“İSLAM ülkelerinin altı üstüne geliyor, İsmet İnönü de nereden çıktı?” dediğinizi duyar gibiyim. Aslında tam da bu nedenden dolayı İsmet Paşa’yı anmanın zamanıdır, değerli okurlarım!
İnönü 1884’te doğdu. Bundan tam 127 yıl önce. İstiklal Harbi 1919’da başladığında 35 yaşında idi. 1938’de Cumhurbaşkanı oldu. Başarılı bir komutandı. Başarılı bir diplomat da olduğunu Lozan’da kanıtlamıştı. Dünya liderlerinin bütün ısrar ve baskılarına direnmiş, ülkesini 2. Dünya savaşına sokmamıştı.
1945 yılına gelindiğinde, yıpranmış, kendi savaş yaraları ile bitkin bir Avrupa vardı. Buna karşın savaşmamış, ordusunu daha da güçlendirmiş, kemerlerini sıkmış ama kasaları dolu ve güçlü bir Türkiye’nin Cumhurbaşkanı idi İnönü! Ülkenin bütün güçlerini elinde tutuyordu.
O İnönü, eğer istemiş olsa idi, eğer demokrasiye, özgürlüklere, Türkiye’nin özgür bir ülke olarak parlak bir geleceği olduğuna inanmamış olsaydı herhalde 1945 yılında Demokrat Parti’nin kurulmasını kolayca engellerdi. Topluma ikinci dünya savaşının darlıklarla geçen yıllarını unutturacak bir popülizmi uygulamaya yetecek para hazinede vardı.
Bir de o yılların dünya ülkelerine bakınız! Rusya ve Doğu Avrupa ülkeleri diktatörlükle yönetiliyor. Latin Amerika ülkeleri büyük ölçüde diktatörlüklerle yönetiliyor. Asya hemen bütünüyle diktatörlerin yönetiminde. İspanya’da Franko, Portekiz’de Salazar diktatör. Kendilerini demokrasi diye adlandıran Kuzey Amerika ve Avrupa ülkeleri ırkçılık ve sömürgecilikle insanlık suçları işliyor. Amerika zenci vatandaşlarına insanlık dışı bir ırkçılık uygulaması yapıyor. Fransa, Cezayir, Tunus, Fas halklarını sömürgeleştirmiş... İngiltere Hindistan ve Pakistan’da kanlı bir sömürge yönetimini sürdürüyor.... Hollanda, Belçika acımasız bir sömürgecilik politikasını Afrika ve Asya’daki ülkelere uyguluyor.
Böyle bir dünya ortamında Türkiye’de İnönü’nün Cumhurbaşkanlığında baskıcı bir rejim kurulmasını dünyanın yadırgaması söz konusu değil. Yadırgama bir yana muhtemelen Türkiye’de kendilerinden yana kalıcı bir baskı rejimi Batı ülkelerinin, arzulayacağı bir durum.
İşte İnönü, böyle bir ortamda kudreti, iktidarı ve de etrafındaki yalakaları elinin tersiyle itebilmiş... 1950’de yönetimi demokratik bir seçimle ve kendi iradesi ile muhalefete devretmiştir. Kendisi de, bütün bu kudretten sonra bir muhalefet lideri olarak kalmayı hazmedebilmiş, “ben muhalefette kalmam” , “parti başkanlığını bırakırım” gibi düşüncelere kapılmamıştır.
Bu gün, İnönü’nün iktidarı bırakıp muhalefete geçmesinden 61 yıl sonra... 21’inci yüzyılda, çevremizdeki kudret sahibi liderlerin despotça davranışlarına bakınız. Kurdukları korku rejimlerine, baskıya, acımasızlığa, iktidarı bırakmamak için çırpınışlarına, iktidardayken elde ettikleri milyar dolarlarla ifade edilen servetlere... Ve de geride bıraktıkları mazlum halklarının yoksulluğuna... Cahilliğine... Çaresizliğine...
Bu gün Atatürk’e sataşacak cesareti kendinde bulamayanlar İsmet Paşa’ya söylemediklerini bırakmıyorlar!
Çok da büyük haksızlık ediyorlar, değerli okurlarım!...