Sezon başında Fenerbahçe’de yaşanan teknik direktör değişimi bütün yıl boyunda İsmail Kartal’ın üzerinde sallanan Demokles’in kılıcı oldu.
Bu durum aynı zamanda Fenerbahçe’de Alex’ten sonra yaşanan ikinci kırık, fay hattını oluşturdu.
Peki, o zaman şu sorunun cevabını arama zamanıdır; Ersun Yanal mı, İsmail Kartal mı?
Türkiye’de sporun ne kadar bilimsel yapıldığı ortadadır. Başarının yeteneğe göre mi yoksa bir takım ilişkilere göre mi değerlendirildiği Türkiye’nin genel sorunudur.
İstikrarın olmadığı yerde sürdürülebilir bir başarı çizgisinden de söz edilemeyeceği için Türkiye’nin içinden çıkamadığı açmaz da bu olur.
Hangi futbol takımımız işini bilimsel ve altyapılarıyla uyumlu bir şekilde total anlamda ele alabiliyor?
Hep arzu ettiğimiz bir şey var ancak hiçbir zaman bu hedef gerçekleştirilemiyor.
Ünal Aysal hangi gerekçeyle iki yıl şampiyon olmuş takımın teknik direktörünü gönderip yerine hangi futbol felsefesi çerçevesinde Mancini’yi getirmiştir? Bir açıklaması var mı?
Mutlaka var, ancak bunun uluslararası anlamda bir gerçekliği yoktur; olsa takımın başında Mancini olur, Ünal Aysal da başkan olurdu değil mi?
Akıl arıyorsanız iki sene önce Beşiktaş’ta sportif direktör olarak görev yapan Önder Özen’e ulaşabilirsiniz; bugün Beşiktaş’ın başarısının geri planında onun bilgisi, becerisi vardır.
Ersun Yanal’ın geçen sezon Fenerbahçe’de elde ettiği şeyse 3 yıllık Aykut Kocaman Projesi’nin sonucudur. Başka bir şey değildir.
İsmail Kartal’ı sezonun son üç haftasına kadar getiren de yine aynı mirastır.
Bir proje varsa orada hem akıl hem de peşinden istikrar gelir. Ancak kulüplerin kendi saçma sapan çalışan iç dinamikleri bu projelerin etrafına yerleştirilmiş dinamitleri gibidir ve her an patlamaya hazırdır.
Önder Özen’e önce Fenerbahçe’de sonra da Beşiktaş’ta sabır ve tahammül gösteremeyenler aslında Türkiye’nin genel çerçevesiyle ve seviyesiyle uyumludurlar.
Türkiye bu kadardır.
Ve biz bu kadarın içindeki dünyamızda yarattığımız fikir ve daha çok da algılarımıza göre hareket ederiz ki çoğunlukla bilgiye dayanmadığı için savunduğumuz birçok şey sabun köpüğü kıvamındadır.
Çok çabuk patinaj yaparız.
Bu ortamın genel aktörleriyse futbolculardır.
Birkaç sene önce Aykut Kocaman “Türkiye’de teknik direktör takımı yoktur” dediği şeyi söylüyoruz.
Kenarda takımı kuran ve yönettiğini sandığımız teknik adamlar yardımcı rolde görev yaparlar.
Barcelona’da başarılı olan Reijkaard Galatasaray’a geldiğinde bu futbolcu kliği ile karşılaşır ve önce bunu aşmaya çalışır.
Aynı şey Mancini, Prandelli ve Zico için de geçerlidir.
Futbolu yöneten patronlar sahada olan biteni çok iyi bildiklerinden işin teknik direktörde bitmediğinin farkındadırlar.
Bu nedenle Galatasaray tarihinin en çaresiz sezonunda son beş hafta başında teknik direktörü bile olmadan çıkıp Fenerbahçe’yi yenerek, ligde şampiyonluğa ulaşabilir.
Zico Türkiye’de en büyük desteği Alex’ten almış olması gerekir diye düşünürsünüz değil mi, normal olan budur; ancak Alex önce Daum, sonra Zico ve nihayetinde de Aykut Kocaman ile fikir ayrılığı yaşamıştır.
Aykut Kocaman’ın belki de sportif anlamda takımına hakimiyetinin en yüksek seviyesi Alex’in takımdan gönderildiği zamandan sonrasına karşılık gelir.
Siz sanırsınız ki Halilhodzic Trabzonspor’u yönetemiyor; Ersun Yanal gelince tek dokunuşuyla Galatasaray’a İstanbul’da tarihi fark atacak bir beceriye sahiptir.
Ya da Prandelli gidip, yerine evladımız Hamzaoğlu gelince Galatasaray’ı şampiyonluğa götürür, çünkü bütün keramet genç yeteneğimiz Hamzaoğlu’ndadır.
Türkiye’de neden yabancı teknik direktörlerin devri kapanıyor da yerine yerliler geliyor?
Çünkü bu yerli teknik direktörler hem düzenin nasıl işlediğini biliyorlar hem de buna uygun ve uyumlu hareket etme becerisi gösterebiliyorlar.
Bunu en iyi öğrenmiş kişilerin başında Daum gelir.
Orta yolu bulan teknik direktör Türkiye’de başarılı olur; bunun önemli bir bölümü futbolcu ile geçinmesini bilmektir.
