Aralık ayına girdiğimizde aklımıza Konya gelir; gönlümüze Hazreti Pir Mevlânâ düşer. Hem derviş hem âşık hem de kendi ifadesiyle anın çocuğu Hazreti Mevlânâ aşkın sultanıdır
Zaman gençleşirken insanlar yaşlanır. Öyle ya! Henüz doğmamış olan yarın bugünden gençtir; oysaki insanoğlu her gün yaş alır. Zaman denilen bu başı ve sonu belli olan dilimlerle sınırlanmış olanlar yaşlanırken “an” adı verilen ve başı sonu aynı yer olan zaman ötesi dilimi yaşayanlar, zamanla birlikte gençleşir. Bu bağlamda neyin ne olduğunu bilemeyenler, nereden geldiğimizi hatırlayamayanlar, her şeyde bir şeyin varlığını göremeyenler zaman öldürürler.
Neyin hem ne olduğunu hem de ne olmadığını bilenler, nereden geldiğini hatırlamakla birlikte nereye gideceğini de doğrudan doğruya bilenler, her şeyde mutlaka bir şeyin varlığını bütünsel olarak bilenler ise zaman yaratırlar. Zamane çocukları başkadır, anın çocukları ise bambaşka! Hem derviş hem de âşık olmakla kalmamış her iki makamsız makamı birleştirenler ise “an”dan içeridirler ve onların her biri aydınlık feneridir.
Aralık ayına girdiğimizde aklımıza Konya gelir; gönlümüze Hazreti Pir Mevlânâ düşer. Hem derviş hem âşık hem de kendi ifadesiyle anın çocuğu Hazreti Mevlânâ aşkın sultanıdır. Makamı makamsızlıktır, dili aşkın dilidir, gönlü Yaradan’ın evidir, kapısı ilim ve irfan kapısıdır.
Kültür mirası
Konya denilince akla birçok maddi ve manevi kültür mirası gelir. Neolitik döneme kadar gidildiğinde Çatalhöyük karşılar bizi haklı olarak tüm görkemiyle.
M.Ö. 1650’lerde, Hitit ülkesinden hemşerilerimiz, günümüzde Eflatun Pınar adı verilen Huwasa’yı (kült merkezi) inşa ederek, Çatalhöyük’teki görkemi devam ettirirler.
Erken Hristiyanlık döneminde Aziz Paul ve yol arkadaşı Aziz Barnabas ile Konya’nın Lystra/Kilistra antik yerleşkelerinde kutsal sözler yankılanır tüm barışçıl davetiyle. Roma’nın Hristiyanlığı serbest bırakması sonucu ise imparatoriçe Helena ile birlikte hac yolu güzergâhında kalır Konya. Anadolu Selçuklu Devleti döneminde ise artık bir başkenttir. Dinî, sivil, askerî ve ticari yapılarla süslenen şehir, ilim ve irfan sahibi mürşitlere ev sahipliği ederek tüm tarihi boyunca en görkemli dönemini yaşamaya başlamıştır. Konya şehri M.Ö. 6500’lerden günümüze kadarki tarihi içerisinde en ihtişamlı yıllarını 13. yüzyılda yaşamıştır. Sultan Alaattin Keykubat’ın daveti üzerine başkenti onurlandıran birçok âlimin arasında Hazreti Mevlânâ’nın babası da bulunuyordu.
Konya’dan dünyaya
Konya, Neolotik dönemde insanoğlunun ilk mülkiyet kavramını ortaya koyduğu yer olarak ön plandadır. Maddi anlamda “seninki senin benimki benimdir” anlayışı... Hitit döneminde ise kamusal içerikli eserler herkesindir. Erken Hristiyanlık döneminde Konya’dan gelen sesler, “Ben dünyanın nuruyum barış sizinle olsun” idi. Anadolu Selçuklu döneminin Konya’sından ise aşk dilinden dökülen inciler, tüm dünyaya aydınlanma ışığı yaymıştır. Hazreti Mevlânâ aşk şerbetini kana kana içmiş ve akabinde de hepimize badeler içinden sunmuştur:
“Beri gel beri, daha da beri
Bu yol vuruculuk nereye dek böyle
Bu hır gür, bu savaş nereye dek
Sen bensin işte, ben senim işte.”
***
Yaradan’dan sırların örneği sensin
Yaradan’dan güzelliğin aynası da sensin
Senden başka kimse yok bu evrende
Ten na ten dediğim sensin hep.
Bizden sonra bizi sakın kara toprakta aramayın; biz ariflerin gönüllerinde olacağız elbette. (Hazreti Mevlânâ)
Hazreti Mevlânâ, “Dinle” diyerek gizli öğüt vermiştir her sözünün içinden. Dinlemekten kasıt anlamaktır. Anlamak önemlidir, ancak daha önemlisi anlamlandırabilmektir. O halde aşk ile önce dinleyelim, akabinde ara ara meşrebimize göre bir yerde dinlenelim ve nihayetinde de demlenelim... Demine hu!