The OthersİŞKENCEDEN ÖLÜM

İŞKENCEDEN ÖLÜM

20.02.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:

Metris Cezaevi’nde gördüğü işkenceden ölen Engin Çeber’le ilgili davada Yargıtay’ın kararı usulden bozması Çeber’in ‘işkenceden öldüğü’ sonucunu değiştirmiyor

İŞKENCEDEN ÖLÜM

2008’de gözaltında işkence ve kötü muamele sonucu öldürüldüğü kesinleşen Engin Çeber’le ilgili davaya bakan mahkemenin 19 güvenlik görevlisine verdiği mahkûmiyet kararları, işkenceyi cezalandırması anlamında “tarihi karar” olarak değerlendirilmişti. Ancak Yargıtay, mahkemenin bu kararını usulden bozdu. Bugün yeniden görülecek davanın ilk duruşması yapılmakta.
Milliyet, haberi “Çeber davası pazartesi günü yeniden başlıyor” başlığıyla verdi: “Engin Çeber, Sarıyer’de 28 Eylül 2008’de bir izinsiz gösteri yapmak isterken polis tarafından gözaltına alınmıştı. Tutuklanarak Metris Cezaevi’ne götürülen Çeber, kaldırıldığı hastanede ölmüştü. Çeber’in cezaevinde “işkence ve kötü muamele” sonucu öldüğü iddiasına ilişkin davada haklarında kurulan hüküm Yargıtay’ca bozulan 52 sanığın yeniden yargılanmasına pazartesi günü başlanacak.”
Bakırköy 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 60 sanığın yargılandığı davada, Metris Cezaevi’nde 2. müdür olarak görev yapan Fuat Karaosmanoğlu, infaz koruma memurları Selahattin Apaydın, Nihat Kızılkaya ve Sami Ergazi’yi “işkence sonucu ölüme neden olmak” suçundan müebbet hapse mahkûm etmişti. Polis memurları Mehmet Pek ve Abdulmuttalip Bozyel 7 yıl 6’şar ay, polis memuru Aliye Uçak 2,5 yıl, cezaevi doktoru Yemliha Söylemez 3 yıl 1 ay 15 gün hapisle cezalandırmıştı.

Bozma nedeni usulden
Milliyet’in bu haberinin “baştan aşağı sorunlu” olduğunu söyleyen okurumuz Murat Uğur Bezik, habere ilişkin olarak şöyle diyor:
“Milliyet nedense Engin Çeber’in işkencede öldürüldüğüne pek ikna olmamış. Çeber’in işkencede öldürüldüğüne ilişkin mahkemeye sunulan raporları, ifadeleri bir tarafa koyuyorum, bizzat nasıl dövülerek öldürüldüğüne ilişkin kamera kayıtları yayımlandığı, işkencede öldürüldüğü kesinleştiği halde hâlâ haberi verirken “Çeber’in cezaevinde işkence ve kötü muamele sonucu öldüğü” bilgisini “iddia” olarak yazmanız inanılır gibi değil.
İkincisi, Yargıtay’ın mahkemenin mahkûmiyet kararını bozması işkence sonucu öldürüldüğüne itiraz ettiği için değil. Yargıtay’ın bu kararı niçin bozduğunu yazmamışsınız bile. Oysa mahkeme kararını bir üst mahkemenin niçin bozduğunu doğrusu bir okur olarak bilmek hakkımızdır diye düşünüyorum. Örneğin, birçok gazete usulen bozduğunu yazıyor. Ama Milliyet’in haberinde bu bilgi bile yok.”


OMBUDSMAN’IN GÖRÜŞÜ

Resmi kurumların raporları işkenceyi doğruladı. Adli Tıp, Engin Çeber’in Metris Cezaevi’nde işkence sonucu öldüğünü doğrulayan bir rapor hazırlamış, dönemin bakanı Mehmet Ali Şahin de bu rapor sonrası olayla ilgili olarak, “Devletim ve hükümetim adına özür diliyorum” demişti.
16 ayda sonuçlanan dava dosyasının Yargıtay’a gönderilmeden 8 ay mahkeme kaleminde bekletilmesine ve temyiz edilen kararı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin bozma gerekçelerine de yer verilmeliydi. Yargıtay’ın bozma gerekçeleri, üçüncü taraf olan Çeber’in ablasının isminin, basılan mahkeme kararına yazılmamış olması ve karar tarihinin 1 Haziran 2010 yerine 3 Haziran 2010 olarak yanlış yazılmış olması. İkinci gerekçe ise sanıklardan bazılarının aynı avukat tarafından temsil edilmiş olmasıdır.
Milliyet’in haberi “yeniden görülecek olan davanın yapılacağı tarihi” hatırlatmak üzerine olsa da Yargıtay’ın bu “tarihi kararı” neye dayanarak, niçin bozduğu da hatırlatılmalıydı. Yargıtay’ın bozma gerekçelerine uluslararası kuruluşlar raporlarında yer verirken, “Acaba hâlâ işkenceciler korunuyor mu?” sorusunu da tartışmaya açtığını belirtmeliydik.



