Gökhan Gönül diyor ki; “yorumculardan da artık Fenerbahçe aleyhine verilen kararları konuşmalarını bekliyoruz.”
Bu ortamda böyle beklenti boşunadır. Araya serpiştirilmiş bir kaç yazar dışında konuları onun istediği gibi yorumlayacak kişi yok spor medyasında; böyle bir gündemleri de yok.
Hayatın dengesini kaçırmamak gerekiyor. Bu felsefeye her zaman inandım ve bu doğrultuda hareket etmeye gayret gösterdim.
Yaşamın kendisi zaten güç iktidar hesaplarıyla adaletsizlik üzerine kurulmuş ve bilimsel yasalarla da bu formülüze edilmiş durumdadır.
Kütleniz kadar çekim alanı yaratırsınız.
Bireyler tek başlarına kalabalıkların içinde bir değer olarak ayrıca kendisini ifade etmelidir, kaybolmamanın ya da sürüklenmemenin ön koşuludur bu ancak aynı zamanda toplumsal bir varlık olduğunu da unutmamalıdır. Örgütlü olmak ve birlikte hareket etmek kütleyi büyüten, genişleten ve haliyle de çekim alanı yaratan bir gerçekliktir.
Bizlerin çocuk olduğu 70’li yılların ortalarında Türkiye’de bir Fenerbahçe gerçeği vardı.
1980’li yılların sonlarına doğru bu gerçeği Yalçın Doğan Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınladığı Fenerbahçe Cumhuriyeti başlıklı yazı dizisi ve sonrasında da kitabında anlatmıştır.
Fenerbahçe Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti’nin birlikte hareket ettiği paraleliydi; ancak bugünkü konuşulan anlamıyla çıkarlarının çatıştığı yapıdan farklıydı.
Öyle olduğundan bir futbolcunun lisansının çıkarılabilmesi için Hava Kuvvetlerine bağlı jetler görev alabilmiştir.
Fenerbahçe’yi Cumhuriyete bu kadar bağlayan şey kuruluşundan itibaren gösterdiği çaba, işbirliğidir.
Başbakan bile balayı döneminde 2007 yılında Suriye’ye Fenerbahçe’yi götürmeyi uygun görmüştür.
Türkiye’nin her kurumunda Fenerbahçe’nin ağırlığı bu kadar hissedilir derecedeyken elbette medyanın bundan pay almaması veya bu şekilde organize olmaması düşünülemez bile.
İslam Çupi, Türkiye’deki bereket, bolluk, mutluluk, huzuru Fenerbahçe ile açıklamıştır. Yokluğu doldurulmaz bir boşluktur sanki Fenerbahçe’nin.
Yakın döneme kadar bu ağırlık spor müdürleri, yazı işleri ve hatta yazarların çoğunluğunun Fenerbahçeli olmasıyla kendisini ifade etmiştir.
Muhtemeldir ki bir çok yazar bugün de tam tersine şahit olduğumuz şekliyle medyaya girebilmek, tutunabilmek adına Fenerbahçeli görünmek zorunda kalmıştır.
Onlar için ne kadar zor olsa da en büyük zararı yine Fenerbahçe’nin kendisi görmüştür. Çünkü hiçbir zaman tam anlamıyla Fenerbahçeli olmayan ve sadece görüntüde kalan ancak gönüllerinden başka şeyler geçenlerin duygularında yaşadığı çelişkinin yarattığı etkinin bugün bile anlaşılması çok güçtür.
Bu döneme yakın tanıklık eden Hıncal Uluç anılarında bir Galatasaraylı olarak Fenerbahçe hegemonyasının içinde nasıl eziyet ve işkence gördüğünü sıklıkla ve hoş bir şekilde ifade eder. Onun başarısı bu süreci tam tersine çevirmesidir. Özellikle 1980’li yılların sonuna doğru medyada artan ağırlığı onu neredeyse seçici konumuna yetirmiştir.
Bir demecinde buna dair samimi açıklamalarda bulunmuştur.
Ben 57 yıllık gazeteciyim. Ne çıkarttığım gazetelerle, ne çıkarttığım dergilerle, ne yazdığım yazılarla gurur duyuyorum. Şöyle Bab-ı Ali'yi bakıyorum; "Şunların ustasıydım ben" diyorum, bu bana gurur veriyor. Bunlar yaşayan gururlar çünkü... 'Şunu ben yetiştirdim, bunu ben yetiştirdim' diye ağzımdan çıkmadı. Böyle bir laf duydun mu? Hayır. Ama ben de biliyorum, onlar da biliyor. Bu da bana yeter.
Bu da bana yetiyor zaten.
Fenerbahçe 1980 ile 2000 yılları arasındaki düşüş ve dağılma sürecinde Türkiye’deki toplumsal katmanların, sınıfların gelişmesi ve çeşitlenmesine bağlı olarak bundan derinden etkilenmiştir.
