Satrançta oyunun kurallarından biri ilk 40 hamleyi 2 saat içinde yapma zorunluluğudur. Pozisyonunuz hangi durumda olursa olsun devam eden bir oyunda bu kurala uymazsanız maçı kaybedebilirsiniz.
Genellikle oyunun son bölümlerinde yaşanan bu duruma zaman sıkışması, zeitnot deniyor.
Ünal Aysal'ın son bir kaç aylık dönemine bakarsanız, peş peşe yaptığı hamlelerin bir çeşit zeitnot olduğunu görürsünüz.
Bu aynı zamanda oyunun sonu oldu.
***
Takip eden okuyucularımız bilirler zaman zaman “Ünal Aysal Projesi” vurgusu altında yazılar yazdım.
Ülkemizde en riskli şey proje üretmektir. Çünkü hiçbir zaman düşündüğünüz ve tasarladığınızla hayata geçen şey aynı olmaz. Arzular şelale gibi akar, ütopyaların sonu gelmez, ancak bir de ortada gerçekler vardır.
Hele ‘Türkiye gerçekleri’ baş edilmesi çok zor şeylerdir.
Çünkü Türkiye parçalardan bir araya gelmiş tuhaf bir sentezdir. Aynı gemide yolculuk yapan kişilerin bir kısmı geminin temel ihtiyaçlarını temin ederken bir başka yerde o gemiyi batırmak üzere hareket edenler olduğunu görebilirsiniz. Ne adına olduğunu anlamak mümkün değildir. Ama böyledir.
Kuşkusuz Galatasaray da bu gerçeklerden kopuk yaşayamıyor.
Galatasaray'da Ünal Aysal öncelikle ekonomiyi kurtarmak üzere işbaşına gelmiştir. Aslında Ünal Aysal'la ilgili gerişimler 2000'li yılların başından itibaren vardır. Açın o tarihlerde Hıncal Uluç'un yazılarını okuyun, bunun hazırlıklarını görebilirsiniz. En azından Ünal Aysal isminin ortaya atılması, Galatasaray kamuoyunun buna ısındırılması bu zaman diliminde başlamıştır.
Ünal Aysal son dönemde medyanın kendisine saldırdığını ifade ediyor. O medya aynı zamanda başkalarını karalayarak hatta saldırarak Ünal Aysal'ı vitrine taşımadı mı?
O zaman doğru olan bugün nasıl yanlış olabiliyor?
Demek ki her ortamda bazı şeyleri açık savunmak, konuşmak gerekiyor, zamana ve duruma göre değil!
3 Temmuz olmasaydı Ünal Aysal bu kadar uzun süre başkan kalır mıydı?
Bu sorunun cevabını bugün yaşadığımız süreç kendiliğinden veriyor. 3 Temmuz olmasaydı Fenerbahçe muhtemelen geçen sezon gerçekleştirdiğini o yıllarda çoktan yapmış olacak, Galatasaray belki de Şampiyonlar Ligi'ne üst üste 3 defa bu kadar kolay gitmeyecek, o gelirlere bu kadar rahat sahip olamayacaktı.
Ünal Aysal'ın zaten hedefleri arasındaydı her sene Şampiyonlar Ligi'ne gitmek.
Ancak yetmedi.
Bu işin sportif tarafı; kuşkusuz diğer yanda Galatasaray'ın “teknik” anlamda “iflas” ettiği gerçeği vardı. Ünal Aysal sermaye artırımı, borsadaki farklı işlem yöntemleriyle bir süre zaman kazansa da Türkiye bir muz cumhuriyeti olmadığını gösterdi. İkinci sermaye artırımı toplumsal tabandan çok büyük tepki çekti ve SPK buna öncekinin şartlarıyla yapılmasına izin vermedi. Yatırımcıyı korudu.
Üç senedir bağıra çağıra gelen “Finansal Fair Play” uygulaması bu sene Galatasaray'a hafiften kendisini gösterip, zaman verdi. Galatasaray mevcut durumunu önümüzdeki seneye taşıdığında bu sene gibi küçük bir ceza ile kurtulması mümkün olmayacaktır.
