamın gerginliğini takviye eden… Derken normalle bağdaşmayan ısrarcı davranışlarının ardından sorgulayıcılığını Handan’dan babasına çevirip, değişken kişiliğiyle ‘Babasının oğlu’ dedirten Bora’yla da çemberi tamamlayıp evin hizmetçisinin çıkarcılığıyla bu gerilim çemberine tüyü diken senaryo topyekûn korku evine dönüştürdü Demir malikânesini.

Yeşim Ceren Bozoğlu’nun canlandırdığı Füsun ve aslında oğlu olan kardeşi Barış ile Demir malikânesini tablosuna tekinsiz bir renk katan dizinin alışılmışın dışındaki diğer ailesi, zengin koca bulma muradına ermenin keyfini süremeyip Zerrin’in kaderine doğru sürüklenen, Handan ve kızlarıydı.

Bu aile de her karakteriyle kendine has bir sıra dışılık sergiliyordu. Zira öncelikle çocuk anne olan Handan’ın zengin ve dertsiz bir evlilik peşinde koşarken ortaya çıkarttığı anne figürünün sorumsuzluğunun boyutu ekranda alışık olmadığımız türdendi. Keza kardeşleriyle kendi çocuğu gibi ilgilenip anneliğe soyunan ve evin her sorununu çözmekle kalmayıp annesinin hoppalığıyla da uğraşan Derya’nın olgunlukla sürdürdüğü ‘çocuk anne’ olma tablosundaki sınırsız özveri mantığı da ayrı bir fark yaratıyordu bu aile harmanında. Ela’nın lüks merakı ve yalancılığı deseniz… ‘Annesinin kızı’ olarak bu farkın başka bir boyutuydu. Dahası ailenin en küçüğü de otistik çocuk etiketiyle sunulmuştu izleyiciye. Yani Handan’ın sorumsuz ve bencil anne olayına yepyeni bir ivme kazandırdığı ailede ‘ne ararsan var’ durumu hâkimdi. Ayrıca ilerleyen bölümler için Handan’ın geçmişinden gelen iyi görünümlü kötü kaynana ve üç çocuğunu terk edip giden hayırsız baba faktörleri de devreye sokulacaktı ama… Ne yazık ki dizinin ömrü yetmedi gerilim yolculuğuna bunları katmaya.

SONUÇTA; Sırlarla-gerilimle yaratılan, gelişim potansiyeline sahip ilginç bir öykü… Anormallikle renkliliği harmanlayan derinlikli karakterler… Ve gizem çeşnisine sahip farklı aile tabloları… ‘Annemizi Saklarken’in ardında bıraktığı olumlu gerçekleriydi. İşte tam da bu gerçeklerinden dolayı, o denli düşük reytingleri ve bu kadar kısa sürede sonlanmayı kesinlikle hak etmeyen bir işti.

Lakin atı alan Üsküdar’ı geçmişken ekrana çıkan… Bu da yetmezmiş gibi yayın günü seçimini isabetli yapamayan… Üstüne üstlük ilk bölümünü, içeriğin hakkını vermekten ziyade, reytinge odaklanarak yaratıp gerilimli bir öykünün başlangıcını komediye çeviren ‘Annemizi Saklarken’ gerek hataları gerekse fark doğuran unsurlarıyla dikkate alınması gereken bir örnek olarak dizi tarihindeki yerini aldı. Yazık oldu.

Umarım ‘Annemizi Saklarken’ in açtığı tekinsiz aile hikâyeleriyle gerilim yaratma yolundan ilerleyen başka işler çıkar da yavaş yavaş klişe senaryolardan kurtulmaya başlayan ekranlarımıza farklılık tam anlamıyla hâkim olur… Tabii ‘Annemizi Saklarken’in sonunu erken getiren hatalardan ders alarak!

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal