Yeni öğretim yılı öncesi eğitim harcamaları tavan yaptı. Esnafın yüzü gülüyor ama velilerin cebinde yangın var. Öğretim ücretlerine dolar bazında yüzde 50 zam yapılır mı? Yapılmamalı ama yapan var. Ev fiyatına bir yıllık öğrenim ücreti olur mu? Olmamalı ama olan var. Servis, kıyafet, yemek, ders kitapları ve diğer ihtiyaçlara yüzde yüzün üzerinde zam gelir mi? Gelmemeli ama gelen var… Bir milyon lirayı aşan yıllık öğrenim ücretleri var, en sıradan öğrenci evlerinin kirası asgari ücretten daha yüksek, birkaç formalı yabancı ders kitaplarının yanına yaklaşmıyor, giyim, ulaşım, yemek ücretleri, piyasa ortalamalarının çok üzerinde. Özel ders ücretleri 10 bin liraya aştı. Peki, onca fedakârlık sonrasında elde edilen kazanımlar neler?
■Lise ya da üniversiteye girişte üstün başarı mı?
■Üniversite bitirildiğinde iş garantisi mi?
■En az bir yabancı dili en iyi şekilde okuyor, yazıyor, konuşuyor olmak mı?
■Mesleki donanımın yanı sıra entelektüel donanım mı?
■Spor, sanat ve sosyal bilimlerde de artı değerler mi?
■Sosyal çevre mi?..
Listeye hemen herkes farklı eklemeler yapabilir ve haklı olarak da yaptığı maddi ve manevi yatırımların, harcadığı zamanın karşılığını bekleyebilir. Hiç kimse de onlara “Eğitim için harcanan paranın hesabı mı olur?” diyemez. Dememeli de… Pek çok sektörde olduğu gibi eğitim harcamaları da çığırından çıktı. Çıkması bir yana eğitimle elde edilen kazanımların çıtası adeta dibe vurdu. Rahatsızlıkların ana nedeni de zaten bu!
“Çocuklara bırakılacak en iyi miras”ın eğitim olduğuna inanan velilerin çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlamak için gösterdikleri çabanın her şeye rağmen azalmadan devam etmesi de bu yüzden! Ne olur eğitim camiası, paydaşları ve en önemlisi de eğitime yön verenler olarak bu ayrıntıları bir kez daha düşünüp, atacağımız her adımı, paylaşacağımız her projeyi, harcayacağımız her kuruşu bu çerçevede değerlendirelim. Yoksa bugünleri de ararız!..
Sonra değil önce!
Eğitim gibi derin bir çaresizliğin yaşandığı konu da deprem! Bugün olmasa da yarın büyük hem de çok büyük bir felaketle karşı karşıya kalacağımız kesin. Kentsel dönüşüm şart ama arpa boyu yol alamıyoruz! Tıkandık hem de çok fena tıkandık. İşte bu noktada karalar bağlayıp, kabahatli arayacağımıza yeni çıkış yolları arasak daha doğru olmaz mı?
Sıkıntılar belli: Yasal düzenleme, maliyet artışı, topyekûn seferberlik ve rant değil, can pazarlığı!
Olası bir Büyük İstanbul Depremi sonrasında yapılacak olan harcamaların onda biri kadar bir vergi muafiyeti getirsek hem onca can yanmaz hem de ekonomimiz altından kalkılamayacak bir duruma düşmez. Böylesi bir adımı atmak o kadar mı zor? Örneğin, inşaat malzemelerinde, işçilikte, satış ve diğer tüm kalemlerde vergi oranları sınırlansa, kâr marjı yüzde 10’lara indirilse, gerekiyorsa hazine arazileri ücretsiz verilse, 40, 50 katlı gökdelenler kadar olmasa da mevcut binalara artı, biri iki kat verilse, tek tek değil de ada bazlı inşaatların önü açılsa kırk yılda gerçekleşmeyen topyekûn kentsel dönüşüm 40 ayda bitmez mi?
Bütün bunların gerçekleşmesi için ille de canımızın mı yanması gerekiyor?..
Ortak akıl!
Öyle konular vardır ki diğer tüm kimlikleri bir kenara bırakıp ortak hareket etmeniz gerekir. Eğitim ve deprem de bu konuların en başında geliyor. Birinde canınız ve malınız söz konusu, diğerinde bekanız! Her iki konuda geldiğimiz nokta ise tüm samimiyetimize rağmen tam anlamıyla çaresizlik. Oysa istisnasız hepimiz, her iki konuda da acil çözüm istiyoruz ve her türlü fedakârlığa razıyız. Yapılması gereken tek şey diğer tüm farkındalıkları bir kenara itip çözüm üretmek. Sokaktaki vatandaş olarak benim aklıma gelen öneriler bunlar, işin uzmanları ya da farklı ülke tecrübeleri daha çarpıcı yaptırımlar getirebilir. Ne olur artık üzümün çöpü, armudun sapı ile uğraşmaktan vazgeçip şu iki konuda, tüm dünyaya rol model olacak yeni bir model yaratalım. Biz zoru severiz ve bunu başarabileceğimizden zerre kadar kuşkum yok!
Yeter ki isteyelim…
Özetin özeti: Tüm icatlar, tüm büyük projeler ihtiyaçtan doğar. Eğitim ve deprem konusunda alarm zilleri çoktandır çalıyor. Ne olur artık bu sesi duyalım!..