Türk sinemasının yaşayan efsanelerinden Cüneyt Arkın, “Benim Kahramanım Türk Halkıdır” adlı bir kitap yazdı. Üç saatte okudum kitabı. Çünkü kitap 152 sayfa, Cüneyt Arkın’ın yazdığı anılar birbirinden ilginçti. O yüzden kitabı elimden bırakmadan bir solukta okuyup, yazacağım bölümleri işaretledim.
Yeşilçam’ın kült filmlerinden “Dünyayı Kurtaran Adam”ı çekip, yapımcısını batıran Cüneyt Arkın’ın kitabında neler mi var?
Eskişehir’de çobanlıkla geçen çocukluk yıllarından doktorluğa, aktörlükten yapımcılığa, sinemada yolunun kesiştiği ünlülerle ve “yurdum insanı”yla aralarında geçenlere, sanatçının eşi Betül Cüreklibatır, oğulları ve torunu hakkındaki yazdıkları da var kitapta.
“Benim Kahramanım Türk Halkıdır” adlı kitabın sonlarına doğru Cüneyt Arkın’ın asıl kahramanının ve arkasındaki asıl gücün kim olduğunu anlatan iki bölüm var. Bunlardan birinin başlığı “Bebeğim Betül”, diğeri “Onsuz Bir Gün”... Sanatçının eşi Betül Cüreklibatır’ın hayatındaki önemini anlattığı bölüm uzun, ama ikincisi kısa ve net. İşte sanatçının “Onsuz Bir Gün”de yazdıkları:
“Ölümden korkmuyorum...
Sadece Betül’den evvel ölmek isterim.
Allah göstermesin onun yokluğunu. Onsuz, yalnız kalmak istemem.
Bir günlüğüne bir yere gittiğinde bile onu çok özlüyorum.
Onsuz bir günü bile düşünemiyorum.”
‘Onun gözlerine bakma, ölürsün!’
Türkan Şoray’sız Cüneyt Arkın kitabı olur mu?
Tabii ki olmaz!
Cüneyt Arkın’ın anı kitabının iki yerinde var Türkan Şoray...
“Öpmeden Nasıl?” başlıklı bölümde sanatçının yazdıklarından bir kesit:
“Herkesin bildiği bir gerçektir, sinemamızda Türkan Şoray Kanunu diye bir şey vardır:
Öpüşmek yasak!
Şöhretimin zirve yılları. Anadolu’yu gezdiğimiz günlerden biri. Köy meydanında toplanmış yüzlerce erkek alkışlarla bağrına bastı beni.
Hepsi de, “Nasıl yapıyorsun abi bu işi?” diye sorup, kendilerine de öğretmemi istiyordu.
Karate numaralarını göstermeye başlayınca biri, “Karate değil, öteki işi öğret” deyince dayanamadım sordum:
Hangi iş?
Hepsi birden seslendi:
“Karıyı bir kere bile öpmeden onu nasıl hamile bırakıyorsun?”
Cüneyt Arkın’ın “Öldün Sen” başlıklı bölümdeyse Türkan Şoray’lı anısı şu:
“Türkan Şoray’la filmimiz var. Öncesinde uyarıyorlar; ‘Türkan Şoray’ın gözlerine bakma, ölürsün!’
Kim gencecik ölmek ister ki? Hiç bakar mıyım o gözlere. Tavşan misali tüyüp duruyorum. Filmde karşı karşıya geliyoruz, yüz yüze yakından konuşuyoruz, o söz aklıma geliyor:
‘Gözlerine bakma, ölürsün.’
Yiğitçe dayanıyorum. Yiğitçe kaçıyorum ölümden. Çünkü gencim. Hayata doymadım. Türkan Şoray’ın bir kulaklarına, bir alnına, bir çenesine bakıyorum sözlerimi söylerken, ama olmuyor. Şarttır. Böyle sahneler göz göze gelerek oynanır. Türkan Şoray’ın rahatsızlığı giderek artıyor, ama nezaketle susuyor. Dahası oyunum giderek kötüleşiyor.
Sonunda bu işkenceye daha fazla dayanamadım. Ölümse ölüm be, yeter artık diye isyan ettim. Türkan Şoray’ın gözlerine baktım.
Müthiş bir an.
O gözler göz değil, Gözistan’dı. Bir ülkeydi, memleketti, memleket türküsüydü. Uçsuz bucaksızdı. Yıldız yağmurlarıydı. Bereketli bahar çiçekleriydi.
Zaman içinde pek çok kadın oyuncunun da benim gözlerime uzun süre bakmadığını fark ettim.
‘Baştan aşağı her şey yeşil oluyor, insanın içine doluyor’ demişti bana biri.
Benim de yeşil bir gücüm vardı. Buna sığındım. Ruhumun her zerresinin gücünü kullanarak dayandım, bakışlarımı kaçırdım.
Denge sağlanmıştı. Sahne tamamlanmıştı.”