Yine Türkiye’nin bir başka zorunlu gerçeği futbolcuya ağabeylik yapacak futbol sorumlularıdır. Ne işe yararlar; profesyonel anlamda yaptıkları mesleğin gereğini yetirmekte sorun yaşayan, anlamayan futbolcuya “hadi güzelim, canım benim, bak bu hayati öneme sahip maç, göster kendini” diyecek kişidir bu.
Profesyonellik, yaptığın iş karşılığında para kazanmaktır. Herkes işini doğru ve en iyi şekilde yapacak, kendisini geliştirecektir. Bu tüm iş yaşamının değişmez kuralıdır. Çok yetenekli olmak zorunda değilsin, ancak verilen görevi en iyi şekilde yapabilirsin. Yöneticinin görevi de işe uygun kişiyi bulup oraya yerleştirmektir.
8 Aralık 2004’te Fenerbahçe’nin Manchester United’ı 3-0 yendiği maçın kadrolarına baktığınızda bunu anlayabilirsiniz.
Alex Ferguson’un daha sonra vazgeçilmezi olacak Darren Flatcher ile Fenerbahçe’nin o tarihteki genç yeteneği Selçuk Şahin’in kariyerleri nasıl şekil almış kuşkusuz meraklısı için önemli bir detaydır.
Bu kadar laf ettikten sonra sanırım genel çerçeve ortaya çıkmıştır.
Ersun Yanal, başarı göstermiştir ancak mucizevi varlık değildir.
Ersun Yanal Fenerbahçe’nin başında kalsaydı olacağı neydi biliyor musunuz? Ya Ligin onuncu haftasında kendi isteğiyle istifa ederdi ya da görevden alınırdı; Prandelli’nin yaşadığına benzer bir süreci izlerdi.
Görünen köy ortadadır; takımla arasında problem yaşayacaktı, bunun nedeninin kişisel olduğunu düşünüyorum, asla Ersun Yanal çok çalıştırıyor, diye futbolcuların tembelliğinden kaynaklanan bir şey olduğuna ihtimal dahi vermiyorum, bu sorunun kaynağının ne olduğunu yukarıda özetlemeye çalıştım. Kısa sürede sahaya yansıyacak ve başarısız olunacaktı.
Mesele Ersun Yanal, İsmail Kartal tercihi değildir, yıllardır aynı şeyi yazıp çiziyoruz; sorunun özünde futbolcuya dayalı düzenin varlığıdır.
Bunun Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe, Trabzonspor ya da Bursaspor’u yoktur.
Basketbolda Obradovic örneğinin karşılığı Türkiye’de var mıdır?
Hem kariyer, hem sportif anlamda deha hem de sporcunun üzerinde tartışmasız kesin hâkimiyet.
Kuşkusuz Fatih Terim’i ayrı bir kategori olarak ayıracağız, onun güçlü kişiliği bu söylediklerimizden ayrı bir yere oturuyor.
Ancak güç demek, bilgi, bilim ya da doğru anlamına her zaman gelmez.
Ya da Mustafa Denizli?
Galatasaray, Milli Takım, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ta oynattığı futbolun ne olduğunu anlayabilen var mı? Aklımızda kalan nedir?
Şenol Güneşten çok umutluydum, olmadı!
Mehmet Özdilek’ten de öyle…
Ertuğrul Sağlam belki de bu çerçevede en şanslı teknik direktörlerden biriydi, başaramadı, geçemedi o eşiği.
Ve Aykut Kocaman, Fenerbahçe ve futbolumuz için büyük Proje’ydi. Aziz Yıldırım’ın iradesine, egosuna, sabırsızlığına ve herşeyi çok bilen tarafına yenik düştü.
Son 10 yılda Fenerbahçe’ye damga vuran iki teknik direktör vardır; Daum ve Aykut Kocaman. Tüm başarı bu iki hocanındır. Diğerleri bu iki teknik direktörün oluşturduğu şeyin nemasını yemiştir.
Bu çerçevede Ersun Yanal-İsmail Kartal karşılaştırması yapmak o kadar anlamsızdır ki. Türkiye gerçeğine uzak bir popülizm olmanın ötesine geçemez.
Dün Beşiktaş Akhisar’ı geçemedi. Çok büyük bir fırsatı tepti. Bugün Beşiktaş kulislerinde Bilic’in bu işi beceremediği, yerine çok daha kariyerli ve Türkiye’yi tanıyan bilen bir teknik direktörü getirmek gerektiği üzerine kazanlar kaynamaya başlamıştır.
Beşiktaş Önder Özen’i elinden kaçırdığı an kaybetmişti.
Beşiktaş Fenerbahçe’ye, Galatasaray’a benzemeye çalıştığı andan itibaren kaybetmişti.
Ve Beşiktaş üç hafta sonra Bilic’i gönderdiğinde yine kaybetmeye devam edecektir.
Biz bize kalmaya başlıyoruz, farkında değiliz.
Biz bize kalıp birbirimize pusu ve kumpaslar kurarak yok etmeye çalışıyoruz.
40 yıldır bu düzen böyle gelmiş ve böyle gidiyor.
Siz de bu düzenin kazanına odun taşıyorsunuz.
Evet, kesinlikle kimin daha uzağa tüküreceği ve ... bizim için çok daha önemlidir!
http://twitter.com/uzaygokerman