KLEPTOKRASİ YENİ KAVRAM DEĞİLDİR

Milliyet gazetesi, 16 Şubat 2012 tarihli sayısında “CHP liderinden yeni kavram: Otokratik kleptokrasi düzeni” başlıklı bir habere yer verdi. Haberde, Kemal Kılıçdaroğlu sosyal paylaşım sitesi twitter’daki hesabında, “Bir ülkede milletin yetkileri gasp ediliyor ve ülkenin kaynakları yandaşlara peşkeş çekiliyorsa orada otokratik kleptokrasi var demektir. Bugün iki kavram üzerinde düşünmenizi istiyorum. İlki Otokrasi. Bir yöneticinin bütün iktidar yetkilerini elinde bulundurması ve kontrol etmesi. İkincisi Kleptokrasi. Bir ülkede iktidarı ele geçirenlerin o ülkenin kaynaklarını sistemli olarak soyması, yani hırsızlar rejimi. Bir ülkede milletin yetkileri gasp ediliyor ve ülkenin kaynakları yandaşlara peşkeş çekiliyorsa orada otokratik kleptokrasi var demektir” ifadeleri yer almakta.
Cengiz Temiz adlı okurumuz şöyle diyor: “Haberinizde Kılıçdaroğlu’nun Otokratik kleptokrasi ifadelerini yeni kavram olarak yorumlamışsınız. Ancak kleptokrasi ifadesini daha önce de bir dönem siyasete atılacak olan Cem Boyner kullanmıştır. Ayrıca iktisatçıların literatüründe de söz konusu kavrama sıklıkla yer verilir. İktisat Terimleri sözlüğünde de “Kleptokrasi anlamı cleptocracy, kleptocracyher türlü ulusal kaynağını ve hazinesini kendi çıkarları doğrultusunda kullanan diktatörlükleri tanımlamak üzere geliştirilen kavram” olarak geçer. Okurumuz haklı. 1989’da Cem Boyner, TÜSİAD Başkanı’yken hükümetin son aldığı ekonomik kararları zamansız ve yersiz bulmuş ve kurumlardaki yolsuzlukları bu sözle açıklamıştı.


‘SEN MİSİN AYRILMAK İSTEYEN’E ELEŞTİRİ

Serpil Geyrankale’nin eleştirisi, milliyet.com.tr’de çıkan kadına yönelik şiddet haberine: “Milliyet internet sitesinde yer alan genç bir hemşirenin öldürülmesi olayını “Sen misin ayrılmak isteyen!” başlığıyla vermeniz doğru mu? Bu başlık son derece duyarsız, mahallevâri bir dille yazılmış. Sanki sen misin ayrılmak isteyen, işte sonun böyle olur, bir insandan ayrılmak isterseniz sonunuz bu olur der gibi, hiç hoş olmamış. Ayrıca madem genç kızı öldürdüğü ağabeyi tarafından ihbar edilmiş, yakalanmış, suçunu da itiraf etmişse, hemşirenin fotoğrafını, adını yayımlıyorsunuz da niçin adamı saklayıp üzerini de bantlıyorsunuz?”



OMBUDSMAN’IN NOTU:

Okurumuzun dikkat çektiği başlık, işlenen suçu “olumlama” algısı yaratan sorunlu bir başlıktır. Ancak zanlı suçunu Emniyet ya da savcıda itiraf etse bile mahkemenin bu cinayetle ilgili kararı önemlidir. Dolayısıyla bir ihbarı değerlendiren polisin zanlı diye yakaladığı sanığın, itirafı hangi şartlarda yaptığını bilmiyoruz. Bu nedenle zanlıların fotoğraf ve isimlerinin açıkça belirtilmesi doğru değildir. Sorun, bu konuya özenli davranarak, zanlının fotoğrafını ve ismini kamufle ederek yayımlayan gazetenin haberi yazarken kesin ifadeler kullanmasında.


‘10 ŞUBAT’TA YAPILMIŞTI’

Okurlarımızdan yayımladığımız haberlerle ilgili olarak çok sayıda görüş alıyoruz. Metin Çaykara adlı okurumuzun eleştirisi şöyle: “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 10 Şubat’ta geçirdiği ikinci ameliyatın ardından ilk kez Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyesi Bakir İzzetbegoviç ile evinde görüşmesi sırasında çekilmiş fotoğrafıyla ilgili haberinizde alt büyük başlıkta, kocaman “10 Şubat’ta yapılmıştı” diyorsunuz. Bu ne anlamsız bir sözdür. Ne yapılmıştı? Böyle bir başlık olur mu? 10 Şubat’ta ikinci ameliyatını oldu denilebilir.”