Durum bu tabloya ulaştığından geriye tek bir seçenek kalıyordu o da Galatasaray'ın neredeyse 40 yıllık kurtuluş rüyası olan Riva arazisi ve peşinden Florya…
Bütün Galatasaraylılar yıllarca bu araziden gelecek paraya umut bağladılar. Bu öyküyü en güzel anlatanları arasında bu yazıda adını andığımız büyüğümüz de vardır.
Galatasaray'ın GYO kurması, inşaat işine girmesi, arazilerini değerlendirmesi ve buralardan gelecek paralarla ekonomik durumunu düzeltmesi Ünal Aysal'ın son hamlesiydi.
Galatasaray eğer inşaat işini kıvırabilmiş olsa 2000 yılına girdiğimizde Ali Sami Yen'in eski yerinde gösterişli bir Stadyum duruyor olurdu.
Yeni stadyum için devletin kapısında yıllarca beklemezdi.
Galatasaray bu iş bilmezliği nedeniyle tam 15 yıl kaybetmiştir.
Ayrıca GYO'nun şirket oluşumu, paylaşımları, arazilerin değerlendirme şekilleri gibi konuların Galatasaray'ın divan kuruluna anlatım şekli, üzerinin bulutlu oluşu da kafalarda soru işareti yaratmıştır.
Netice olarak Galatasaray’ın son 20 yıldır içinde bulunduğu, tamamıyla kötü yönetim, geleceğe dönük yatırım yapmadan büyüme, borçlanarak bugünü idare etme anlayışıyla ulaştığı yer burasıdır.
Bu borçlanma anlayışı öyle seviyelere ulaşmıştır ki TT Arena’nın 20 yıl boyunca edeceği gelirleri göstererek bir değerlendirme yapma şeklini alabilmiştir.
Ünal Aysal’ın sportif anlamdaki seçimleri de özellikle futbol takımı ölçeğinde kredisinin tükenmesine neden olmuştur.
Fatih Terim’e kırgınlığından dem vuruyor ancak onun teknik adamlığına rağmen istemediği oyuncuları piar için transfer edip kadrosuna dâhil eden de Ünal Aysal’dı.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki mesele televizyon ekranlarında imzalanmış basit bir sözleşme değildi. Fatih Terim’i o noktaya götüren bir şeyler olmuş olmalıdır ki sonrasında da bunların ne olduğunu öğrendik.
Mancini böylesi dönemde yapılabilecek en riskli tercihti. Mancini’nin dezavantajları ortadayken Prandelli ile ikinci hamleyi yapmak riskleri en üst seviyeye taşımak anlamına geliyordu.
Türkiye’de futbolda sportif anlamda başarısız olurken ayakta kalabilmek, devam etmek çok zordur. Yine de devam etmek için sebepleriniz olabilir, bu futbolu ve içinde bulunduğunuz camiaya tutku derecede bağlılığınız, sevginizle olur.
Örnekleri olduğu için bunu kolaylıkla söyleyebiliyorum.
Ünal Aysal için Galatasaray bir tutku mudur, bunun cevabını onun adına veremeyiz. Ancak tavır ve davranışlarından yorum getirebiliriz.
Sonuç ortadadır.
Sayın Başkan’ın “3 Temmuz duruşu” da kuşkusuz kendisinin başarısızlık ve yanlış tercih hanesine yazılacaktır.
Türkiye’nin gerçeklerinden söz ederek giriş yaptık. Bu gerçeklerin bizi getirdiği yer, psikoloji ortadadır. Demek ki bazı şeyler doğru yapılmıyor. Eski alışkanlıklar, anlayışlar devam ettiği sürece günübirlik başarılardan öteye gitmek mümkün olmayacaktır.
Galatasaray “2000 Ruhunu” yakalamaktan söz ediyorsa öncelikle bunun maddi altyapısını kurması gerektiğini çoktan öğrenmiş olmalıdır.
http://twitter.com/uzaygokerman