Sevgili okurlarım, uzun süreden beri başta değerli dostum, Robert Kolej ağabeyim, Melih Gürsoy olmak üzere arkadaşlarımdan ve ailemden kitap yazmam konusunda telkinler alıyorum. Ben de kalıcı bir çalışma yapmayı bir arzu olarak uzunca bir süredir içimde taşıyordum. Bu arzuyu gerçekleştirmek istiyorum. İktisadi Kalkınma ve Dış Ticaret ile ilgili bu güne kadar genel kabul görmüş teorilerden farklı, ekonominin bu iki alanını birlikte ele alan bir teorik görüşüm var. Bunu İngilizce dilinde yazılmış bilimsel bir kitap haline getirip yurt dışında yayınlatmayı hayal ediyorum.
Becerip beceremeyeceğimi bilmiyorum.
Öncelikle tüm profesyonel yaşamım iş hayatı içinde geçtiği ve geçmekte olduğu için böylesine sabır isteyen uzun vadeli akademik bir çalışma yapacak sebatı ve disiplini kendimde bulup bulamıyacağımı bilmiyorum.
Bir de, ciddi ve derinlemesine bir literatür taraması yaptığımda benim özgün bir fikir olarak düşündüğüm bu konunun daha önce yazılmış olduğunu bulabileceğimi, o zaman da önemini kaybedeceğini biliyorum.
Ancak güvendiğim bir özelliğim var. Gerek iş hayatımda, gerekse Türkiye ekonomisi, bölgemizin ekonomisi ve ulusal siyaset ile ilgili olarak epey söylenmemiş şeyi
Değerli okurlarım, son yıllarda bir demokrasi edebiyatıdır tuturmuş gidiyoruz.
- İsmet İnönü “Milli Şef” suçlamaları ile yerden yere vuruluyor.
- Demokrat Parti ve Adnan Menderes bir demokrasi kahramanı olarak göklere çıkartılıyor.
Bir bakalım gerçek nedir...
İsmet Paşa, 1938 sonunda Atatürk’ün ölümü ile iktidara geldi. Altıbuçuk yıl sonra siyasi partilerin kurulmasına olanak veren her türlü yasal hazırlık yapılmış olarak Menderes ve arkadaşlarının Demokrat Partiyi kurmalarına olanak sağladı. 1946’da şaibeli de olsa ilk demokratik seçimler yapıldı. 1950 yılında iktidar seçimle el değiştirdi. Diktatör olarak damgalanan İsmet İnönü iktidarı, kavgasız gürültüsüz Demokrat Parti yöneticilerine devretti. 20’ci yüzyılın birinci yarısı Türkiyede çağdaş demokrasinin miladı oldu. İnönü, aynen Hüsnü Mubarek gibi, Kaddafi gibi, 1974’de vefat edene kadar 24 yıl daha iktidarı elinden bırakmayabilirdi. Amerika’ya yakın bir yönetim göstererek, NATO’nun da desteğini alarak ülkeyi demir pençe ile yönetmeye kalksa ona kim mani olacaktı.
İsmet Paşa’nın barış içinde iktidarı devrettiği yıl olan, 1950 Yılında dünyada demokrasi ile yönetilen ülkeler yok denecek kadar azdı.
Avrupa’nın
Değerli okurlarım, geçen yazımda şunları söylemiştim:
- PKK ile yürütülen müzakereler sonuç veremez. Bu yolun başından belliydi,
- PKK silah bırakmadan onunla masaya oturmak PKK’nın isteklerini büyütür,
- PKK’nın Irak’taki federatif yapıdan da daha ileri bir bağımsızlık istediğini Öcalan açıkça söylüyor,
- Bu istekleri karşılamadığınız zaman kan dökeceklerini de Karayılan söylüyor ve yapıyor,
- Türk milleti ise Laz’ı, Arnavut’u Türk’ü, Boşnağı, Çerkez’i, Arabı ve de büyük bir çoğunluğu ile Kürt’ü ile, yani tüm etnik unsurları ile ülkelerinin bölünmesine geçit vermez!
