At Anadolu’da evcilleştirilmiştir tıpkı koç, koyun ve keçi gibi. Anadolu’nun yerli halkı olan Hattililer ile birlikte başlayan at- insan birlikteliği modern ticari ve askeri ulaşım araçlarının icadına kadar önemini korumuştur. Nitekim 20’nci yüzyılın başlarına kadar ticari, askeri amaçlarla kullanılan at günümüzde kısmen de olsa sosyo kültürel hayatın içerisinde işlevsel bir konumdadır.
Dağlık ve yerleşik toplumlardan ziyade, göçebe (çingene) ve yarı göçebe (Türkler) toplumlarda at hayatın merkezinde bir görev üstlenmiştir. Askeri ve ticari hayatın aracı olmasının getirdiği önemle toplumların sembol dilinin de figürü olmuştur. Sadakati, duygusallığı ve hızı sayesinde önceleri mitolojiye konu olmuştur; eş zamanlı olarak da kültür dünyasında kendisine yer bulmuştur.
Yas alameti
Helen (Yunan) mitolojisinde denizler ve deprem tanrısı Poseidon’la Medusa’nın çocuğu olan Pegasus al renkli olup mitolojik birçok anlatıda başroldedir. Kanatlı ve beyaz renkli olan Pegasus’un Kırgız Türkleri’ne ait Manas destanındaki karşılığı Tulpar adlı attır. Tulpar’ın rengi turkuaz olup Pegasus gibi kanatlıdır. Dokuzuncu katta hüküm süren Tanrı Ülgen’e insanların haberini ulaştıran bir görevde karşımıza çıkar. İslam sonrası Türk söylencelerinde Hz. Muhammed’in miraçta kullandığı Burak adlı ata yerini bırakmıştır. Kimi zaman kendi başına haberci görevinde kimi zaman ise habercilerin aracı (vasıtası) olarak mitsel anlatılarda rol almıştır.
Yarı göçebe bir sosyo kültürel yapıya sahip olan Türkler iki eşlidir diyebiliriz. Sürekli hareket halinde olan bir Türk için (Tarkan) at onun yoldaki eşidir. Çadırında çocuklarıyla ilgilenen karısı ise (Türkan) evdeki eşidir. Bir Türk hayatını kaybettiğinde yas alameti olarak hemen atının kuyruğu kesilirdi. Bu işleme “dullama” denir. Atın eşsiz (sahipsiz) kalmasına ilişkin bir göstergedir. Günümüzde evli insanların ayrıldıktan sonra “dul” olarak gösterilmelerinin nedeni dullama eyleminden kaynaklanmaktadır.
Geçici tedavi usulü
Öte yandan Türkler haralarına (at ahırlarına) mutlaka bir veya birkaç adet keçi koyarlardı çünkü keçiler sayesinde atların normalden daha sakin kaldıklarına inanırlardı. Hara sahipleri atlarının bakımından sorumlu seyislerine zaman zaman “Aman keçileri kaçırma” telkininde bulunurlardı. Böylece atların birbirlerine zarar vermeleri önlenmiş olurdu.
Selçuklu ve Osmanlı döneminde akıl hastaları bimarhane adı verilen kurumlarda
tedavi edilirlerdi. Bu akıl hastaları belirli aralıklarla at ahırlarına götürülür ve atların
kadife gibi olan derilerine dokunmaları, atları tımar etmeleri sağlanırdı. Bir tür geçici tedavi usulü olarak uygulanırdı. Bu uygulamalardan dolayı bimarhanelerin ismi zamanla atların tımar edildiği yer olan tımarhaneyle yer değiştirecektir. Yakın zamana kadar akıl hastahanelerine tımarhane denilmesinin sebebi bu uygulamadan dolayıdır.
Anadolu’da iki at mezarı
Anadou’da iki adet at mezarı bulunmaktadır. Bir tanesi Karacaahmet Mezarlığı’nda olup Genç Osman’ın Sisli Kar adlı atına aittir; diğeri ise bolayırda olmakla birlikte Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa’ya aittir. Al, ak ve boz renkli atlar destanlara konu edilmiştir. Bunun yanında kula adı verilen bir başka at rengi ise Anadolu’da kasaba (Konya ve Manisa illerinin Kula ilçeleri) ve köylere isim olarak verilmiştir.
Türkmenler’in Ahalteke atları en uzun mesafe koşan at cinsidir. Fetih ve gazalarını at sırtında yapan Türkler atın karnıyla sürücünün bacakları arasına çiğ et parçaları koyarak dört nala giderlerdi. Baldırlarıyla atın karnı arasına konmuş etleri “bastıra bastıra” adeta bir dereceye kadar pişirirlerdi ki “pastırma” bu uygulamanın eseri olan bir yiyecektir.