Bu bölümün devamında, dönemin güçlü medya patronunun Türkan Şoray’la âşık Cüneyt Arkın teklifini kabul etmeyince “Sen öldün” diyerek aleyhinde ne tür haberler yaptırdığına dair tatsız anılar var.
Kemal Sunal’lı anılardaki sevmediği arabeskçi...
Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan Cüneyt Arkın’ın anılar kitabında dört ayrı bölümde yer verdiği tek sanatçı var, o da Kemal Sunal.
Sanatçı “Nasrettin Sunal” başlıklı bölümde arkadaşı için şunları yazdı:
“Kemal Sunal günümüzün Nasrettin Hoca’sıdır.
Çok zeki bir sanatçıydı. Onunla beraber olmak, konuşup, şakalaşmak çok hoşuma giderdi.
Bir gün Hilton’un lobisinde oturuyoruz. Gözü bir yere takıldı. Baktım, 60 yıllık müzik birikiminin üzerine çökmüş Arap’tan yürüttüğü şarkılarla bir anda meşhur olmuş bir arabeskçi.
Asansöre bindi, yukarı çıktı.
Kemal Sunal, ‘Bu herif gibiler ancak asansörle yükselir’ dedi.”
“İsminiz Neydi?” başlıklı bir başka bölümde yine Kemal Sunal, yine ikisinin de sevmediği arabeskçi var:
“Yılmaz Kalkavan’ın yemeğine davetliyiz. Kemal Sunal ve ben iki dirhem bir çekirdek giyinip, davetin yapıldığı otele gittik. Lobi kalabalıktı. Millet asansör bekliyordu, sıraya girdik. O meşhur arabeskçi yine geldi. Yanında televizyoncular, gazeteciler ve dostları vardı.
Bizi görünce sevinir gibi yaptı, sonra sinsice sırıttı.
‘Kemal Bey, sizi görmek ne güzel çok sevindim. Bana resminizi imzalar mısınız?’
Aklınca dalgasını geçiyordu.
Kemal hiç duraksamadı, fotoğrafını çıkardı:
‘Hay hay efendim, isminiz neydi?’
‘Görmemiş’ başlıklı bölümden:
‘Kemal Sunal, sevmediği bir adamı anlatıyordu:
‘Öyle görmemiştir ki, çocuklarının oyuncak arabalarına özel şoför tutar.’
Cüneyt Arkın, yemeğe gittikleri bir restoranda Kemal Sunal’la garson arasında geçenleri şöyle yazdı:
Garson, Kemal Sunal’ın paltosunu isteyince, ‘Ne yapacaksınız?’ dedi. Garson, ‘Asacağım’ deyince Kemal paltosuna sarılıp, ‘Vah dostum vah! Demek asılacak kadar büyük bir suç işledin’ dedi.”
İpte asılı bir gece!
Film çekerken başına gelen birçok ilginç olaylar da var Cüneyt Arkın’ın kitabında. Bunlardan biri Keban Barajı’nda yaptıkları çekimle ilgili:
“Elazığ Keban Barajı’nda film çekiyoruz. Yönetmen mekân bakmaya gitti. Bir köprü gördü, ‘Tamam. Burada harika macera sahneleri çekeriz’ dedi. Taş köprü çok derin bir vadinin üzerine kurulmuştu. Yönetmen, ‘Önce köprü üzerinde kavga edeceksin, sonra köprüden aşağıya düşeceksin. Seni iple sarkıtacağız’ dedi.
Kavga sonrası ipi belime bağlayıp sarkıttılar, sarkıttılar... İş bitti, yukarı çekecekler ama sarkıtanların gücü yetmedi. Sonunda herkes ipe sarıldı, olmadı. Yoldan geçenleri çağırdılar, nafile. Bir karış bile yukarı çekemediler. Geceyi ipte asılı geçirdim.”
‘Emel Sayın galiba beni hiç sevmedi’
‘Rüzgâr’ filminde ‘şarkıcı’yı oynayan Emel Sayın, kendisini kaçıran ‘kabadayı’ rolündeki Cüneyt Arkın’ı karton mu, yoksa gerçek sopayla mı dövdü?
Kitabında Sayın’ın alnına ve sırtına indirdiği üç sopa darbesiyle sersemlediğini, derisinin yırtılıp, kanadığını vurgulayan Arkın, “Emel Sayın’dan nasıl dayak yedim?” bölümünü böyle noktaladı:
“Çekim bittikten sonra kartondan yapılma sopayı her yerde aradım, ama bulamadım.
Peki, Emel Sayın beni neyle dövmüştü? Hala bilemiyorum.
‘Rüzgâr’ filminden sonra Emel Sayın bir daha film çekmemeye yemin etti.
Galiba beni de hiç sevmedi. Sevseydi, verdiği sözü tutardı.”
GÜNÜN SÖZÜ
“Seni sürekli başka biri yapmaya çalışan bir dünyada kendin olmak, işte en büyük başarı.” (Ralph Waldo Emerson)