Organik büyümeyi başarmış insan ve toplumlar, idealarını gerçekleştirme beceri ve kabiliyetlerini geliştirdiklerinden dolayı siyasi ve ekonomik sert iniş çıkışlar yaşamazlar
Düalizm, varlıkta daima iki prensibin varlığını kabul eden bir sistemdir. Bilgi kuramında subje-obje, ontolojide ruh-madde, Aristo’da form-madde olarak ikicileştirilir. Descartes varlığı hem madde hem de idea olarak kabul eder; bir anlamda idealizmle materyalizmi sentezlemeyi tasarlar. Descartes’a göre varlığın özünde bir değil iki cevher bulunur. Tasavvufi bakış açısına göre ise varlık tektir; zıtlıklar, ikilikler tek olan varlığın kolayca görünmesi, anlaşılması için birer izahlardır.
İdeal; Yaradan’ın ahlakıyla ahlaklanmak olarak tanımlanmalıdır. Ve her dönemin ihtiyaçlarına, keşkelerine, endişelerine cevap verecek bir ahlaki kurallar belirlenmiştir. Dinî, hukuki, sosyal, ticari ve ailevi koşul ve kurumlar, kendi ihtiyaçları etrafında koydukları kuralların temelinin adı ahlaktır. Materyal olan tüm kazanım ve birikimlerimiz de ahlaki bir çalışmanın, bakışın ürünleri olduğu takdirde toplumlar içerisinde hem sermaye eşitsizliği rahatsız edici ölçüde açılmaz hem de paylaşımın yatay seyir almasıyla büyüme organik gerçekleşir. Organik büyümeyi başarmış insan ve toplumlar idealarını gerçekleştirme beceri ve kabiliyetlerini geliştirdiklerinden dolayı siyasi ve ekonomik sert inişler çıkışlar yaşamazlar. Sükûnet bu gibi insan ve toplumların elde ettikleri en büyük cevherdir. Zaten bir insan ve toplum olaylar karşısında sükûnetini koruyabiliyorsa (ki buna düalizmde varlıkta yokluk-yoklukta varlık denilebilir) o kişi ve toplum zıtlıkların gerçeğin ta kendisi olduğunu deneyimlemiş ve tek olan varlığın aynası enginliğine ulaşmış değerlerdir.
Dünya paramparça
Tevhidi ef’al: tevhidi sıf’at; isim ve sıfatların toplamının tek varlık olan Yaradan’ın nişaneleri olarak kavramlaştırılır. Bir anlamda etrafta gördüğümüz her şey ve herkesin isim ve sıfatları O’dur. Her şey O’dur. Tüm var görünenler O’nun tecellileridir. Tevhidi zat kavramı ise bu durumu açıklayıcı olmakla birlikte bakışları Yaradan’ın tek ve mükemmel olan ayrı varlığına taşır.
Za’t: bir şeyi o şey yapan ve o şeyi diğer tüm şeylerden ayıran özdek anlamındadır. Bu durumda artık her şey O’dur demekten öteye geçerek her şey O’ndandır bilgisine teslim olunur. İki göz her şeyi bir olarak göremezse, bir olanın adalet ve cömertliğinin izahlarının ikilikler vasıtasıyla yansıtıldığını anlayamazsa bu güzelim dünya ikilikler yüzünden paramparça edilir, ediliyor.
Doğaya dönmeliyiz
Ruh ve madde; ruh her insana Yaradan’ın mükemmel zatından serpiştirilmiş özdeksel birliğimizdir. Ruhlar eşittir, kaynakları Yaradan’dır ve isim ve sıfatlardan münezzehtir. Yani eşitiz, yoktur birbirimizden farkımız O’ndan ötürü. Tüm dinler bir yaratıcının varlığına inanmakla birlikte acaba neden bu dinlerin mensupları; inananlarını diğer dinlerin inananlarından üstün tutarak varlığın ahlakına karşı ahlaksızlık ederler? Bunun cevabı maddenin ne olduğunu bilmemeleridir. Her bir beden, cisim renk renk birer vasıtadır; ruh denen mükemmel varlığı belirlenmiş bir süre için taşımaya yarayan. Yoktu ki beden; biz de can idik bedenlenmeden önce...
İnsanoğlu organize olmak zorundadır; kendilerini seçilmiş, üstün gören bir grup zalimin elinde oyuncak olmamak için doğaya dönmeliyiz; doğanın zerresine kadar yaratıcısı olan Yaradan’a isim ve sıfatlarımızı terk ederek yaklaşmak zorundayız. Din, ahlak insanlar arasında zayıflatıldı; teknoloji ve yersiz tüketimle insanlar bağımlı hale getirildi.
İhtiyacımız olmayan her şeyi artık almamalıyız, doğaya dönmeliyiz...