Çocuk koğuşunda tecavüzlerin bitmek bilmediği, kadına şiddetin ve baskının rutin habere dönüştüğü yaşam gerçeğinde rüyaların derinliğine dalarak kadın gerçeğini anlamak ne derece mümkün?
Güneş’in Samanyolu etrafındaki turunun 255 milyon yıla ve buradan hareketle insan ömrünün de ‘8 Saniye’ye denk geldiğini vurgulayarak yaşamın ‘an’dan ibaret olduğunu hatırlatan bir yapım söz konusuysa, acılardan uzaklaşıp rüyalarda kaybolmak ve bu esnada da kadın ruhunun derinliklerine inebilmek pekâlâ mümkün olabiliyor.
Yıllar sonra gelen küçük kardeş Esra İnal’ın gerçek yaşamından uyarlanarak, Esra İnal’ın doğal canlandırmasında ve Ömer Faruk Sorak imzasıyla beyazperdeye aktarılan ‘8 Saniye’, bunu deneyimlemek için güzel bir fırsat.
Yaramazlaştığında kullanılan ‘siyah şemsiye’ fobisini çocukluğunda edinip küçüklerin korkularının kökeninde ailelerin yattığına delalet eden… Okulda şarkı söyleyerek kitap okuma uyumsuzluğuyla Mevlana’ya bağlanan ve babanın namazından ilhamla uyanan Allah’la konuşmak istemiyle de ‘Allah, bizim dilimizden çıkanları değil içimizden geçeni bilir’ bilgeliğindeki maneviyatı saptayan ‘8 Saniye’de, herkese göre bir rüyacılık var aslında. Önemli olan kendinizle özdeşleştirebileceğiniz detayları yakalayabilmek!
***
Hayatın kısalığına ve önemine dikkat çekerken Fırat Çelik, Fahri Yardım, Mehmet Kurtuluş, Salih Kalyon, Sema Poyraz gibi isimlere de bünyesinde yer veren yapımın en büyük özelliği, her saniyesi dolu dolu bir içeriğe sahip oluşu. Gökyüzünden alınıp yeryüzüne dağıtılan sevgiyi, dansla duanın bütünleştiği bir içsellikle aktaran ‘8 Saniye’nin tasavvuf ayağında karşımıza çıkan ünlü isim, Yılmaz Erdoğan…
‘Farklı olmak kötü bir şey değildir’ diyerek bir anlamda yaşamdaki tüm ötekileştirmeleri işaret eden içerikte Yılmaz Erdoğan’ın derviş rolü kısa ama önemi büyük! Zira Esra’ya ve kendini dışlanmış hisseden herkese yönelik ‘Korkma… Korkutmalarına izin verme’ nasihatinin yanı sıra ‘Gerçek değiliz. Bir hayaliz, ihtimaliz biz’ diyerek de hayallerle bulunan güzellikleri ve asıl yaşamın Dünya’dakinin ötesinde oluşunu işaret etmekte.
İnsanın kendisi gibi olamadığı yerde kalamayacağının altını çizen ve böylece erkek baskıcılığının kadını kendinden geçirdiğini yansıtmak isteyen ‘8 Saniye’nin bunların dışındaki özelliği, Esra’nın tasavvuf mantığıyla kendisine aşılanan ‘hayal’ âleminin güzelliklerine yoğunlaşıp rüyalara fazlaca dalması!
Bu noktada, Christopher Nolan imzalı ‘İnception /Başlangıç’ filmini anımsatırcasına bilinçaltının duvarlarını yıkarak rüyalar âleminin katmanları arasında bir yolculuk yaşatan filmin, rüya-gerçek ikilemi kendini göstermekte… Rüyalardan gerçek hayata geçişlerdeki amaç, ‘kendi kendine yeterli olma’ kaygısındaki kadın ruhunun içsel başkaldırısını işlemek ama bu sergilenenlerle bir yandan da önsezilerin ve rüyaların haber vericilik fantastikliğinin ‘gerçek’ olma ihtimali de akıllara düşüyor. Gerçek hangisi, rüyalar nerede başlayıp nerede bitiyor?
***
Ancak tüm bu geniş kapsamlılığına rağmen içeriğe bakıp rüyalardan yaratılan ‘kadın’ olgusunda kesin konuşmak da olası değil. Bu nedenle Avrupa ülkesinde yaşansa bile ‘Bundan sonra senden ben sorumluyum. Ben sana bakarım’ diyen erkek egemen zihniyetin varlık gösterdiğine odaklanarak Esra’nın özgürlükçü uyumsuzluğunu, rüyaların ruhsal sarsıntısıyla buluşturan ‘8 Saniye’de koyu bir erkek baskıcılığından söz etmek bir yerden sonra imkânsızlaşıyor.
Çünkü evin en küçük kızı olarak el bebek gül bebek büyütülen ve ablalarının evlenmesi, Berlin Duvarı’nın yıkılması gibi etkenlerle değişen yaşam şartlarının ardından alıştıklarını yeterince bulamayarak kendini bir parça ötelenmiş hisseden Esra’nın, erkeklerden ziyade kendiyle ve ‘kadın’ olmak konusunda problemi var. Hayatındaki erkeklere karşı, onların kendisine olduğundan daha sert davranan, bencillik sergileyen, insanların aklından geçenleri okuyarak hırçınlaşan ve camdan atlayacak kadar dengesizleşen bir karakter söz konusu nihayetinde…
Dolayısıyla ‘8 Saniye’deki bu tabloda yegâne sorun ‘kadın’, suçlu da ‘erkek’ diyerek işin içinden sıyrılamıyoruz… Ve uyurgezerlik problemi de yaşadığını, gece kâbusu görselliğinde hissettirip rüya krizleriyle yanındakilere zor anlar geçirten Esra’yı doğrudan doğruya ‘ezilmiş kadın’ figürü şeklinde algılamamız tam anlamıyla imkânsız.
Sonuçta; Görüntü yönetmenliğini Emmanuel Kadosh'un üstlendiği, müziklerini Meksikalı prodüktör Gustavo Farias’ın bestelediği ‘8 Saniye’ tek boyutlu bir iş değil!
Başına buyruk yaşamayı, düzenli aile olayına tercih eden… Bunun için de güzellikler sunmak yerine felaket tellalına dönen rüyalar âleminde bocalayıp psikiyatriden destek arayan Esra’nın Alman kültüründeki olanaklarla gelişen özgürlükçülüğünü, dünyaca ünlü bestseller “Dört Anlaşma” (The Four Agreements) kitabının yazarı Don Miguel Ruiz’in sonradan belirginleşen aydınlatıcı yüzüyle buluşturarak insanlarla barışık yaşamayı öğütleyen ‘8 Saniye’den çeşitli çıkarımlar yapmak mümkün.
Başarılı bir sinema çalışması olan bu öyküden herkes kendi payına düşeni alsın, rüyaların gerçek olabileceğini akılda tutup 8 saniyelik yaşamda affetmeyi öğrensin, derim.
Anibal GÜLEROĞLU