Neyi değiştirecek bilmiyoruz ama öncelikle tüm kadınlarımızın Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun!
İyi ki varsınız...
Yılda bir kez de olsa eminim ki sorunlarının gündeme gelmesi onları sevindiriyordur.
Peki, bu kadarı yeterli mi? Daha da önemlisi, bu konuda neden ayrımcılık yapılıyor?
Kadınıyla, erkeğiyle, genci, çocuğu ve yaşlısıyla, zengin ve yoksuluyla hepimiz insanız.
Kadınlara kota konulması başkaları için ne anlama geliyor bilmiyorum ama onlar adına beni çok rahatsız ediyor.
Sanki hak etmedikleri konularda kendilerine lütuf sunuluyor.
Oysa hemen her yere büyük bir mücadeleyle geliyorlar. Bunun en çarpıcı örneği de üniversiteler.
Asistan sayılarına baktığınızda kadın erkek sayısı, yüzde 50-50. Ama profesör ve rektör sayılarına baktığınızda, oranlar bir anda erkekler lehine yüzde 90’lara varıyor.
Peki, neden? Kadınların mücadeleden erken ayrılmalarından mı yoksa erkeklerin önlerini tıkamalarından mı?
Pek çok nedeni var. En önemlisi de hâlâ erkek egemenliğinin olması.
Diğer unuttuklarımız
Dünya Kadınlar Günü de olmasa, kadınları hatırlamayacağız.
Sadece onları mı?
Kimleri unutmuyoruz ki? Çocukları, yetişkinleri, emeklileri, çalışanları, eğitimi, yargıyı, ekonomiyi, sanatı, kültürü, doğayı, hayvanları ve en önemlisi de işsiz gençleri!..
Sanki artık hiçbir şeyin kıymeti yok.
O an için önemli olan ne ise onunla yatıp onunla kalkıyoruz.
Oysa doğa da, insan da, olaylar da bileşik kaplar gibidir. Ünitelerden sadece birkaçının dolu olması yetmez, hepsinin belirli bir seviyenin üzerinde olması gerekir. Yoksa en dolu olan bile bir anda diğerlerini dengelemek için en dibe inebilir...
Nereden nereye...
Her iki kişiden birinin kadın olduğu ülkemizde, peki, kadınlarımız ne kadar yaşamın içinde?
Örneğin en yoğun oldukları kesim eğitim yani öğretim kurumları. Beyaz yakalı işlerde de sayıları giderek artıyor ama pek çok sektörde ve siyasette her ne kadar düne göre daha iyi olsalar da hâlâ yok gibiler!..
Kadınlarımız, Cumhuriyet’le birlikte birey olarak eşit haklara sahip oldular. Hatta seçme ve seçilme haklarını Avrupalılardan çok daha önce elde ettiler.
1926’da Medeni Kanun’un kabulüyle kadınlar “yurttaş” olarak özel yaşamı düzenleyen kurallarla eşit hak sahibi oldular.
1930’da belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını elde ettiler.
1933’te muhtarlık seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını elde ettiler. (Köy Kanunu’ndaki değişiklikle.)
1934’te Anayasa’da yapılan değişiklikle milletvekili seçme ve seçilme hakkını kazandılar.
1935’te de seçme ve seçilme hakkının ilk kez kullanıldığı seçimlerde TBMM’de 18 kadın milletvekili seçildi...
Peki, şu anda geldiğimiz nokta ne?
Sayı olarak arttılar ama oran olarak hâlâ çok gerilerdeyiz. Örneğin şu anda TBMM’deki kadın milletvekili sayımız maalesef yok denecek kadar az. Keşke çok daha fazla olabilseydi. Çünkü onlar olmadan bu yükü erkekler tek başına kaldıramazlar, kaldıramadıkları da ortada...
Kabahatli kim?
Kadınlar konusunda ortaya çıkan bu çirkin tablonun sorumlusu kim?
Kabahatliyi, ne olur uzaklarda aramayın, kadınıyla erkeğiyle, okuyanı okumayanıyla hepimiziz.
Ve artık bu konuda ne olur kabahatli aramayalım, daha fazla ayrışmayalım ve bu sorunu nasıl çözeriz arayışına odaklanalım.
Yoksa ülke olarak, en büyük utanç kaynaklarımızdan biri de bu olur...
Peki, bu görüşleri, bu dilekleri, her yıl yeniden dile getiriyoruz da ne oluyor?
Pozitif yönde bir değişim var mı? Evet demeyi çok isterdik ama maalesef, bugün, dünden daha iyi değil, yarının daha iyi olacağı konusunda da somut sinyaller yok gibi!..
Özetin özeti: Eğer daha iyi bir Türkiye istiyorsak, kadınlar olmadan bunu başaramayız. Fabrika ayarlarına dönelim yeter!..