Anadolu’da ilkbahar ve yaz mevsimlerinin yarısı beyaz yarısı mavidir. Bu kadim coğrafyanın denizleri deniz, dağları dağ, nehirleri de nehir gibidir. Ve bu coğrafyada olduğu gibi yaşandığından dolayı Anadolu’nun ilkbaharı ve tatlı, şımarık yaz mevsimi başka yerlerden daha beyaz daha mavidir
Her yıl ilkbaharın görkemli coşkusu, Anadolu’nun her yerinde türlü türlü renklerle, tatlı tatlı havalarla bir önceki yılın ilkbaharını kıskandıracak kadar yenidir. İlkbahar hiç kendisine benzemeye tahammül edemez. Anadolu’nun dağlarında, ovalarında bir başka türlü görür kendini. Nergis gibi kendini Anadolu’da seyrederek kendine âşık olur her yıl. Dünyanın birçok yerinde ilkbahar ve yaz mevsimleri, kendilerinin coşkularına cevap veremeyen yerlerdedir; seyretmek isteyenler, göremezler. Ne dağlar dağ ne ovalar ova ne de nehirler nehir gibidir. Hele hele bu dağları, ovaları ve nehir kenarlarını süsleyen çeşitli medeniyetlere ait tapınaklar, kiliseler, camiler, kervansaray, hamam, çeşme ve daha nice mimari yapılar, Anadolu’da olduğu kadar çeşitli ve görkemli değillerdir. Göbeklitepe, Mor Gabriel Manastırı, Sümela Manastırı. Divriği Ulucami ve Darüşşifası, Kemaliye Konakları, Sagalassos Antik Kenti, Pokut Yaylası ve daha yüzlercesi Anadolu ilkbaharının kızlarıdır.
Anadolu’nun şanslı insanları
Güneş, Anadolu’da yaz mevsiminde Anadoluluları yakmaz, Ege’ye yönlendirir. Yaz mevsiminin yöneticisi Helyos (Güneş), dünyanın birçok yerinde insanları evlere kapatırken, Anadolu’da yaşayan bu şanslı insanların, Ege’de; Torosların yaylalarında, Karadeniz’in doruklarında dinlenmelerine sebep olur. Yaz güneşi sayesinde Anadolulular Anadolu’yu tanıma fırsatı elde ederler. Güneşin yakıcı gücü, Anadolu’nun batıdaki serin suyu Ege Denizi’nde, dağlarının ormanlarla kaplı yaylalarında etkisini kaybeder. Güneş Anadolu’da aydınlık saçar, yakıcılığı ise zayıf kalır.
Her yıl olduğu gibi bu yaz mevsiminde Karadeniz, Ege ve Akdeniz’e yönelelim. Dağlar ve denizler bedenlerimizi serinletir; nehirlerimiz ise ruhlarımızı temizler. “Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz” demiş can dost Heraklitos hemşehrimiz. Elbette Heraklitos’a kulak verelim ve sürekli kendimizi yenileyerek gelişmemizi sağlayalım ki aynı nehirde iki defa yıkanmış olmayalım!
Ruhunuzu dinlendirin
Yazın Kaçkar Dağlarında bedenlerinizi serin tutun ama arada bir Fırtına, Coşandere ile Ovit derelerine bedenlerinizde bulunan ruhunuzu bırakın. Ruhunuz yükselir bu dereler içinde olduğunuz zaman. Ruhunuz uçar; kendine has gözüyle bedeninizi seyreder
Ya Ege! Çıkarın bedeninizi Kaz Dağlarına. En doruklardaki Sarı Kız’a selam götürün güzeller güzeli Helena’dan! Merak etmeyin onlar bilirler birbirlerini. “Mıhlı”, “Hasan boğuldu” adları verilen pınarlara sokun yorgun bedeninizi. Onun şikâyeti son bulurken bu serin nehir sularında, ruhunuz tam o anda yükselir doruklara. Beden nehirde sere serpe ruh ise sensiz her yerdedir.
Alın götürün bedeninizi bu defa Priene’ye, sevgili Bias’ın şehrine; oradan ayrılın gidin Miletos’a, değerli dost Tales’in yurduna. Şimdi beden yorgun düştü güneşten. Güneşin yakıcılığını yenmek için koşa koşa bırakın bedeni Akbük Koyu’nun serin sularına. Ruhunuz bu defa bir Apollon’u görür Selene’ye doğru yola çıkmana sabırsızlanıyor. Ege’yi bilen, nehirlerin tadını bilen Ege’ye ve nehirlere bedenlerini rahatça bırakır. Soğuk mu, derin mi gibi tedirginlikler oraları bilmeyenler içindir! Adım adım Ege’ye de girilmez nehirlere de! Sarmaş dolaş olabilmek için dağlarla, denizlerle, nehirlere, onları iyi bilmek gerekir.
Dört mevsimde her yol uzundur Anadolu’da. Uzanalım çayır çimenlere, uzaklaşalım neyin ne olduğunu bilmeyenlerden, uzaktan severek, maddenin geçiciliğinin tuzağına düşmeden. Merhaba Anadolu’dan. Merhabalar olsun beyaz ve mavinin tüm görkemli göstergelerine!