Fenerbahçe her maçın senaryosunu benzer bir kurgu üzerine inşa ediyor. Her seferinde de bambaşka bir öykü yazıyor.
Öncelikle rakip takımı kontrollü bir şekilde “şöyle” bir tartıyor. Hangi oyuncusu etkilidir, nereden nasıl oynar; bakıyor.
Bir süre rakibin topa sahip olmasına, özgüven kazanmasına izin veriyor.
Özellikle orta alanda pas yapmasını sanki özellikle teşvik ediyor.
Bu bölümde rakip cesaretle ileri çıkıyor.
Ne özgüven!
Topa sahip ya pasla da kaleye yaklaşıyor; mutlaka bir boşluk bulup golü de bulacak işte!
Öyle mi?
Hayır! Tam orada beklentileri boşa çıkaran ikinci senaryo devreye giriyor.
Rakip özgüvenle oynamaya alışmışken Fenerbahçe’nin fazlasıyla sağlam savunma kademesini bir türlü geçemiyor.
Arada bir boşluk bulup Volkan Demirel’in koruduğu kaleye şut dahi atamıyor.
Kornerler, duran toplar kazanıyor; ortalar geliyor ancak kademeyi hiçbir şekilde geçemiyor.
Fenerbahçe’nin kalesine tek bir şut bile çekemiyor.
Kimler geldi, kimler geçti?
Tarihlerinin en kötüleri olan; Feyenoord, Manchester United, Galatasaray ve Zorya!
Süper Ligimizin takımlarımızı saymıyoruz çünkü onlar zaten Fenerbahçe karşısında hep kötü oynuyorlar.
Senaryonun üçüncü aşaması işte burada devreye giriyor.
Rakip oynadığını sandığı dakikalarda kendi kademesini de çözdüğünden özellikle kanatlarda boşluklar bırakmaya başlıyor.
Fenerbahçe’nin zaten dört beş senedir oyun yapısı zaten 4-3-3 üzerine kurulmuştu ve bu oyunu çok da başarı ile oynayabiliyordu. Başarısı kanıtlanmış düzeni neden bozmak gereksin ki?
İşte top kanatlara indiği anda da rakibin çözülmüş kademe yapısının arasına giren Fenerbahçe’nin yetenekli ayaklarının ceza sahasında topla buluşma sayısı arttıkça kaleye çekilen isabetli şut da çoğalmış oluyor.
Bu bölümde atılacak bir gol rakibin tüm direncini, moralini, düzenini bozarak karşılaşmanın başladığı ilk bölümünde kazanılan o sahte özgüvenin ortadan kalmasını sağlıyor.
Buradan sonrası biraz daha kolaylaşabiliyor.
Çünkü aynen kaybettikçe kontrolü yitiren ve daha büyük risklerle oynamaya başlayan kumarbaza dönüşen rakip özellikle ikinci yarı çok daha büyük boşluklar veriyor.
Çok mu fazla karikatürleştirdik?
Kuşkusuz her maçın öyküsü kendi içinde farklı şekillerde yazılıyor.
Ve tabii ki hiç de kolay olmuyor.
Fenerbahçe için gol atmak hâlâ zahmetli bir süreç, üstelik yukarıda saydığımız yetenekli ayakların hepsi aynı tezgahtan çıkmış da değil.
Örneğin Emenike diye bir oyuncu var ne kendisi yaptığını anlayabiliyor ne takım arkadaşları ne de onu izleyenler!
İlk yarıda rakip yine eksik bir şekilde 2’ye 1 yakalanmışken o vurdum duymazlığın en üst seviyesine çıkarak ceza sahasının dışından kaleye inançsızca bir şut gönderiyor ve pozisyon heba ediliyor.
Her anlamda sorunlu bir futbolcu ve onunla oynamak çok zor.
Emenike kadar olmasa da kafası karışık bir futbolcu daha var; Volkan Şen! Aklını gol atmakla bozmuş bir hali var.
Oysa kimse ondan böyle bir şey beklemiyor. Yapması gereken şey kanat hücumlarıyla rakibin dengesini bozup, eksilterek boş durumdaki arkadaşına topu atmak!
Topu atmaya kadar her şeyi yapıyor ancak iş oraya geldiğinde Volkan Şen her nerede olursa olsun şut seçeneğini kullanıyor.
Her seferinde biraz daha zorluyor zorladıkça da saçmalıyor.
Oysa Alper öyle değil! Pas vermeyi tercih ediyor ve takım oyuncusu oluyor.
Sow üç ayda eski kıvamına geldi; çünkü Fenerbahçe onun istediği gibi oynamaya başladı. Advocaat da farkına vardı; Sow bir santrafor değil, kanatlarda başka oynuyor.
Dünkü maçın öyküsü başka dedik ya başrolde Stoch vardı.
Stoch da kendine münhasır bir oyuncu profiline sahip; attığı golü Türkiye’de belki de dünyada çok az futbolcunun tekrarlayabileceğini biliyoruz.
Hatta Zorya böyle bir gol yiyebileceğini tahmin bile etmedi; teknik direktörlerinin gol sonrasındaki ifadesi her şeyi anlatıyordu.
Bu maçın kahramanı, Emenike’nin yerine giren, oynadığı süre boyunca öyle çok da etki yaratmayan ancak attığı golle Fenerbahçe’ye belki turun kapısını aralayan Stoch’tu.
Advocaat gerçekten oyunun ihtiyaçlarını çok iyi çözebilen bir teknik direktör.
Zorya zaten oynadığı tüm takımlara zorluk çıkardı. Uzun mesafeli şut etkili bir anahtar olabilirdi ve takımda bunu yapabilecek tek isim Stoch’tu, tam da zamanında ve çok da isabetli şekilde Emenike’nin yerine oyuna alındı.
İlk yarı zordu ikinci yarı Fenerbahçe açısından fazla kolay oldu.
Volkan Demirel’e yine fazla top gelmedi. Bu şekilde devam ederse formdan düşecek! İş bu noktaya ulaştı.
Fenerbahçe güzel bir Kasım ayı geçirdi.