Bu mantığın sonucu ne yazık ki çatışmadır. Benim bu köşeden daha 2009 ve 2010’da defalarca tekrarladığım bu idi. Peki başka alternatif yok mu? O alternatifle ilgili bir yazımı da geçen yıl 3 Ağustos’ta yayınlamıştım. Yeniden özetlemekte yarar görüyorum.
Değerli okurlarım, nihayet hükümet harekete geçti. Bunun böyle olacağı çok, ama çok önceden belliydi. Siz mağlup etmediğiniz, yenmediğiniz bir terör örgütü ile masaya oturup müzakere ederseniz. Onlar da “PKK devleti bizimle müzakereye zorladı!” diye gerinirler. Bunu sizin mücadele azminizde bir zayıflama olarak görürler. Ve bu azmi tamamen kırmak için her türlü kanlı eylemi devam ettiririler. Bu, terörün, anti terör mücadele ile ilgili eğitim kitaplarına girmiş bilinen bir stratejisidir. Bizde de uygulanan odur. Amaç toplumu mücadeleden caydırmaktır. Galip gelmeden yapılan müzakere sonuç vermez!...
Ben daha 1 Eylül 2009 tarihinde bu köşeden PKK ile yürütülen müzakerelerin neden sonuç vermeyeceğinin mantığını şöyle yazmıştım:
“Kürt Açılımı’ndan başlayalım. İktidarın bu konudaki yaklaşımının ülkeyi bölmeden sonuç alma şansı var mıdır? Kesinlikle yoktur. Neden yoktur? Çünkü iktidar şunu söylemektedir:
Biz federatif yapıyı kesinlikle düşünmüyoruz, üniter devletten taviz vermeyeceğiz, resmi dilin Türkçe olmasından taviz vermeyeceğiz. Biz sadece Kürtlere değil tüm etnik gruplara daha fazla demokratik haklar tanıyacağız! Onun için de açılımın adı Kürt Açılımı değil ‘Demokratik
Size basit bir soru sormak istiyorum. Eğer sahilde bir eviniz varsa. Teknenizi evinizin önüne bağlıyorsanız ve de o bölgede sık sık şiddetli fırtınalar çıkıyorsa ne yaparsınız? Eğer evinizden taşınmayacaksanız, ya teknenizi dalgakıranı olan bir limana götüreceksiniz, ya da evinizin önüne bir dalgakıran yapacaksınız!
Türkiye 1994’ten bu yana ani patlayan ekonomik fırtınalarla mücadele ediyor. 1994, 1998, 2000, 2001, 2007-2008 bu fırtınaların en ciddileri ve hasar verenleri idi. Bu gün de ciddi bir fırtınaya dönüp dönmeyeceği hakkında kesin bir şey söylenemeyen şiddetli bir rüzgar ve dalga ile mücadele ediyoruz.
Ama biz her fırtınada teknemizi daha sağlam bir biçimde onardığımızı söyleyerek avunuyoruz. “Omurgaları takviye ettik”... “Halat babalarını krom nikel yaptık”... “Dümeni sağlamlaştırdık”, “GPS taktırdık”... diyoruz ama fırtına her seferinde tekneye hasar veriyor. “Fırtına bizi etkilemedi”, “Bizi teğet geçti, hatta bu sefer teğet bile geçmedi” diyoruz ama asla tekneyi dalgalardan koruyacak bir dalgakıran oluşturmayı düşünmüyoruz.
Türkiye’ye krizlerin girmesini engelleyecek bir dalgakıranı, bir kalkanı ne zaman düşüneceğiz? Yunanistan’da olduğu gibi teknenin batmasını
Değerli okurlarım geçen Cumartesi başladığım, Pakistanlı düşünür ve köşe yazarı Dr. Ferruh Salim‘in makalesini irdelemeye devam ediyorum. Dr. Salim gelişmiş ülkelerle Müslüman dünyasının eğitim farkını fevkalade çarpıcı örneklerle ortaya koyuyor. Yazar’a göre dünyada 1 milyar 476 milyon Müslüman var. Dünyada her beş kişiden biri müslüman. Her Hindu’ya karşılık iki, her Yahudi’ye karşılık yüz Müslüman var. Yazar soruyor, buna rağmen Müslümanlar neden bu denli güçsüz?