Zaman içinde Fenerbahçe'nin bir çok toplumsal katman içindeki etkinliği azalmış hatta neredeyse yok olmuştur.
Başka bir şeye dönüşmüştür.
Bugün sıklıkla ifade edilen "Fenerbahçe Medyası" bir ironiden ibarettir ve bunun 3 Temmuz'da nasıl Fenerbahçe aleyhine çalıştığını çok net olarak gördük.
Dahası bir Fenerbahçe nefreti algısı yaratılmıştır. Burada zaman içinde Fenerbahçe yöneticilerinin yaptığı hataların da etkisi olduğunu söylemek mümkündür ancak kamuoyunun yönlendirilmesi ve yönetilmesinden söz ediyorum.
Dün yazdığım yazıya yönelik gelen eleştirilerin merkezinde "Fenerbahçe lehine yapılan hataları neden gündeme getirmediniz?" sorusu vardı.
Hatta Anelka'yı konu edinmem rahatsızlık vermişti. Ancak benim söylemek istediğim başka bir şeydi.
Anelka topa eliyle dokunmadığı sadece koluyla kaleciye engelleme yaptığı halde o topun elle kaleye atıldığı yönündeki geniş tartışma ve sonrasında organize bir şekilde ve aynı matbaadan basılmışçasına "temizELLER" pankartlarının ortaya çıkması bir algı yönetimiydi.
Ya da geçen sezon olmayan tükürük ve söylenmeyen bir "lan" kelimesine karşı bir oyuncunun kırmızı kart ile oyun dışı kalması da bu algı yönetiminin bir sonucuydu.
Mesele Fırat Aydınus'un yanlış karar vermesi değil o kadar futbolcu içinde Fenerbahçeli Caner Erken'in bu lafı söyleyeceğine inanmasıydı.
Elbette hakemler her takım aleyhine ve lehine kararlar verecekler. Hakemler temelde bir sorundur ve Türkiye'deki durumu içler acısıdır. Bunları takımlara bölüp terazide karşılaştırma yapmak anlamsızdır; konumuz bu değildir.
Bana göre Yunus Yıldırım'ın veremediği penaltıdan çok Egemen'in üzerine sarı kartla koşmasıdır Pazar günü oynanan maçta hakemin algısındaki Fenerbahçe sorunu.
Bir hakemin futbolcunun karşısında fotoğraftaki gibi pozisyon almasına neden olan şey nedir?
Kim kime itiraz ediyor veya tahrik?
Bu maçı izlemeyen birine Yunus Yıldırım'ın üzerindeki hakem formasını değiştirip, sıradan bir takım forması giydirseniz bu pozisyondakinin hakem olduğunu anlayacak kaç kişi vardır?
3 Temmuz Operasyonu'nun başındaki savcı diyor ki "Fenerbahçe şampiyon olmasaydı bu operasyon yapılmayacaktı."
Yasanın hangi maddesinde savcıya böyle bir yorum hakkı veriliyor?
Organize suç örgütü eğer bir çıkar amacıyla bir araya gelmişse o çıkara dair suç takip edilip yasanın 11 maddesinin 1. bölümünde tarif edildiği şekliyle suç gerçekleşsin gerçekleşmesin olmuş gibi değerlendirilmez mi?
Ancak bugün ülkemizde "Fenerbahçe'nin şampiyonluğu" bir organize suç örgütünün çıkar amacı olarak bile tarif edilebilmektedir.
Artık bu algı oluşmuştur.
Stadyumlardaki kalabalıkların söylemlerinde ifade bulan "Aziz Yıldırım şike yapsana" tezahüratı algı yönetiminin en üst seviyesidir ve sahada ter akıtan futbolcuya yapılmış en büyük hakarettir.
Gökhan Gönül'ün ne demek istediğini dinleyecek, ona kulak verecek ve bunun için yorum yapacak tek bir spor medyası adamının olmaması, bu kirletilmiş algıya yönelik yorum yapmamasıdır temel mesele.
Amaçlanan şey budur, neden yorum yapılsın, sorgulansın ki?
20.45'de bir yıl Galatasaray, başka yıl Bursaspor diğer bir zamanda Beşiktaş, Kasımpaşa ve Sivasspor şampiyon olur.
Fenerbahçe şampiyon olursa şike yapmış; diğerleri olursa alın teri, emek olur.
Bu Fenerbahçe nefreti algının babası Hıncal Uluç 2006'da dememiş miydi; "Appiah o golü kaçırarak futbolumuzun namusunu kurtarmıştır!"
Nasıl bir namussa artık?
Anlaşılabiliyor mu?
Kaç kişi bu uzun metni buraya kadar okudu?
http://twitter.com/uzaygokerman