Kız Kulesi ile Galata Kulesi arasında, sembol dilinin gerçekliğinde bir aşk söz konusudur; martılar, bu iki âşığın, hasret, duygu yüklü aşk mektuplarını taşır
Sur dışı İstanbul’un incisi Galata’dan merhaba! Kulesi, köprüsü ve Mevlevihanesi ile ön planda olan bu kadim yerleşke, gerek Roma gerek Ceneviz ve gerekse Osmanlı dönemlerinde kesintisiz bir şekilde ticari, sosyal ve uluslararası ilişkilerin merkezi olur. İlkin M.S. 6’ncı yüzyılda İmparator Justinyanus zamanında yerleşime açılan bölge, asıl kimliğini 13’üncü yüzyılda Cenevizliler ile elde eder.
Fethe kadar özerk bir statüde olan bu koloni yerleşke, Osmanlı’nın fethi tamamlamasının ardından kadılıkla yönetilir. Müslüman, Hristiyan, Musevi cemaatlerin birçok mahallelerde yan yana yaşadıkları Galata, görkemli sivil, dinî ve ticari binalarla donatılır.
İstanbul’un dışa açılan liman kapısı olması münasebetiyle zaman içerisinde Pera “Beyoğlu” ile birlikte elçilik binalarıyla donatılır ve geçmişten gelen ticari zenginliği, özellikle banka ve diğer sermaye kurumlarıyla devam ettirilir.
OĞUZ YETER
Galata denilince akla elbette “Kule” gelir. Günümüzdeki görünümüne 1348 yılında kavuşur. Başlangıçta “İsa Kulesi” diye bilinirken zaman içerisinde “Galata Kulesi” adını alır. 70 metre yüksekliğinde 10 metre çapında olan Kule, bir gözetleme kulesi olarak inşa edilir.
Osmanlı Dönemi’nde (1509) depremle yıkılır. Mimar Hayrettin Efendi onarır ve devrin tercihlerine göre hapishane, rasathane olarak kullanılır.
Kule efsaneleri
18. yüzyıldan sonra ise “yangın gözetleme kulesi” iken ironik bir şekilde yangın sonucu kule de yanar. Geçirdiği birçok onarım ve bakımdan sonra yerli ve yabancı turistlerin ziyaret ettiği önemli bir kültürel miras eseri olarak hizmet vermektedir.
Roma Dönemi’ndeki bir inanca göre, daha önce Kule’ye hiç çıkmamış bekâr bir kız ile delikanlı, şayet birlikte kuleye çıkarlarsa mutlaka evleneceklerine inanılır. Galata Kulesi denilince akla Hezârfen Ahmet Çelebi gelir ki, kanat takarak Kule’den Üsküdar’a uçtuğu muammadır.
Ama hayal gücümüzün sembol dilinin gerçekliğine bir an için kulak verebilirsek gerçek olan Kız Kulesi ile Galata Kulesi arasındaki “aşk”tır. Kavuşamayan bu iki âşığın birbirlerine yazdıkları mektupları birbirlerine ulaştıran aşk postacıları ise elbette martılardır.
Galatalı Şeyh Galip
İster Kız Kulesi, isterseniz de Galata Kulesi’ne gittiğinizde martıları seyredin ve hayal edin bu iki aşığın hasret, duygu yüklü mektuplarının gidiş gelişlerini.
Galata denilince, Kule’nin yanı sıra Mevlevihane’sinin şair şeyhi Galip Dede de akla gelir. Divan edebiyatının son büyük şairi olmakla birlikte sembol dilinin en büyük ustalarındandır Şeyh Galip. 42 yıllık kısacık ömrüne dev bir külliyatı sığdıran Galip Dede, “düşüncenin alevi ile oynayan” şairdir.
Sözden çok anlama önem veren Galip Dede, 24 yaşındayken “Divan”ını, 26 yaşındayken de sadece altı ay içinde “Hüsn ü Aşk” adlı mesnevisini yazar. Hatta Nabi adlı şaire söylenen övgüleri son derece yersiz bulduğu için mesnevisini mecburen yazdığını dile getirir. Kabri, Galata Mevlevihane’sinin bahçesindedir. Galata Kulesi’nden Kız Kulesi’ne bakarken martıların taşıdığı mektuplardaki aşk dizelerini zihninizde düşünüp bir âşıktan diğerini seyrettiniz. Galata Mevlevihane’sine vardıysanız bu yazıyla birlikte o halde geçin Galip Dede’nin kabrinin önüne ve dinleyin aşk bülbülünün ötüşlerinden iki beyit o halde:
Bir âşıkız ki rûy ı dil-i ârâya hasretiz
Bir jaleyiz ki gonce-i ranâya hasretiz
***
Reh i Mevlevîde Gâlip bu sıfatla kaldı hayrân
Kimi terk-i nâm ü şâna kimi itibâre düşdü
(Şeyh Galip Divanı)