Verdiği cevaplar şöyle: İslam Ülkeleri Organizasyonunda 57 ülke ve bu ülkelerin tamamında 500 üniversite var. Yuvarlak hesap her 3 milyon kişiye bir üniversite. Amerika’da 5,758 üniversite var (her 57 bin kişiye bir üniversite). Şangay JiaTong Üniversitesi 2004 yılında dünya üniversitelerini akademik başarı açısından sıralamaya tabi tutuyor ve tek bir Müslüman ülke üniversitesi ilk 500 arasına giremiyor.
Yazara göre Hıristiyan dünyasında okur yazarlık oranı yüzde 90 ve Hıristiyan ülkelerden yüzde 15’inde nüfusun yüzde 100’ü okur yazar. İslam ülkelerinde okur yazarlık oranı yüzde 40 ve bu oranın yüzde 100 olduğu tek bir Müslüman ülke yok. Hıristiyan ülkelerde okur yazar nüfusun yüzde 98’i ilk okul mezunu iken bu
Ekonomideki gelişmeler nedeni ile “Eğitim, Yahudiler ve Müslüman Dünyası” adlı yazımın devamını erteliyorum, değerli okurlarım.
Ne yazık ki Amerika’nın 1970’li yıllardan bu yana verdiği yılda ortalama 700 milyar dolar mertebesindeki dış ticaret açıkları ile durmadan büyüyen uluslararası “sıcak para” artık sadece gelişmekte olan ülkeleri değil tüm dünyayı etkiliyor. Dünya döviz alışverişleri “günde” 4 trilyon dolara ulaştı. Halbuki “bir yıllık” mal ve hizmet ticareti sadece 15 trilyon dolar! Dövizin mal ve hizmet alım satımı dışındaki hareketleri dünya piyasalarını sarsıyor.
Bu “sıcak” dövizlerin girdiği ülkelerde döviz ucuzluyor, ihracat zorlaşıyor, ithalat artıyor, iç üretim, ucuz dövizle yapılan ithalatla rekabet edemiyor. Dış ticaret açıkları büyüyor. Buna ekonomide verilen ad “Hollanda Hastalığı”.
Bu dövizlere yön verern dünyanın büyük para kuruluşları bir gün, “Aman bu ülkede dış ticaret açığı çok arttı. Getirdiğimiz partalar ithalat yapmak için kullanılıyor! TL’de faizler iyi, borsaları da manipüle edip kar ediyoruz ama ana paramızı geri alamayacağız!” korkusuyla panikleyebiliyorlar. Paralarını alıp ülkeden kaçmaya başladıklarında ise 2000-2001’de yaşadığımız
Değerli okurlarım, bu yazıyı üzüntü ile yazıyorum. Dr. Ferruh Salim (İngilizce metinlerde Ferrukh Saleem olarak geçiyor) Pakistanlı bir köşe yazarı ve “Center for Research and Security Studies” adlı düşünce grubunun kurucusu. Dr. Salim neden dünyada Yahudilerin güçlü ve Müslümanların zayıf olduğunu açıklayan fevkalade çarpıcı bir makale yazmış. Okuyunca da insanı üzüyor mu desem, rahatsız ediyor mu desem, kızdırıyor mu desem... Yani tatsız bir duygu veriyor.
Makale benim bu köşeme sığmayacak kadar uzun. Ama İngilizce bilen okurlarım aşağıdaki web adresinden okuyabilirler:
http://www.aish.com/jw/me/Jews_Muslims_Power.html
Ben bazı bölümlerini burada aktaracağım: Dr. Salim soruyor “Yahudiler Neden Böylesine Güçlü?”
Ve söze şurdan başlıyor, “Dünyada 14 milyon Yahudi var, ve beher Yahudi için 100 tane Müslüman var. Ama bütün Müslümanları bir araya getirseniz gene de Yahudiler onlardan yüz defa daha güçlü.” Doğal olarak Dr. Salim burda “vur, kır” anlamında bir güçten bahsetmiyor. Onun bahsettiği güç Yahudilerin, dünyanın, sanat, kültür, bilim ve siyaset alanlarında ki güçleri!
Hiç şüphe yok ki dünyada sanat, kültür sinema, tiyatro, medya dahil bilim ve siyaset alanlarında