Kur’an-ı Kerim Arapça kavurucu sıcak anlamına gelen Ramazan ayında indirildiğinden, Müslümanlar için ayrı bir önem taşır. Her toplum gelenekleri doğrultusunda Ramazan ibadetlerini süslemiştir
Toplum hayatının ürettiği değerlerle din kendisini gösterir. Mimari yapılar, estetik ve plastik sanat eserleri, adet ve gelenekler her inanç sisteminin ‘gösteren’leridir. Din Yaradan’ın ahlakı ile ahlaklanmaktır. Temel yükümlülükler ve pratikler, kul olan insanoğlunun O’nu hatırlayarak O’na yaklaşması için birer vesiledir.
İslam dininin kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim Arapça kavurucu sıcak anlamına gelen Ramazan ayında indirildiğinden, Müslümanlar için ayrı bir önemi haizdir. Büyük bir heyecanla her yıl beklenen bu kutsal ay içerisinde yüzyıllardan itibaren her toplum kendi gelenekleri doğrultusunda Ramazan ayının ibadetlerini süslemiştir. Oruç eda etmek, bu ayın en temel ibadetidir ve toplumların geliştirdiği gelenekler de oruç ibadeti ekseninde şekillendirilmiştir.
Oruç öncelikle sahurla başlayan ve iftarla son bulan bir aç kalma çilesi değildir. Bu zaman diliminde nefis terbiye edilmeli ve böylece nimetlerin değeri yaşamın her anında bilinmelidir. Oruç boyunca asla şikâyet edilmemelidir; her kim ‘acıktım, başım ağrıdı’ ve benzeri şikâyetlerde bulunur ise buradaki şikâyet insanı oruç vasıtasıyla daha da yakınlaşmak istediği Yaradan’dan uzaklaştırır.
Osmanlı’da Ramazan adetleri
Osmanlı döneminde padişahlar, Ramazan ayının 12. günü Hz. Muhammed’e ait Hırka-i Saadet’i ziyaret ederlerdi. Yine Hz. Muhammed’e ait olmakla birlikte Veysel Karani’ye hediye etmiş olduğu Hırka-i Şerif ise Ramazan ayının ilk cuması halkın ziyaretine açılırdı. Ramazan topu atılması geleneği, 1821 yılında ilk kez Sultan II. Mahmut tarafından başlatılır; Anadoluhisarı burçlarından atılmıştır ve günümüze kadar bu adet devam ettirilir. Mahya ise Farsça bir kelime olup “Ay gibi, Ay’a özgü” anlamına gelir. Sultan I. Ahmet zamanında kendi adına inşa ettirdiği Sultan Ahmet Camii minareleri arasına mahya asılmıştır.
Yine Osmanlı döneminin zadegân (varlıklı) aileleri fakir fukaranın veresiye defterlerini onların haberi olmadan ödeyerek borçlarını kapatırlardı. Buna “zimem defteri silme” adı verilmiştir. Ve en temel disiplin, asla yardım edenle yardım edilenin birbirlerinden haberdar olmamasıydı. İbadetin gizlisi ne kadar makbul ise yapılan yardımların da o kadar gizli olması ibadetin bir göstergesidir. Bilmesi gereken sadece Yaradan’dır ve o her şeyi bilir, görür, duyar. Şayet yapılan yardımlar aleni bir şekilde ve ego kokan bir tavırda ise o yardımın Yaradan katında hiçbir değeri, sevabı yoktur.
Ramazan’a özgü yemekler
Ramazan ayı boyunca varlıklı insanlar iftar vakti ev, konak ve köşklerinin kapılarını herkese açar, onlara iftar verirlerdi. Hatta iftar sonrası ayrılan insanlara küçük hediyeler de verilirdi ki, buna “diş kirası” denirdi. Henüz ergenliğe erişmemiş olmakla birlikte büyüklere özenerek oruç tutmak isteyen çocukların oruçları satın alınırdı. Her hane kendi durumuna göre bu tür istekli çocuklarının oruçlarını küçük hediye, para karşılığında satın alırlardı. İftar sonrası kılınan teravih namazı ile sahur aralığında Hacivat - Karagöz oyunu izlemek, mevsimin hava koşullarına göre türlü türlü oyunlar oynamak halkı son derece neşelendirirdi. Elbette Ramazan’a özgü yemekler de vardı. Hurma ile oruç açılır, çorba ile devam edilir ve iftar güllaç ile sonlandırılırdı. Sahurun habercisi davulcular ise söyledikleri manilerle yeni bir oruç gününün habercileriydi.
Tüm ibadetler insanı Yaradan’a yaklaştırır. Lakin hiç kimse bir diğerini neden kılmıyorsun, tutmuyorsun, vermiyorsun diye de yargılayamaz.