Anadolu kültür dairesinden kaynaklanmakla birlikte günümüzde geçerliliğini koruyan veya anlam kaymasına uğramış deyimlerin köken bilgilerine ulaşmak önemli bir ilgi ve çalışma alanıdır. Kelime, deyim veya bir yer isminin anlamının kaynağına ulaşabilmek için sosyokültürel yapıya bakmakla birlikte kimi zaman da etimolojiden de yararlanmak durumundayız.
Başta bitkisel ve hayvansal motifler olmak üzere sayılar ve renkler Anadolu medeniyet dairesi içerisinde çok çeşitli anlamlara büründürülmüştür. Ancak anlamlı olanın anlamını onu var eden yapıda anlamlandırmak durumunda olduğumuzdan dolayı ele alınacak bir deyim veya kavramın ilkin kökeni ortaya konmalıdır; akabinde de tarihsel-toplumsal koşullarla nasıl bir anlam kaymasın uğrayarak işlevselliğini değiştirdiği takip edilmelidir. Bu bağlamda özellikle tarıma ve hayvancılığa dayalı Anadolu kültür dairesi içerisinde at oldukça önemli bir yere sahiptir.
Dullama işlemi
İslam dairesi içerisine girmeden önceki Türk dünyası boyları çoğunlukla mecburiyetten, kimi zaman da tercihen sürekli yer değiştirdiklerinden dolayı bir ulaşım aracı olan at, hayatın işlevsel olarak merkezinde bir konum ve öneme sahipti. Bir Türk için iki eş vardır; bir tanesi evdeki eşi olan hanımı, diğeri de yoldaki eşi olan atıdır. At sırtında günlerce yol alan bir yiğit, savaş sırasında veya başka nedenlerle hayatını kaybederse o yiğidin arkadaşları yas göstergesi olarak yiğidin atının kuyruğunu keserlerdi ki buna “dullama” adı verilirdi. Yiğit öldükten sonra atı eşsiz kaldı, eşdeyişle at “dul” kaldı. Günümüzde eşlerin birbirlerinden ayrılmalarından sonra eşlere takılan “dul” kelimesinin kökeni bu yas geleneğinden kaynaklanır.
Öte yandan 16. yüzyıl Akkoyunlu mezar taşlarının at ve koç şeklinde oldukları görülür. Bunun sebebi ise bir insan vefat ettikten sonra o insanın ruhunu gökyüzüne at veya koçun götürdüğüne olan inançtır.16. yüzyılda Akkoyunlular İslam dairesi içerisinde olmalarına ve İslam’da en güzel mezarın kaybolan mezar olduğu inancını bilmelerine rağmen örfi adetlerin şerri anlayışın önüne geçtiğini görmekteyiz.
Helen kültürünün ağır bastığı antik dönem Anadolu’sunda kanatlı ve beyaz renkli at “pegasus” önemli bir motiftir. Türk kültürünün ağır bastığı Ortaçağ ve sonrası Anadolu’sunda ise turkuvaz renkli kanatlı at “tulpar” benzer önemde karşımıza çıkar. Kırgız Türklerine ait olan “Manas” destanında tulpar, insanlarla tanrı Ülgen arasında haberci konumundadır.
At bir Türk için o denli önemlidir ki Anadolu’da iki tane at mezarı vardır. Bir tanesi Gelibolu yakınlarında, Bolayır adlı yerde Orhan Gazi’nin büyük oğlu Süleyman Şah’ın atına aittir; diğeri de Karacaahmet Mezarlığı’ndaki Sisli Kır adlı at mezarıdır.
Dingo’nun ahırı
Öte yandan “Dingo’nun ahırı” deyiminin kökeninde at motifi yatar. Geçtiğimiz yüzyılda İstanbul’da Taksim ile Şişhane arasında atlı tramvay kullanılırdı. Bu iki durak arasında demir tramvayları atlar çekmekteydi ve belli mesafelerde bulunan duraklarda atlar değiştiriliyordu. Çünkü ağır tonajlı bu tramvayları birkaç atın son durağa taşıması olanaksızdı. Bu at değiştirme istasyonlarının son durağı Taksim’deydi ve doğal olarak en büyük at ahırı, bir diğer ifadeyle istasyonuydu. Bu ahırı idare eden kişinin adı da Dingo idi. Son istasyon olduğundan dolayı o denli sık ve aceleyle atlar hazırlanıp tramvaya koşuluyordu ki bu kısa süreli yaşanan kargaşayı ifade eden deyim “Dingo’nun ahırı” olarak günlük hayatımıza girer.