Bilim toplumu olmadan refaha kavuşmamız mümkün değil ama nedense bunu bir türlü kabullenmiyoruz...
Sakın ola bunu da nereden çıkarıyorsun diye sormayın!
Çevrenize bakın yeter...
Dünkü yazımda, çok önemli isimlerin çok önemli tespitlerini sizinle paylaştım.
Hemen hepsi de çok daha iyi noktalarda olmamız gerektiğine inanıyor, destekliyor ama gidişatın hiç de iyiye gitmediğine vurgu yapıyordu...
Dünle bugünü kıyaslayan rakamları peş peşe sıralayıp tam aksini iddia edenler de mutlaka çıkacaktır.
Zaten hemen her gün yapılıyor.
Peki, o zaman niye hâlâ refah toplumu olamadık?
Şimdi buna da itiraz edenler çıkacak, gözünüz doysun, ne arıyorsunuz da bulamıyorsunuz diyenler olacaktır.
Eğer bir tüketici gözüyle bakarsanız, elbette ne ararsanız var.
Hatta tüketimde, Avrupa ve Amerika’yla atbaşı gidiyoruz dersek yalan olmaz.
Her şeyin son modeli önce bize geliyor. Çünkü müşterisi hazır.
İşte bizim itirazımız da bu noktada başlıyor!
Çılgınca tükettiklerimizin ne kadarını biz üretiyoruz?
Evet, evet kullandığımız bilgisayarların, telefonların, otomobillerin, enerjinin, kozmetiğin, daha da önemlisi harcadığımız paranın ne kadarını biz kazanıyoruz, biz üretiyoruz?..
Önceki gün gazetelerin ekonomi sayfalarında bir haber vardı, dikkatinizi çekmiştir:
Borçlarımızı ödeyemiyoruz!
Çekler, senetler, kredi kartları, banka borçları, taksitin her türlüsü, ya zamanında ya da hepten ödenmiyormuş!
Hemen her ay, kaynağı belirsiz milyar dolarlar gelmese, ülke olarak da benzer bir duruma düşmemiz işten bile değil.
Cari açık giderek büyüyor. Çünkü ürettiğimizden daha fazlasını harcıyoruz.
Ve bundan çok daha vahimi, bu durumun hiç kimsenin umurunda olmaması...
Peki, bu gidişat daha nereye kadar devam edecek?..
Eğer yaşadığımız saltanattan vazgeçmek istemiyorsak, bu böyle devam etsin diyorsak, daha çok çalışmak ve daha çok üretmek zorundayız...
Peki, bu nasıl olacak?
İşte bu soruya cevap ararken de tekrar dünkü yazıya dönmek istiyorum. İş adamı Ali Koç, daha çok AR-GE ve daha iyi eğitim diyordu.
Haksız mı?
YÖK Başkanı Yekta Saraç, yabancı dille eğitim konusunda birbirimizi kandırıyoruz, yabancı büyükelçiler karşısında mahcup oluyorum dediğinde haksız mıydı?
Kesinlikle hayır!
Vakıf Üniversiteleri Birliği Başkanı Rifat Sarıcaoğlu, zorunlu burslar ihtiyacı olanlara değil, zenginlere gidiyor diye haykırdığında sesini duyurabildi mi?
Evet demek o kadar zor ki!
ABD’de üniversitelerin akreditasyonu konusunda en yetkin kuruluş olan WASC’ın 17 yıl başkanlığını yürüten Prof. Ralph Wolff, 2030 yılına kadar, bugün yapılan işlerin yüzde 50’si otomasyonla yapılacak sözleri, üniversiteler nezdinde karşılık buldu mu?
Bırakın önlem almayı, duyduklarından bile emin değilim...
Yukarıdaki tüm tespitlere baktığımızda herkes Mersin’e giderken bizim tam tersine gittiğimizi görmemek için ya kafamızı kuma gömmüş olmamız gerekir ya da ilüzyonla hipnotize edilmiş gibi uyurgezer vaziyetteyiz ve hiçbir şeyin farkında değiliz...
Hemen her konuda öyle ya da böyle çok büyük paralar harcıyoruz.
Dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girdik diye övünüyoruz.
Kötü mü, elbette iyi ama keşke bize biçilen tüketici rolünden sıyrılıp, biraz daha çok katma değeri yüksek ürünler üretebilsek.
İşte o zaman yarınlara çok daha umutla bakabilir, çocuklarımıza giderek artan borç dışında daha güzel bir ülke bırakabilirdik.
Ve bunun yolu, sabah akşam televizyon izleyip, telefonla konuşup, dijital âlemde geyik yapmaktan değil, eğitimden, bilimden, AR-GE’den ve dünyanın gidişatını iyi okumaktan geçiyor...
Özetin özeti: Boşa kürek çekmenin ve kendimizi kandırmaktan vazgeçmenin zamanı hâlâ gelmedi mi?..