Çok büyük anlamlar içeren; manevi ve ilahi adaletin tecellisi bakımından belki de sezonun en değerli maçlarından biriydi Kasımpaşa-Fenerbahçe karşılaşması.
Bir hava topu mücadelesi sırasında rakibi ile kafa kafaya çarpışan Martin Skrtel’in kafası yarıldı ve ilk yarı sonuçlanana kadar iki defa formasını değiştirmek zorunda kaldı.
Martin Skrtel’e beş adet dikiş atıldı. Dikişlerin atılma anı ve görüntüsünü hepimiz yakından izleyebildik ve bu tür durumlarda normal bir insanın bedeninin nasıl tepki vereceğini de “hatırlamış” olduk.
Martin Skrtel, neredeyse on gündür, özellikle medyada bir grup yorumcu, gazeteci, radyocu, televizyoncu tarafından, olayı olduğundan farklı, olmayanı olmuş gibi göstermek ve kamuoyunu yanlış yönlendirmek adına manipülasyon yapanların yüzlerine çarptı kafasından süzülen teriyle karışık kanını.
Evet, on gündür bize gösterilemeyeni gösterdi Skrtel.
Daha değerlisi topunu oynamaya devam etti. O yarılmış kafa ile toplara vurmaktan çekinmedi.
Demek ki buradan ne sonuç çıkıyor;
Skrtel’in kafasından akan kan sahada dökülen terin karşılığıdır. Kaçmak için bahane yaratanlarda boşuna aramayın görülmez!
Ah o gerçekler yok mu o gerçekler!
Ah onların bir gün ortaya çıkma huyu yok mu, işte tüm oyunları bozuyor.
Bozuluyor da ne oluyor; oyunu yapanın yanına kâr kaldığı, yüzsüzün yüzsüzce yaşamaya devam ettiği yerde yaşamaya devam ediyoruz.
Geçmiş olsun Martin…
Fenerbahçe’nin kazanmaktan başka çaresinin olmadığı haftalardayız. Çünkü önünde üç tane şampiyonluk adayı olan takım var ve bunların toplam 7 puan gerisinde bulunuyor.
Artık iyi kötü futbol tartışmalarının yapılmayacağı da bir yerdeyiz; ancak Fenerbahçe her geçen hafta biraz daha olgunlaşan futboluyla rakiplerine oranla çok daha kendinden emin bir futbol oynuyor.
Kuşkusuz oldukça da dirençli takımlarla karşılaşıyor.
Kasımpaşa ligimizin ilk dörtten sonraki klasmanında kendine göre zirve mücadelesi veriyor.
Bu takımlar sırasıyla Trabzonspor, Göztepe, Sivasspor, Kayserispor ve Kasımpaşa…
Bu takımların genel özellikleri rakip ayırt etmeksizin oynamaya çalışmaları ve genel olarak da savunmalarını 35-40 metre aralığında kurmaları; hücumu düşünmeleri.
Fenerbahçe bu sıralamadaki son üç takıma toplam 11 gol atma başarısı gösterdi. Daha fazlasını da atabilirdi.
Hem Sivasspor hem de Kasımpaşa maçları atılan gollere karşın zor geçti; her iki maçta da birer gol yedi ancak daha fazlasını da yiyebilirdi.
Hazır gole gelmişken Fenerbahçe bu maçla birlikte ligde 68 gollü Galatasaray’ın ardından 66 golle ikinci sıradaki yerini pekiştirdiğini hatırlamakta fayda var.
Bütün sezon boyunca Fenerbahçe ve Aykut Kocaman’ın üzerinden yürütülen manipülatif yorumlara verilen en güzel cevap bu olsa gerekir.
Bu aynı zamanda Fenerbahçe’nin oynamaya çalıştığı futbolu anlamak yerine “kadro mühendisliği” üzerinden yorum yapmaya çalışanların kendileriyle anlamlı bir yüzleşme oluyor.
Şener Özbayraklı müthiş bir gol vuruşu yaptı.
Biraz hamaset yapalım.
Zor bir karardı.
Giuliano’nun çizginin ucuna değen topuna devam kararı veren Tarık Ongun muhtemelen kendisini yabancı cisim sağanağına tutan Galatasaray taraftarından kurtaran Fenerbahçeli futbolculara, aslında doğru karar vererek bir bakıma teşekkür etti.
Fenerbahçe’nin çizgi üzerindeki ve çizgiyi geçen toplarına hassasiyet gösterenler için bu yeni bir polemik konusu olsa da hakemlik bakımından değerliydi.
Bazı hakemler var ki onlar gerçekten mertler, cesurlar. Hepsinin ismini burada sayamıyoruz, ancak yıllar sonra mutlaka onların bu sistem içinde verdikleri kararları, dürüst “açıklamalarına” teşekkür edeceğiz.
Hakem demişken elbette Cüneyt Çakır’ı boş geçmek olmaz.
Onun hâlâ hakemlik yapıyor oluşu bir Türkiye gerçeğidir. Üç metre önünde futbolcu topu ceza sahası içinde koluyla düzeltirken kafasından neler geçiyordu ya da nereye bakıyordu gerçekten merak konusudur.
Son üç hafta…